Günümüzde yaşanan vekalet savaşlarının ve çatışmaların nedeni Ortadoğu'da kurulmak istenen yeni düzende egemenlik mücadelesidir. Bölgenin jeopolitik konumu ve zengin petrol rezerv bölgesi olması egemenlik mücadelesini kanlı çatışmalara dönüştürüyor.
Bu mücadelede şimdilik girdiği her savaşta sınırlarını genişleten bir İsrail ve yayılmacı amacına rağmen yok etmek istediği İsrail ile savaşa girmeyip kendine bağlı örgütleri kullanarak savunmada kalan İran var. Bu iki ülkenin karşı karşıya gelmesinde öne çıkarılan neden Filistin sorunu olarak görünmesine rağmen Ortadoğu'da bütün sorunların odağında yer alan ve çözümü halinde bölgenin haritasını değiştirecek olan dört parçaya bölünmüş olan Kürdistan'dır.
Geçen yüzyıldan kalma sınırların gelişi güzel masa başında çizildiği Sykes-Picot Anlaşması bu coğrafyada sürdürülebilir bir anlaşma olmaktan çıktı. Sınırlar çizilirken Winston Churchill'in dediği gibi Ortadoğu'da etnik ve mezhep çalışmalarında akan kan durmuyor. Bunun içinde yeni bir anlaşmaya ihtiyaç var.
İran'ın İsrail'e Hamas saldırısı ile başlattığı, Lübnan'da Hizbullah ile devam eden savaş ile birlikte Ortadoğu'da ülkeler taraf olup rol kapma yarısına girdiler.
PKK ve DEM Partiyi yönetenlere göre bölgedeki savaşlar "Emperyalizmin Ortadoğu'da yeni bir dizaynı dayatma pesinde olduğu için" yapılıyor. Bu doğru, emperyalizm her savaşta olduğu gibi bu savaşta da kendi çıkarını gözetiyor. Ancak unutulmaması gereken savaştan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu sonrası emperyalist devletler tarafından Kürdistan yeniden bölündü ve Ortadoğu'da yeni devletler kuruldu. Kürdistan'ın bölünmesi ve yeni bağımsız devletler kurulmasını emperyalist ülkelerin istemesi ile gerçekleşti. PKK ve DEM Parti yeni devletlerin kurulmasına ve Kürdistan'ın bölünmesine itiraz etmediği gibi karşı çıkmıyor. Emperyalist ülkelerin böldüğünü bile bile Kürdistan'ın birleşmesine ve Kürdlerin devlet olmasına "emperyalizmin oyunu" diyerek çelişkiler içinde karşı çıkıyor.
Emperyalizme karşı mücadele verdiklerini savunan PKK ve DEM Parti "emperyalizmin" oyununa gelmemek için Güney Kürdistan'ın adını bile anmaktan imtina ediyor, Irak'ın kuzeyi diyorlar. Irak'ın kuzeyi dedikleri bölgenin adı bütün dünyanın kabul ettiği Kürdistan'ın güneyidir. Güney Kürdistan ağır bedeller ödedikten sonra kazanılan federatif bir yapıdır. Bu federatif yapıyı da yapılan demokratik seçimlerle başa gelen partiler yönetiyor.
Irak'ta birlikte yaşamın artık mümkün olmadığı için Güney Kürdistan'da yaşayan halkların bağımsız devlet olmak için yaptıkları referanduma, alınan ezici evet (%92.3) oyuna rağmen emperyalizmin oyunu diyerek karşı çıkan PKK ve yasal uzantıları tarihte adı-sanı olmayan Irak diye devletinin kurulmasına ve yapay sınırlarla Kürdistan'ın güneyinin bölünüp Irak'a katılmasına karışı çıkmıyor.
Ortadoğu'da yaşanan kritik süreçte Bahçeli'nin DEM Parti'nin yöneticileri ile tokalaşarak başlattığı ve PKK'nin silah bırakması için Öcalan'dan çağrı yapmasını istemesi ile yeni bir ivme kazandırdığı sürece Erdoğan’ın da destek vermesi ile Ortadoğu'daki değişim sürecinde Türkiye "Bende varım" dedi.
