Yerleşim alanları yerle bir edilmesiyle, Sayın Demirtaş ve diğer HDP’li vekillerin tutuklanmasına karşı Örgütlü zannedilen halkın neden sessiz kaldığı merak ediliyor. Aslına bakarsanız merak eden meraklılara verilecek birden çok cevabı var. Birincisi: Kendi yerleşim alanın yıkımına karşı sessiz kaldı denilen halk yıllarca barış ve çözüm siyasetinin oyalama gıdalarıyla beslendi. İkincisi: Kabul edilse de edilmese de, barış-çözüm ve kardeşlik maratonu Kürt halkına nispi de olsa bir rahatlama sağlamıştı. Rahatlatmıştı çünkü bahsi edilen Kürt halkı yıllarca her türlü karanlık senaryolarla yürütülen kirli bir savaşın içinden çıkmıştı.
Dolayısıyla Kürt halkı binbir karanlıklarla karartılmış kirli bir savaşın ceremesini canla ve mal verişiyle çok hırpalanmıştı. Bundan dolayı da Sayın Abdullah Öcalan’ın barış hamlesini çok büyük bir özveriyle sahiplenip kabullenmişti. Demokratik siyasetle çözüm ve barışa yürüme projesine, şartsız destek sunmuştu. Destek sunulmuştu çünkü Kürt halkının önüne konulan tüm göstergeler artık sorunun silahla değil demokratik siyasetle hayat bulacağını gösteriyordu.
Dolayısıyla sil baştan başlatılan karanlıklarla dolu savaşın şakası bile, Kürt halkını sersemleşmesine yetiyordu. Özelikle de başı ucu boşluklarla dolu savaşın gelir getirisi Kürt halkını ikna etmekte çok uzak kaldı. “Kürtler Ortadoğu’nun en kadim halklardan biridir ve kendi hakkaniyetleriyle ulus olmalıdır”la başlatılan savaşın mantıksal hiçbir tarafı kalmamıştı. Çünkü her fırsatta Kürt halkı adına konuşanlar “Kürtlerin mevcut devletin dışında ayrı gayrı düşünecek bir amaç yoktur” deniliyordu.
Dolayısıyla çok büyük bir gayretle Kürt halkı mevcut devletle yaşamaya hazırlandı. Hazırlandı zira her saat başında “ulus ya da uluslaşma dönemi bitmiş, birlikte yaşam dönemi başlamıştır” deniliyordu. Kürt halkı ise, uluslaşmak için kendi arzularına öncülük eden öncülerine ne ölçüde destek sundukları herkesin malumudur. Ve buna rağmen çok ağır bedellerle katkı verdiği bir surecin bitişini. “Ee ne yapalım, demek ki ortam ve koşullar böyle olmasını makul gösteriyor” diyecek kadar olgun bir profil çizdi.
Çünkü uğruna akıtılan kan, artık ulus olma hakkaniyetin mantık parametrelerine makul görülemiyordu. Bundandır ki, büyük bir cabayla her türlü ayrışmaya karşı hazırlanan Kürt halkı Türkiye’nin demokratikleşmesi adına kan akıtılma gerekçelerini içine sindirmediği gibi, Kürtlerin coğrafyası kan gölüne dönüşüyoru da bu nedenle içine sindiremedi.
Şunu açık ve net söyleyelim, dün akıtılan kan akışı dünün istemleriyle anlamlaşabiliyordu. Bugünle akıtılan kan, ortaya atılan bugünün istemleriyle hiç ama hiç anlamlaşmıyor. Demokrasi, barış, kardeşlik, birlikte yaşamak Kürt halkının içine siniyor, ama bu istemlerden her hangi birinin gerçekleşmesi için illa da ve sadece Kürtlerin kanı ya da Kürt coğrafyası ölüm vadisine dönüşmesini de içine sindirmediği görülüyor. Velhasıl yerleşim alanların tahrip edilişinde, gerekse de Sayın Demirtaş ve diğer HDP’li vekillerin tutuklanma surecinde Kürtlerin sessiz kalmasını sadece “düşman baskıları”na bağlamak bizi doğru sonuca götürmez.
Götürmez çünkü düşmanın düşmanlıklarından daha çok Kürt halkı adına Kürt sorunun çözümünü üstlenmişlerin yetmezlikleri var işin içinde. Zira yıllarca çok ağır bedeller ödeyip de mevzi kazanan Kürtlerin tüm mevzileri bir çırpıda romantik devrimlere kurban ediliş hikâyesi ve yüz yıl öncesine özgün koşulların derinliklerinde kalmışların bitmeyen romanı var.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.