Kürdistan'da 90'lı yıllarda meydana gelen ve Kürt tarihine kara bir leke olarak geçen kardeş kavgaları yaşandı.
Ana akım Kürdistanlı siyasi hareketler arasında yaşanan bu çatışmalar, Kürt siyasi literatürüne “brakuji - kardeş kavgası” diye geçti. Uluslararası toplum çatışmaları “Kurdish civil war - Kürtlerin iç savaşı” olarak tanımladı.
Söz konusu silahlı çatışmalar, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasında başlayıp, yine Kürdistan Yurtseverler Birliği ve İran Kürdistan Demokrat Partisi (İ-KDP) ile Kürdistan Demokrat Partisi arasında meydana geldi. Kürdistan Demokrat Partisi ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki çatışmaların üzerinden ise yaklaşık 24 yıl geçmiş bulunuyor.
Çatışmalarda aralarında peşmergeler, gerillalar ve sivil halktan olmak üzere binlerce Kürt hayatını kaybetti.
Bu makale, Kürdistanlı siyasi güçler arasındaki sorunlarda, kimin haklı veya haksız olduğunu ele almıyor. Ele alınmak istenen, sorunların çözümünde izlenecek yol ve yöntemin neler olması ve söz konusu siyasi hareketlere "dost" olduklarını ve destek verdiklerini ifade eden kesimlerin tavırlarını irdelemeye çalışıyor.
Yukarıda sıraladığım çatışmaların nedenleri arasında, Kürdistanlı gruplar arasında güç, yetki ve toprak paylaşımı üzerine anlaşmazlıklar vardı. Bu buzdağının görünen kısmıydı. Dikkatlice bakıldığında ise, söz konusu gruplarla ilişkili olan ve çatışmalara arkadan askeri ve lojistik destek veren Irak, İran ve Türkiye devletlerinin olduğu ortaya çıkar.
Son yarım yüzyıldır Kürdistanlı siyasi gruplar dört sömürgeci devletin aralarındaki çatlaklardan yararlanarak var olmaya çalıştılar. Kuşkusuz bu pozisyon birbirlerine karşı silahlı çatışmaya varan, acımasızca eylemlere neden oldu.
Saddam’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan uluslararası ve bölgesel siyasi konjonktürdeki denge değişiklikleri, Kürdistanlı siyasi grupların dört sömürgeci devlet ile olan bağımlılık ilişkilerini tümüyle ortadan kaldırmasa da zayıflattı. Kürtler, ulusal demokratik kazanımlar elde etmeyi, grupsal varoluşlarının ötesinde görmeye başladılar.
Kuşkusuz uluslararası toplumun Kürtler ile kurduğu ilişki, verdikleri siyasi, diplomatik ve askeri desteğin bunda önemli rolü oldu. KDP ve KYB çatışmasına ABD son verdi. Rojava Kürdistanı’nda PYNK ile ENKS arasında sorunların çözümünde arabuluculuk çalışmalarına yine ABD öncülük ediyor. Bunun övünülecek bir yanı olmamakla birlikte, neden sadece dış aktörlerin müdahaleleriyle Kürdistanlı siyasi yapıların bir araya gelebildikleri sorusunun sorgulanması gerekiyor.
Uluslararası toplumun desteğiyle Kürdistanlı siyaset yapıcılar ve oyun kurucular başkaları değil, kendileri olmaya çabaladılar. Kendi omuzları üzerinde başkalarının kafalarını değil, kendi kafalarını taşıdıkları zaman özgürleşebileceklerini ve kazanımlar elde edebileceklerini gördüler.
Kürdistan’ın dört parçasında siyasi güçlerin elde ettikleri tüm kazanımlar, kendi grupsal çıkarlarının ötesinde, cesurca, birlikte omuz omuza ritmik ortak hareket ve duruşla elde edildi. Kazanımların kaybedilmesi ise Kerkük ihanetinde ve Rojava Kürdistanı’nda olduğu üzere, grup çıkarlarının ulusal demokratik kazanımların önüne konulmasıyla meydana geldi.
Zaman, Kürtler arasındaki çatışmanın yanlış olduğunu ispatladı.
Artık Kürtlerin ve Kürdistan’ın ne zaman kazanacağı ve ne vakit kaybedeceğinin ölçüsü ortaya çıkmış bulunuyor. Zaman, Kürtler arasındaki çatışmanın yanlış olduğunu ispatladı. Sorunların çözümünde demokratik çoğulcu prensipler, yetki ve güç paylaşımında müzakere ve uzlaşı ise Kürtlere kazandırıyor. Savaş tamtamları ve iç çatışma ise kaybettiriyor.
Kürdistanlı siyasi güçler arasında çatışma zemini yaratmak suretiyle, Kürdistan’ın kazanımlarını ortadan kaldırmak, Türkiye, İran, Irak ve Suriye'nin bilinen Kürt siyasetidir. Bunda garipsenecek veya keşfedilecek yeni bir şey yok. Sorun Kürdistanlı siyasi güçlerin bu düşmanlık siyasetine karşı duruş ve söylemleridir.
