\"Şimdi iki Kürt siyasetinde iki hat oluşmuştur. Biri devletin arızalarını tamir ederek ve güçlendirerek onunla birlikte büyüyerek Türkiyecilik zemininde çözüm arayanlar, diğeri ise bağımsızlık uğruna iç barışı tesis edenlerdir.\"
Orta Asya’dan geldiler. Akıncı idiler. Üretim ve insani değerleri bir tarafa bırakmış, batıya doğru talan ederek ilerliyorlar. Bu hızları ile gelip Yakın Doğu’ya otak kurdular. Yerelli ile savaştılar. Tabi kurulan farklı farklı Otaklar birbirleri ile de savaştılar. Çünkü tek geçim kaynakları savaştı, savaş temel alışkanlıkları idi. Savaşmadan var olmaları mümkün değildi. Osmanoğulları, bu savaşlarda kendileri gibi akıncı olan Aydınoğullarını, Cenderoğullarını, Dulkadiroğullarını, Karamanoğullarını vs. dağıttı. Osmanoğulları ele geçirdiği Bizans İmparatorluğu’nun Merkezi Konstantinopolis(İstanbul)’i ele geçirdikten sonra, büyük bir imparatorluk oldular ve batıya açılmaya devam ettiler. Viyana kapılarına dayandılar. Bütün yerellileri haraca, vergiyebağladı ve topraklarını da “İmparatorluğun malı” olarak kaydetti.
Ancak, ordular, imparatorluklarla baş eden Osmanlı imparatorluğunun içinde bulunduğu serveti sermayeye çevirip kapitalistleşemeyince, kocaman imparatorluğu Avrupa’nın henüz cılız olan kapitalizmi karşısında şaşkına dönmüş, çözülmeye başlamıştı.
18. 19 yüzyıllarda Avrupa’da gerilemeye başlayan Osmanlı Devleti, durumu merkezileştirme ile aşmaya çalıştı. O zamana kadar özerk olan pek çok beyliği, özerk bölgeyi tasfiye etmeye, merkeze daha sıkı bağlama ve biat ettirmeye koyuldular. Avrupa’yı kaybedip geriledikçe, bozulan dengesi ile Yakın Doğu’ya yükleniyor ve tüm güç ve ağırlığı ile burada işgal ettiği halkları ve ülkeleri hâkimiyetinden kaçırmamaya çalışıyordu.
Bu çalışma soykırım düzeyinde devleti organize etme, kadrolaştırma, milletleştirme, devletin işgal ettiği alanları Türkleştirme ve halklarına da Türkiyelileştirmeyi dayattılar.
Nihayetinde, soykırım faaliyetlerini kurtuluş olarak tanımladılar! Bunu büyük oranda zihinlere disiplinli ve adeta işkenceye vardırılan tedrisat kanunları ile de genç bebelere ezberlettiler. Paralı-parasız seferber ettiği eğitmenleri, istihbaratçıları vs. aracılığı ile karşılığını da aldı. Artık gün gelmişti, Dışarıdan gelenler, yerli halklardan kurtulmak istiyordu. Geçip giderek değil, yerel halkları kovarak, onları soykırıma uğratarak, yerlerinden yurtlarından koparılıp atılarak ya da Türklüğü devşirilerek kurtulmayı yeğlediler.
Kilikya, Adana, Harput, Erzurum ve Yakın Doğu’nun başka yerlerinde Ermeniler Kovuldu, Oralar Kurtuldu(!)
Kırklareli ve Edirne ve Trakya’dan Bulgarlar Kovuldu Oralar Kurtuldu(!)
Hatay, Samandağ, Araplardan Alındı Oralar Kurtuldu(!)
İzmir, Balıkesir, Çanakkale, Tekirdağ, Aydın, Muğla, Antalya, Bursa, İstanbul vs. Ege’den, Marmara’dan ve Trakya ile Yakın Doğu’nun başka yerlerinde Rumlar Kovuldu, Oralar Kurtuldu(!)
Mardin, Rıha, Amed, Batman, Bitlis, Bingöl, Dersim, Ağrı vs. Kürtler “YOK” sayıldı , “Türk” diye tanımlandı, hatta kovuldu, oralar kurtuldu(!)
Tokat, Giresun, Samsun yanı Kızılırmak HAVZASINDAKİ Rum Pontus’ları Kovuldu, Oralar Kurtuldu(!)
Trabzon, Rize’den Lazlar kendilerini “Türk” diye tanımladı, oralar kurtuldu(!)
Artvin Şavşat’ta Gürcüler susturuldu, Türk yapıldı, oralar da kurtuldu(!)
Ohhh! Saf, sade temiz kan, Türk, Türkiye, Türkiyeci Türklerin yurdu!
KİMSE SORMAZ, BU ŞEHİRLERİ, BU YERLERİ KİM KURDU?
“BU ŞEHİRLERİN KURULUŞUNU KİMLER YAPTI VE NEDEN BURALARIN YEREL HALKLARINDAN HİÇ BAHS EDİLMEZ OLMUŞ. BU ŞEHİRLERİN GERÇEK TARİHİ NEDEN HATIRLANMAK İSTENMİYOR VE KURULUŞLARI KUTLANMIYOR?”
****
5.4.2014 tarihinde İsmail Beşikci Vakfında; Doç. Dr. Fuat Dündar’ın sunduğu “Mecburi İskân’ı Yeniden okurken, Osmanlı nüfus, İskân politikası ve Türkiye ” konulu konferans İBV teras salonunda gerçekleşti.