Olumlu ve olumsuz aldığı tepkilere rağmen Bahçeli'nin açıklamalarında her hangi bir değişiklik olmadığı gibi geçmişteki söylemleri ile çelişkili bir durum da ortada yok. Öcalan için idam cezası kaldırılsın diye Ecevit ile birlikte imza atan aynı Bahçeli. Bahçeli'nin istediği Öcalan'ın yargılandığı mahkemede ve sonra İmralı Cezaevi'nde ziyaretine gelen heyetlere "çözüm için devletin emrinde olduğunu, silahlı mücadelenin bitmesi gerektiğini, Kürdistan diye bir sorunu olmadığı" gibi sözlerini DEM Partinin grup toplantısında tekrar etmesini. DEM Parti grup toplantısında bunları tekrar ederse karşılığında da umut yasasından faydalanabileceğini, yani tahliye edilebileceğini söylüyor.
DEM Partiyi yönetenlerinin balıklama atladığı Bahçeli'nin sözlerini Kandil samimiyetsiz buldu. PKK Merkez Komitesi adına açıklama yapan Helin Ümit Bahçeli'nin açıklamalarını "Özel savaş oyunu, Komplo, esas amacın PKK'yi bitirmek olduğunu" söyledi. Yapılan "açıklamaların bir ayağının ABD'de olduğunu" belirterek lafı emperyalizme getirdi.
Bilindiği gibi PKK ve legal uzantıları her zaman olduğu gibi son sözü İmralı Cezaevi'nde olan Öcalan'ın söyleyeceğini sürekli tekrar ederler.
Siyasi mücadele veren illegal örgütler, örgüt içindeki konumu ne olursa olsun, ister lider ister sıradan bir üye, yakalandığında örgütü ile bütün ilişkileri özgür kalana kadar askıya alınır. Özgür kaldıktan sonra soruşturma aşamasında ve cezaevindeki tavrı ile mahkemede yaptığı savunmasına göre örgütle olan ilişkileri ya biter ya da devam eder.
Güney Afrika'daki ırkçı Apartheid rejimi ülke içindeki mücadeleye ve ülke dışındaki baskılara dayanamaz hale geldiğinde Robben Adası'ndaki cezaevinde bulunan Afrika'nın efsanevi siyahi lideri Nelson Mandela ile görüşmek istediklerinde Mandela "özgür olmadığını, cezaevinde olduğunu, cezaevinde olan bir kişinin de dışarıdaki mücadele ile ilgili karar veremeyeceğini, bu nedenle dışarıdaki arkadaşları ile görüşmelerini" söyler.
Devlet (Bahçeli değil) Kenya'daki uçağa bindirildiğinden beri hizmete hazır olduğunu tekrar eden Öcalan'ın hizmet etmesinin vaktinin geldiğine karar vermiş. Ayrıca Devlet Bahçeli'nin Öcalan'dan baskı ve zorla söylemesi istediği bir şey yok. Öcalan zaten hizmet için gönüllü.
DEM Parti, PKK ve onlarca yayın organı da İmralı'da "tecritin kaldırılması" ve Öcalan’ın konuşması gerektiği yıllardır yazarak istediler. Bu yayın organlarına yön veren Veysi Sarısözen "Bağımsız Kürd devletinin kurulması emperyalist devletlerin (ABD) isteğidir. Bu tehlikeyi ancak İmralı bertaraf edebilir. Bunun anahtarı da İmralı'dır. Bunun içinde tecrit kaldırılmalı ve Öcalan konuşmalıdır" demişti. Şimdi aynı şeyleri Bahçeli dedi diye karşı çıkmanın ne anlamı var?
PKK bu güne kadar silahlı mücadeleyi bırakması için yapılan bütün çağrılara son sözü Öcalan söyler diye yanıt verdi.
Öcalan'ın "Devletin emrindeyim, Kürd kimliğine gerek yok, Devlet adına çalışmak istiyorum, Hizmetim karşılığında makam rütbe istemeyeceğim, Devletin hizmetine girmek istiyoruz bize yol gösterin" dediğini bile bile PKK bu güne kadar "silahlı mücadeleyi bırakın" çağrılarına "siyasi irademiz" diyerek son sözü Öcalan'a bıraktılar.