Bu vesileyle son dönemlerde çatışma dilinin yükselmesinin en önemli nedenlerinden biri de PYNK ile ENKS arasındaki birlik görüşmelerinden Ankara ve Tahran'ın duyduğu rahatsızlıktır. Türkiye ve İran’ın Güney Kürdistan’a başlattıkları operasyonun zamanlaması, Rojava Kürdistanı’nda birlik görüşmelerinin başlaması ile aynı döneme denk gelir.
Beğenelim veya beğenmeyelim KDP, Güney Kürdistan'ın kurucu partilerinden biridir. PKK ise Kuzey Kürdistan ve bölgede KDP gibi önemli bir siyasi aktördür. Her iki hareket de sütten çıkmış ak kaşık değillerdir. Hata yaptıklarında eleştirmemek, doğru yaptıklarında küçümsemek ve aşağılamak siyaseten ahlaki ve vicdani bir tavır olamaz.
Maalesef her iki grup içinde ve kendilerini KDP veya PKK’nin ‘dostu’ olarak tanımlayan çevrelerin, İran ve Türkiye başta olmak üzere bölge devletlerinin siyasetine su taşıdıkları görülüyor. Bu kesimler, birbirlerine yönelik yazılı, görsel basında ve sosyal medyada nefret dili ve kara propagandayı siyasette kural kabul edip, birbirlerini suçlamaktadırlar.
KDP veya PKK düşmanlığı yapan çevrelerde oluşan ortak siyasi körlük, Kürt sorununun müsebbibi olan sömürgeci devlete karşı duruş ve eleştiriyi, ikinci hatta üçüncü plana ötelemiştir.
Bu kesimlerin birbirlerine karşı eleştirilerindeki en önemli saldırı ve savunma kavramı ‘Kürdistaniliktir’. Oysa söylemleri ve eylemleriyle bu kavramın içeriği boşaltılır.
Yine her iki hareket içinde ve çevresinde sağduyulu, diyaloğu ve kardeşlik hukukunu öne çıkararak buna karşı durmaya çabalayan kesimler mevcuttur. Bu kesimler taraflara sükûnet çağrıları yaparak, Kürdistan’ın ulusal demokratik kazanımlarını koruyup ilerletmek için ellerinden gelen çabayı sarf etmektedirler.
Modern, çağdaş ulus ve topluluklarda sorunların çözümü uzlaşı, hoşgörü ve diyalog kültürü üzerine inşa edilmiştir. Düşmanlık ve çatışma ise az gelişmiş ulus ve topluluklara özgü bir anlayıştır. Kürtler, çağdaş ve modern uluslar kategorisinde olmayı hedeflemiş bir ulus ise, sorunların çözümünde siyasi aktörlerin tercihi, diyalog ve uzlaşı olmalıdır.
KDP ve PKK arasında sorunlar siyasidir. Çözümü de siyasi diyalog, hoşgörü ve kardeşlik hukukuyla olmalıdır. Elbette bölgede dostu memnun eden, düşmanı da kızdırmayan bir siyaset zor zanaattır.
Taraflar bu zorluğun bilincinde birbirlerine yaklaşabilirler. KDP ve PKK çevrelerine ve onların dostlarına düşen görev ise, her iki güç üzerinde bu yönde baskı kurmaktır. Savaş tamtamları çalmak ve benzine ateşle gitmek olmamalıdır.
Erbil ve Kamışĺı'da elde edilen kazanımlar, Diyarbakır ve Mahabad'ın elini güçlendirir. Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam'ın ise elini zayıflatır.
Mesud Barzani, Kürdistan Bölgesi Başkanı seçilmesindeki en büyük etkenin, Kürtler arasındaki iç savaşın sonlanmasındaki rolüne bağlar. Barzani, 26 Nisan 2014’de BBC’ye verdiği mülakatta, Kürdistan’da 90’lı yıllarda gerçekleşen iç savaşın Kürdistan için kara bir leke ve anlamsız olduğunu belirtir. Kürdistan’ın bir mahkemesinde, bununla ilgili bir dava açılırsa, her zaman ifade vermeye hazır olduğunu ifade eder.
Kürtler arasındaki düşmanlığa varan çıkmazı en yalın biçimde ifade edenlerden biri de, Amerikalı diplomat ve federal Irak Anayasasının yazımında önemli rolü olan Peter Woodard Galbraith'dir. Galbraith: “Kürtlerin çok düşmanı var, ama en kötü düşmanları kendileridir!” belirlemesinde bulunur.
Kürtler iç barışlarını koruyabilirlerse, özgürlüklerine giden yolun taşlarını döşeyebilirler. KDP ve PKK'ye düşen görev aynı masa etrafında oturup, sağduyu ve uzlaşıyla sorunları çözmektir. 'Uzlaşıda uzlaşmak baş eğmek değildir'. Her iki hareketin dostlarına düşen görev ise onları bu yönde desteklemektir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.