Millet ittifakı bileşenlerinin son toplantısında ittifakı oluşturan dört parti liderinin Cumhurbaşkanı adayı olarak Kılıçdaroğlu'nu işaret edince, ittifakın ikinci büyük partisi İYİ Parti genel başkanı Meral Akşener kavgayla masayı terk etmişti. Yetkili kurullarıyla yaptığı toplantı sonrası, Millet ittifakı içinde yer alan ortaklarını ağır ithamlarla suçlamıştı. Kendi tabanı ve seçmen nezdinde yapmış olduğu bu çıkış kabul görmemiş, parti tabanından ve seçmenlerden yoğun eleştirilere muhatap olmuştu. Bunun üzerine kerhen masaya dönmek zorunda kalmıştı. Kapalı kapılar ardında yapılan uzun süreli istişareler sonrası şartlı bir şekilde Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına “evet” demişti Adı geçen bu kadın politikacının ideolojik duruşu ve yüzyıllık süreçte devletin mağdur ettiği toplumsal kesimlere karşı gütmüş olduğu ırkçı ve şoven bakışını örnekler vererek yazılarımda eleştirmiştim. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 10 Mart'taki açıklamasında seçimlerin 14 Mayıs’ta yapılacağı yönündeki kararnameyi imzalayarak resmi gazetede yayınlanmasıyla, ülkenin geleceği ve yönetim şeklinin nasıl olacağı konusu gündemin birinci sırasına oturdu.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş paradigmasının tekçilik, inkarcılık ve tek adam diktatörlüğü temelinde şekillenmiş olduğunu hepimiz biliyoruz. 21 yıldır tek başına iktidarda olan AKP ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan, gönlünde yatan Neo-Osmancılık idealini daha üst bir noktaya taşıyarak, 2002 seçimlerinde iktidarı paylaştığı Fetullahçı tarikat ile aralarındaki iktidar ve rant kavgalarının su yüzüne çıkmasıyla daha önce darbecilik ile suçlayıp içeri attıkları kişiler için “savcısıyım" dediği Ergenekoncu-İttihatçı ve darbeci kesimlerle yeni bir ittifak kurmuştu. Bir ayağı aşırı İslamcılık, diğer ayağının aşırı devlet milliyetçiliği ve ırkçılık olan “Türk-İslam sentezi" paradigması çerçevesinde devletin bütün kurumlarını bu yeni anlayışa göre dizayn ettiler. Haziran 2014 seçimlerinde ilk kez meclis çoğunluğunu kaybedince, bir meclis darbesiyle ülkeyi tekrardan bir seçime götürerek hile ve tehditlerle iktidar oldu. 2018 seçimlerinden sonra adını; "Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi" koydukları otokrat bir rejime doğru ülkeyi sürükleyerek, var olduğuna inanılan demokrasi ve hukuk kırıntılarını da ortadan kaldırdı. Ve/Fakat resmi değil, fiilen iktidarı ülkenin en bağnaz ve en ırkçı parti ve kesimlerle paylaştı (MHP, BBP, Vatan Partisi) Şu anki manzara bu.
Kaderin bir cilvesi mi diyelim? Paraşütle birden kendini CHP genel başkanı koltuğunda bulan Kemal Kılıçdaroğlu, devleti kuran partisinin, kendi halkına hep tepeden bakan, vatandaşı küçümseyen, devleti vatandaşın üzerinde gören, farklı etnik ve inanca sahip kesimlere kuşkuyla yaklaşan, yer yer onları düşmanlaştıran ve devletin sınırlarını çizdiği bu paradigmal anlayışın sürdüğü müddetçe başta Kürtler olmak üzere Gayrimüslimler, Kemalizm ile aralarına mesafe koyan Aleviler ve muhafazakar-Dindar Türklerden oy alamayacağını gördü. Eskiden Orduya güvenerek pusuda bekleyip, 10-15 yılda bir rutinleşmiş darbeler vasıtasıyla askerin süngü gücüyle bir müddet iktidarda kalabiliyorlardı. Serbest seçimler başladığında iktidardan tepetaklak düşerlerdi. Bu sürgit kısır döngüde, Kılıçdaroğlu partisinin ömür billah iktidar yüzünü bir daha asla görmeyeceğini anladı. Bir adım ileri, iki adım geri yalpalayarak, mahcup açılımlar denedi. Can yakıcı temel sorunlara pansumanvari yaklaşarak, ülke tarihinde yaşanmış acı ve trajedilerle dolu zulüm ve soykırımlara varan katliamları unutturmak istedi. Adına da "helalleşme" koydu. Hak talebinde bulundukları için katliamlara uğramış kesimlerin torunlarına "gelin helalleşelim" demek, o insanların acılarıyla resmen alay etmektir. Bilmeyen de sanır ki, "Eh siz bize bir tokat attınız, biz size iki tokat attık. Haydi uzatmayalım helalleşelim" diye anlar. Oysa bu zulüm ve katliamların birinci derecedeki sorumlusu CHP dir. Yapılması gereken Kılıçdaroğlu tarihsel olarak yaşanan bu trajediler için mağdurların torunlarından özür dileyip, yaşatılan bu acıların neden ve sonuçlarıyla samimiyetle yüzleşmeyi gündeme taşımalıydı. Peki CHP, kurumsal olarak bu politikalardan ve yapılanlardan pişmanlık duyuyor mu? Hayır. Parti politikalarını belirleyen ulusalcı-İttihatçı kadro, tersine "Olsa yine yaparız" modundalar.