Anlaşılan İmralı'ya konulan "tecrit ve görüş yasağı" bahanesi ile mağdurları oynayanlar Öcalan'ın yaptığı itirafları haber kanallarında tekrar etmesini istenmiyorlar. Bunun için de Öcalan İmralı'da kalsın istiyorlar. Tusaş'a yapılan saldırı eylemi de bana göre bunun içindi.
"Doğu ve Güneydoğu'ya" yapacağı ziyaret için "Demirtaş ile görüşmeden olmaz" diyen CHP Genel Başkanı Özgür Özel "Türkiye'de bir sorun çözülecekse hep birlikte kalkınmaya, güçlenmeye, zenginleşmeye, demokratikleşmeye önem verilecekse, bunun adımı atılacaksa tüm aktörler kıymetlidir. Demirtaş gibi bir aktörün altı da kalın kalın çizilmelidir" diyor. Diyarbakır'a gitmeden önce Demirtaş'ı ziyaret etmek aklına gelmeyen Özgür Özel bu süreçte kendisine biçilen rol gereği "AKP'nin Öcalan'ı varsa CHP'nin de Demirtaş'ı var" demek istiyor. Böylece Özel ulusal mücadele yerine Türkiyelileşmek isteyen, bunun içinde AKP ve CHP arasında farklı tercihleri olan Öcalan ve Demirtaş'ı paylaşarak yurtsever tabanı bu ikilem ile taraf yapıp yeniden bölmeyi istemekten başka bir şey değil.
Bahçeli'nin başlattığı süreçte "Ayranı kabaran" İyi Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu ortada Kürd sorunu ile ilgili kayda değer bir gelişme olmadığı halde bir zamanlar Bahçeli'nin yaptığı gibi idam ipini fırlatarak partisinden kopmalar engel olmak istedi.
Yıllardır Kürdlerin ulusal talepleri, ilgisi olmadığı halde bilinçli olarak PKK ve yaptığı terör eylemleri ile birlikte ele alınarak değerlendiriliyor. Var olan Kürd ya da başka bir deyiş ile Türk sorunu, adı ne olursa olsun sadece ekonomik ve demokrasi sorunu değildir. Bu sorun PKK ve DEM Parti ile birlikte değerlendirilmeli. Ortada yeni bir surecin olduğu söyleniyor, yeni süreçte silahların susması, kirli savaşın ve sivil halkın zarar gördüğü terör eylemlerinin bitmesi olumlu bir gelişmedir.
Ancak bu gelişmeler Kürd ulusal taleplerinin bittiği anlamına gelmez. Kapalı kapılar ardında, halktan gizli yapılan görüşmeler ile, liderlerin ağzından çıkan bir-iki laf ile de sorun çözülmez. Kürd sorunu ulusal bazda kimlik ve eşitlik sorundur. Kimliği olmayanın ,kimliğine sahip çıkmayan bir ulusun demokrasi sorunu ve talebi de olamaz.
Öcalan serbest bırakılsın, TBMM'de istenirse her gün konuşturulsun, Çankaya'da ev mi tutulur Amara'ya mı yerleşir hiç önemli değil. Bunların hepsine "Yetmez ama evet" diyorum. Ancak yeni süreçle birlikte Kürd sorununun özgürce tartışıldığı ortamın yaratılmasını da istiyorum.
Kürdlerin ulusal talepleri var, Bahçeli'nin yaptığı çağrıda bu taleplere yer verilmemiş. Çağrı ulusal içerikten yoksundur. Ulusal içerikten yoksun çağrılar Kürdlerin ulusal sorunlarını çözmediği gibi bu güne kadar engel olarak kullanıldı.
Abartmaya, başka anlamlar yüklemeye gerek yok. Devletin Bahçeli ile başlattığı sürecin iki amacı var, birincisi kirli savaşı bitirip Kürdlerin desteğini almak. İkincisi de bu destek ile Ortadoğu'da kurulmak istenen yeni düzenden rol kapmak.
Adnan Güllüoğlu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.