Kürtler kimden zılgıtı yemedi ki?
Bırakalım uzak, duran tek yünlü açıkta duran, bilinen faşist ve ırkçı tanımlaları içinde olanları, en yakınındaki sevgilileri ve en sevdikleri ile samimiyet dahilinde Kürtlerin sorunlarını konuşurken bile beklenmedik şöyle bir refleks ile karşılaşılır;
"Bıktırdın beni, aynı şeyleri söylemekten, paylaşmaktan. Ben o dili anlamıyorum, bilmiyorum, o Kürtleri öğrenmek ve konuşmak istemiyorum. Geri zekalı!" diyerek azarlanmadı mi?
Bu kaba azarlanmışlıklar nice sarhoşluklarla başlayan hesapsız ve hoş sevgiyi duygusuzluklara, ayrılıklara, kavgalara, küskünlüklere, huzursuzluklara getirip sona taşımadı mı?
Eşleriyle, çocukları ile Kürdî özlemlerini paylaşırken, hiç beklenmedik bir tartışma ile;
"Başka konudan söz et, sıkıldım bu Kürtlüğünden" diyerek, olmaması gereken bir doğal hal, bu çıkışla terslenip, bir ömrü ayrılıklarla kahır edip yürütmek durumunda bırakılmadı mı?
Komşularıyla selamlaşırken yüzünden, yüzünü çeviren halleri görürken, Kürtler hesapsızca ve anlam veremedikleri davranışlarla hesapsızca bozulmadı mı?
Telefonlarında Türkçe bilmeyen anneleriyle, "Roj baş" ile günaydın deyip, Kürtçe konuşurken, birlikte yol aldığı yolcuların, zomlanmış gözlere düşen asabi halleri ile hep mırıltı ile başlayıp yükselen seslerin, bağırmaya varan, ortak şiddetle, "Anladığımız dilden konuş!" diyen nezaketsiz tembih ile hiç mi karşılaşılmadı?
Sokakta, işte, hayatın her mesaisinde, Kürtlüğü ile fırçalanmasına, adeta devletten daha devleti bir “toplumsal sözleşme” ile yanındaki sıradan insandan bile;
"Hem bu ülkenin ekmeğini yiyorsun, hem de yasaklanmış bir dil ile konuşuyor ve anayasasında olan ‘Herkes Türk’tür' maddelerini ihlal ediyorsun!" diye azarları duyup, silelenmeyle karşılaşılmadı mı?
Bunlara bir de devletin görev edindiği, imha ve inkar siyasetini de düşündüğünde Kürd’ün sırtındaki ağırlığı varın siz hesaplayın. Bunun sonucunda pek çok Kürt, aidiyetini gizli yaşar ya da Kürdlüğünü inkar edip, ırkçı Türkten daha ırkçı kesilir olanları da az değildir.
Elazığ depreminde, "Orada Kürtler mi, Türkler mi çok" diye sorup, insanlıktan mesafelerini açığa vurmaları verilerin sonucu ortadayken, "Aaa...nasıl olur?" diyen sonucu çok mu şaşkın gördünüz? Bu deprem mağdurlarına karşı mırıldanmaları, Van depremi olurken de en üst perdeden görmedik mi?
Bu sözler ortada dolaşımda iken, kafalarını bir kaldırıp, Kürtlerin de insan olduğunu göremeyenler, insanlığınızı test etmeye ihtiyacınız yok mu?
Sakarya’da, komşu berber, “Kürtçe konuştu!” diye sanki Sakarya Meydan muhaberesinde imiş gibi silahını, bıçağını çekip Kürdü kurşun yağmuruna tutmadılar mı?
Kürtçe müzik dinleyen gençlere; "Kürtçe şarkı söyleyemezsiniz, dinleyemezsiniz. Pis bölücüler, teröristler!" diye azarlayıp, Ankara’nın sokakları ortasında öldürülmediler mi?
Bir şarkı paylaştı diye, nefretle "Geri zekalı bunu paylaşma, anlamıyorum, sevmiyorum!" diye küfürlere gark edilmediler mı olmadı?
Bu veriler beyinde kaynaklı kirli kinden beslenmiyorsa, ne diye ağızdan akan nefret olsun ki?
Ama kılışa sözlerle sahil boylarında “Nefret insanlık suçudur...” diye sarf edilen sözler, deniz yeline verilip, karşı kıyaya “ Keşke Rum mübadelesi olmasaydı,” ya da “Ermeni dölü’ denmesi ne büyük ırkçılık” sözleri de olanların ardında maytap geçmek olmuyor mu?
Bunu öyle “solculuk”la, “modernlik”le, “halkların kardeşliği, dostluğu” ya da “patiyarka karşı feminizm” çıkışlı söylemleri ve bir kaç "devrimci" takıntıyla cılalayıp, bu aktüel hali silmek üzere "Ben temizim, bende ırkçılık ve nefret yok" demekle, kirinizi silemezsiniz, ömür boyu gizleyemezsiniz.
Biliniz ki ırkçılık akılda varsa, mutlaka bir tarafınızda, duruşunuzda ve ithamınızda ortaya ve açığa düşer. Bunu da Ermeni, Rum, Süryanilerden sonra en iyi bu kötülüklere şimdi ziyadesiyle hedef olunan Kürdler anlar diye umuyoruz.