CHP bu anlayışla bu politikalarla ancak kendisini kandırabilir. 6 okun belirlediği ilkelerle hareket eden bir parti asla sosyal demokrat olamaz. Kemal Kılıçdaroğlu, bu konuda ısrar eder ve çok ileri giderse, CHP'nin İttihatçı faşist damarı anında devreye girer ve onu alaşağı ederler. Cumhur ittifakının talep ve arzuları ile Millet ittifakının yönetim anlayışları arasında da temelde bir fark yoktur. Mesele haklar ve özgürlükleri getirmek değil, devleti kimin/kimlerin yöneteceği meselesidir. Yüzyıllık zulüm ve katliamların vesilesi olmuş tekçi ve inkarcı anayasa maddelerini değiştirme vaatleri var mıdır? Hayır (DEVA Partisinin çekingen ve mahcup itirazına CHP ve İYİ parti anında cevap vererek "Bu maddeler bizim kırmızı çizgimizdir. Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez" dediler demeye de devam ediyorlar) Devletin yönetim şeklinin Cumhuriyet olması dışında tekçiliği ve inkarı dayatan "Vatandaşlık bağı ile devlete bağlı olan herkes Türktür" ya da; "...Atatürk Milliyetçiliğine bağlı..." gibi maddeler anayasada durduğu sürece bu ülkeye demokrasi ve özgürlüklerden bahsedilemez. Atatürk milliyetçilinde Kürtlerin, Ermenilerin, Alevilerin ve diğer azınlık halkların kimlik hakları ve yeri var mıdır? Bu inkarcı maddelerden dolayı kamusal alanda sık tartışmalar yaşanıyor. Mecliste, Kürt Milletvekilleri bir sorunu Kürtçe dile getirdiklerinde onların sözleri tutanaklara; "Hatip bilinmeyen bir dille konuştu" Mahkemelerde de; "Sanık bilinmeyen bir dille kendini savundu" diye geçer. Sayıları milyonlarla ifade edilen bir ulusa bundan daha kötü bir aşağılama olabilir mi? Türkler ve Türkçenin bu topraklarda vücut bulması, yaklaşık bin yıllık bir zamana dayanıyor. Kürtçe, Ermenice, Rumca, Lazca ise bu semalarda binlerce yıldır yankılanıyor, yankılanmaya da devam ediyor.
Bu seçimde Kürtlerin oyları seçim kazanmakta son derece belirleyicidir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Kürtler hangi kişi ve ittifakı desteklerlerse o kazanır. Kürtler ve Türkiye'nin diğer mağdurları, gasp edilmiş temel haklarına kavuşmak istiyorlarsa, bu ittifaklarla gizli kapaklı pazarlıkları değil, resmi ve bağlayıcı anlaşmalar sonucunda oylarını kullanmalıdırlar. Eski aymazlıklara düşerek; İttifakların; "Kimse bilmesin. Bizi destekleyin iktidar olursak bu sorunları çözeriz" demelerine asla kanmamalıdırlar. Amaçlarına ulaştıktan sonra "Alavere dalavere Kürt Memet nöbete” tekrarlanmamalıdır. Kürtlere her gün her saat açık bir şekilde hakaret eden, aşağılayan,1990 larda derin devlet örgütü JİTEM'in örgütlediği azılı katilleri devreye sokarak on binlerce kişinin canına kastetmiş sembol katillerin posterlerini turibinlerde açtıran ırkçılara arka çıkan, onlara tebrik mesajları gönderen, demokrasi ve hukukun var olan kırıntılarını da ortadan kaldıran bu otokrat rejime sandıkta gereken cevap verilmelidir. Çürümüş ve kirlenmiş bu siyasi oluşumlarla evrensel demokratik kriterleri oturtmak, tekçi, inkarcı ve ceberut devletin demokratikleşmesi sanıldığı gibi hiçte kolay olmayacaktır. Kürtler CHP ye değil, Kemal Kılıçdaroğlu'nun şahsına bir şans vermelidirler. Cumhurbaşkanlığına seçildiğinde “Halil İbrahim sofrası" adını verdiği yönetime herkesin hakkı oranında bu sofrada yerlerini gerçekten alabilecek mi? İzleyip görmek lazım. Kılıçdaroğlu, Kürt ulusal sorununa demokratik bir çözüm getirmek ve otoriter ceberut devleti demokratikleştirilmek niyeti varsa, şeffaf olmalıdır. Onun bu iddiasına bir şans verilmelidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.