Doç. Dr. Fuat Dündar;“Türkiye Nüfus Sorunlarında Azınlıklar(Doz Yay. 1999)”, “Modern Türkiye’nin Şifresi, İttihat ve Terakkinin Etnisite Mühendisliği (1913-1918) (İletişim Yay. 2008)”, İttihat ve Terakkinin Müslümanları İskân Politikası (İletişim Yay. 2001) adlı eserlerin yazarı da olan Doç. Dr. Fuat Dündar söze;
“Kendisini muhalif olarak tanıtan ve kamuoyunda da öyle bilinen akademik çevrelerin, Ermeni, Rum, Süryani vb. halkların Mecburi İskân sorunlarını işlediler. Ancak, Taner Akçam, Rıfat Balı vb. yazarlar; 1976’da yayımlanan İsmail Beşikci’nin “Mecburi İskân ve Kürt Sorunu” kitabını ve tezini es geçerek söz etmediler, kaynaklarına katmadılar. Bunun nedeni; Kemalizm’i tabusuzca eleştiren İsmail Beşikci ile aynı konumda kendilerini göstermeme çabasından kaynaklandığını, bilim etiğine, özgür araştırma ve olgulara bilim yöntemi ile yaklaşma zafiyetlerinden kaynaklanmaktadır” diye başladı.
Dündar; Osmanlı Döneminden itibaren, Osmanlı Devleti ve TC’nin İskân politikalarını tarihsel olarak dönemlere ayıran ve her dönem bir sonraki döneme otokton halklar aleyhine bir iskân politikasını devir ettiğini, devletin her yeni reorganizasyonunda, halkların sürgün ve mecburi iskâna parça parça uğratıldığını anlattı.
Türk Devleti’nin, uluslararası koşulları Türk Milliyetçiliği lehine uyarlama konusunda maharetli idi. Wilson Prensipleri sonucunda ortaya çıkan Sevr Antlaşmasını, Kemalist iktidar, lehine çevirmek üzere, İngilizlerle sözlü olarak, Musul- Kerkük petrollerini ve Güney Kürdistan’ı terk etti. Buna karşılık ise İngilizler Kürtlere ve Kürdistan’da yapılan inkar, iskan, imha yani jenosit ve yok edicilik eylemlerine göz yummak suretiyle anlaştı. Kemalist iktidar Sevr’i, Lozan ile bastırarak, Wilson prensiplerinin bir sonucu olarak oluşan Sevr prensiplerini yok etti. Yakın Doğu İşlerini Çözmek İçin Lozan Konferansı’nda parçalanan ülkelerden “Türkiye Senedi” ortaya çıktı. Bu Yakındoğu da tüm otokton halkların haklarının ihlali idi. Lozan’la Dünya nizamı bir senet ortaya çıktı. Bu TC’nin hakkı olmamasına rağmen “TC’nin tapusu” olarak sunuldu.
Her dönemde Kürt siyasetinde farklı siyasi hatların olduğunu; 1910’larda “Emin Ali Bedirhan Kürdistan’ı, Şêx Abdülkadir otonomist Kürt siyaseti ile İstanbul, Şerif Paşa İngiliz- Amerikan merkezlerine dayalı bir Kürt siyaseti izlediklerine dikkati çekti. Bugüne göndermeler yaptı..
TC.’nin kuruluşunda ortaya atılan Misaki Milli’nin esas belgesi yoktur. Bahsi edilen Misaki Milli sınırları fludür. Kürtleri dışlayan, ancak Kürtlerin ve Türklerin üzerinde yaşadığı sınırlar olarak tanımlanan, Osmanlı denetiminde olan İslam halklarının yaşadığı bölgeler olarak tanımlanırken de, Arap İslamlığından da uzak duran rekabetçi bir çizgide neyi kim kendine katabilirse orası “Misakı Milli”, olarak tanımlanmaya çalışıldı. Burada görüldüğü üzere hedeflenen Misaki Milli sınırlarına varmada, İngilizler kısmen engel olabilmiştir.
Türkiye’nin inşa sürecinde, başta Kürdolog olan, sonrasında ise Türkçülüğün esaslarını ortaya atan Ziya Gökalp ve Kemalist iktidar, esasında pragmatik özelliği ile Durkheim’e benzeyen bir politika izlemişlerdir. Osmanlı daha ziyade, mübadele, tehcir, sürgün ve yer değiştirerek yerleştirme uygulamalarını izlerken, TC. doğum, nüfus oranları ile de oynayan, Türk ve İslam olmayanlar üzerinde bir ‘yok edici’ siyaset izledi, şeklinde açıklamalarda bulundu. Soru ve cevaplarla zenginleşen Konferans, pek çok akademisyen ve aydının ne kadar ilgili ve derinlikli olduğuna dair umut verici bir izlenim bıraktı.
Kürdistan’a dair temel ihlal; Kürdistan’ın parçalanması, bölünmesi, paylaşılması ve devlet kurma hakkından mahrum edilmesidir. Çözüm ise bu mahrumiyetin ortadan kaldırılmak üzere haklarının iade edilmesi ve dünya milletlerinin bir üyesi olarak bağımsızlık statüsü ile temsil edilmesidir.
Devletlerin meşru olmayan sınırların kaldırılması gereken politika yerine, Kürt güçlerinin birbirlerine karşı hendek oluşturmaları, bir parçadan diğerine geçişleri zorlaştırmaları, dışa karşı yumuşak ve barışı dilini dillerinden düşürmeyenlerin, Kürt savaşına ve iç çekişmelerde cüretkar olmaları vahimdir.
Şimdi iki Kürt siyasetinde iki hat oluşmuştur. Biri devletin arızalarını tamir ederek ve güçlendirerek onunla birlikte büyüyerek Türkiyecilik zemininde çözüm arayanlar, diğeri ise bağımsızlık uğruna iç barışı tesis edenlerdir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.