Tüm bunlardan kurtulmayanın yüzüne, yüzsüzlüğünü hatırlatmak elzem değil mi? Frantz Fanon’un “Yeryüzünün Lanetlileri”ni ve Albert Mami’nin “Sömürgecinin Portresi” kitabının yanına bir de İsmail Beşikci’nin “Türk Tarih Tezi ve ‘Güneş Dil Teorisi’ ve Kürt Sorunu” kitaplarını koyarak, sadece okumayın, satır satır beyninize kazıyarak, diğer pek çok otokton halkı ile birlikte Kürtlerin nasıl hedef edildiğini inceleyiniz ve tekrar tekrar düşünerek ırkçılığın nasıl ürüdüğü ve mikrobunun beyninize ve dilinize nasıl sirayet ettiğini öğrenmenizi tavsiye ederim.
Böylesine Kürtlere, Rumlara, Ermenilere kem sözler sarf etmek, asla sıradan ağızdan kaçmış sürçü lisandan değildir. Bunlar tasarlanmış insanlığın yüzkaralarıdır.
Kadim halklara karşı sarf olunan bu yakışıksız kirli sözler, Yakın Doğu'da; Ermeni, Kürt, Rum ile yüzleşmesi değil, yüzsüzleşmesidir. Bunu anlamayan insanlık, 21. yüzyılda da ırkçılığında boğulmaya devam ediyor. Ancak çok sayıda insanın safça bu insanlık düşmanlığının ardına takılması da insanlığın zayıflığındandır.
Sonuçta, bir küfürbazlıktır bunun altında kör bir katran gibi insanlığın üstüne bir karanlık katran gibi akıyor..
***
Küfürbazın aklını besleyen o kadar marazi var ki, şöyle bir kesitine ayna tutsan, üstüne şiddet diye çullanır, karanlığa sarılıp çekmiş olur. Hani sokakta şu tiplerle pişkin pişkin karşılaşırız ya;
"Kitap Okumayı sevmiyorum. Ben bunları zaten biliyorum." diyen gereksizler kadar, hiç okumadan bilgiç geçinen ukalalar da pek kalabalıktır.
Peki hiç okumayan şimdiki cahilleri nereye koyalım?
Onlar için, konuşmak bile gereksiz!
Eskiler, mütevazilikleri ile sohbet eder, dürüstçe “biz okutulmadık”, “Yasaklanan Kürtçeden başka dil bilmezdik. İşkenceden kaçmak için okula bile gitmedik, bu nedenle bilmez kılındık. Öğrenmek istedik, ama halimiz böyle oldu” derken samimiyetle bilgiyi özlerler idi.
Şimdikiler, diplomalı cahil olmanın yanında bir de yalancılıklarını da ekleyerek tavan yapmış, bunlar bir toplumun sırtında ur. Kazı ki çıkarabilesin! Girmiştir bir üst kimlik algısına, "Dünyanın lanetlisi" mazluma karşı, kin iliklerine kadar işlemiş, her dokunuşunda canavar kesilmesi, içgüdüsel bir halde!
Bir de bilgiyi, üstünlük, nispet ve ego için kullananlar var ki, bunlar da amaçtan sapmış “eski kulağı kesik” havalarında, ayağı yerden uçuk ve boşlukta sallanan palyaçolar gibiler. Bu marazinin de egemenin bulaşıcı hastalığından edinildiğini, mazlum toplumun aydınları anlayabilir.
Ya ismini eksik görüp, başına "TC" koyan ırkçı faşizm sarmalında ya da onlara hoşgörü ile iç içe olan "demokrat, devrimci ve yoldaşça" yaşayışlar var ya, çok tahammül sahibidirler ki, yaşadıklarına tek bir eleştiri bile sunmaz ve "devrimci - devrimci" ırkçı faşistlerle geçinip gidiyorlar işte... “Ay sus Allah aşkına çek kadehi şereflensin ve şenlensin dünyamız!!!” diyen duruşu pespayeliğini sererler ortak sofralarına!
Bir de okullarda ezber üzeri ırkçı ve modernize eğitim ile bu cehalet toplamından şişirilip, ucube hal alınca, sokaklarından yeniçeri çeteleri misali devşirmelerden müteşekkil linç kitlelerinden geçilmez oluyor!
Bunları deyince de suratına şakkk.. kocaman bir "değişmez", "geri kafa", “geri zekalı" ithamı bir sile gibi indirilir saf suratlarımıza!
İşte bunun için, yemin ve küfür eden, küfürbazlar, lümpenler çokça piyasa yapmış, birbirlerinden binbir çeşit küfürler öğrenip geliştirerek, kendilerini değiştiriveriyorlar! Bu da onlardaki "devrimci değişim" olsa gerek! Pehhh… Bunu düzeltmek için, daha düşüp kalkanlarımız, çürüyenlerin nüfusundan daha da fazla olacağa benziyor. Bu efor insanlığın enerjisini ne zaman çıkarır onu özlemek ile bekliyoruz.
Bu bir durum tespiti, yılgınlık, durgunluk yorgunluk değil... Gerçekliğimiz! Kürtler Yakın Doğu’da bunu düzeltmeye en müsait kesittir. Yeter ki bunun bilinci ve birliğinde olsunlar!
(24.01.2021)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.