Daha önceki makalelerimizde Ortadoğu'nun yeniden dizaynı ve siyasi haritaların mutlak değişeceğinden bahsetmiştik. Gelişmeler o noktaya doğru adım adım ilerliyor. 1916 yılında dünya hakimi İki emperyal devlet (İngiltere ve Fransa) adına Sykes-Picot denilen haksız ve son derece adaletsiz gizli bir anlaşmayla Osmanlı İmparatorluğunu yıkarak bu bölgedeki toprakları parçalanıp bölünerek onların arzuladıkları şekilde Arap manda devletleri ortaya çıkmıştı. Bu bölünme ve parçalanma da en fazla zarar gören Ermeniler ve Kürtler olmuştu. Ermeniler, binlerce yıl üzerinde yaşadıkları topraklarından kıyım ve tehcirlerle varlıkları silinme noktasına gelmiş, Kürtler de kendi toprakları üzerinde bütün ulusal kimliklerinden ve onurlarından mahrum bırakılmış, karşı çıkışları soykırımlara varan katliamlarla ve asimilasyonlarla onları eritmeye çalışmışlardı. Bu süreç hala devam ediyor.
2. Dünya savaşı sonrasında soğuk savaşın başlamasıyla Sykes-Picot anlaşması derin bir yara almış, Avrupa ve Amerika'nın aleyhinde bir durum ortaya çıkmıştı. Bu bölgedeki krallıklar, Sovyetler Birliğinin desteklediği o ülkelerin aşırı milliyetçi subayları ve bürokrasideki onların destekçileri tarafından bu krallık rejimleri askeri darbelerle yıkıldı. Libya da Muammer Kaddafi, Mısırda Abdülcemal Nasır, İran’da Muhammed Musadık (Musadık seçimle iktidara gelmiş bir siyasetçiydi. O da batının tüm yatırım ve altyapılarını millileştirmek istemişti) Irak'ta Abdülkerim Kasım, sonraki halefi Saddam Hüseyin ve Suriye'de Hafız Esad darbe ile iktidara geldiler. Bu darbeciler, ülkenin inanç, etnik ve mezhepsel tüm farklılıklarını yok sayarak karşı çıkanları da ezerek, ordu ve polis gücü ile iktidarlarını sürdürdüler. Etnik ve inançsal hak talebinde bulunan muhalifleri kimyasal silah da kullanmak suretiyle dünyanın gözleri önünde yok ettiler (Irakta Kürtler ve Şii Arapları, Suriye de ise baş hedefte yine Kürtler, bu ülkede Nusayri azınlık iktidarı (Arap Alevileri) karşıtı olan Sünni çoğunluk bu katliamlardan nasiplerini almışlardı. İşin İlginç yanı, "solcu" geçinen kesimlerin Türkiye'de, Suriye ve Irak'ta yüz binlerce masum insanın katili olan tek adam ve tek parti diktatörlükleri savunmuş olmalarıydı (sanırım hala savunuyorlar) Nedeni de Sovyetler Birliğinin bu diktatörleri destekliyor olmasıydı. Hak talebinde buluna mağdurlarını "Gerici" "Emperyalizmin uşakları" diye karalamaya çalışmışlardı.
Baskı ve katliamlarla iktidarlarını sürdürmeye çalışan bu aşırı milliyetçi diktatörler, ülkelerinin yeraltı kaynaklarından elde ettikleri gelirlerinin büyük bir kısmını olası bir ayaklanmaya karşı kendi vatandaşlarının hak taleplerini bastırmak ve onları katletmek için silah ve askeri harcamalara ayırmış olmalarıydı. Bu ülkelerde seçimler tam bir komedi. Tek parti ve tek ay var. Yani diktatörler kendileriyle demokratik bir şekilde yarışıyorlardı. Bu aşırı otoriter ve diktatör rejimler, tıpkı totaliter komünist Kuzey Kore gibi iktidarı saltanat haline getirmiş olmalarıydı. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra, Amerika ve batı Avrupa ülkeleri, soğuk savaş döneminde Sovyetlerin yanı başlarına gelmemesi için Küba deneyiminden dersler çıkartmış, güney Amerika’da kendilerinin daha önce destekledikleri askeri diktatörlükleri Sovyetlerin yıkılmasıyla onları kendi kaderleriyle baş başa bıraktılar. Bu askeri faşist diktatörlükler süreç içinde patır patır yıkılmaya başladılar. Ortadoğu'da böylesi bir durumun gerçekleşmesi imkansızdı. İslam toplumlarında aydınlar dahi mürit ve tebalığı, ayrıca güce tapmayı bir türlü aşamamış olmalarıydı. Hıristiyan toplumlarda ise halkın istemediği bir iktidar ayakta kalamaz. İslam toplumları güce ve şiddete boyun eğmeye ve itaat etmeye çok daha meyillidir. Soğuk savaş döneminde Sovyetlere karşı oluşturulan "yeşil kuşak projesi" ABD ve Avrupa, İslami fundamentalist akımları eğitip onları silahlandırıyor. Bu yapılar palazlanıp güçlenince (El Kaide, Taliban, İŞİD gibi) silahları bu kez sahiplerine doğrultular. HTŞ de Sünni köktendinci ve vahşi bir örgüttür. Bu örgüt, Sünni şeriatı dayatmak isteyen cihatçı bir örgüttür. Diğer tarafta, İran Şii Molla rejiminin kanatları altında ortadoğu'da palazlanarak bir güç haline gelmiş olan Hizbullah ve Haşdi Şabi gibi Şii içtihat temelli köktenci şeriatçı örgütler de İran'ın kanatları altında palazlanarak güç kazandılar. 1400 yıl öncesinin kural tanımaz vahşiliği ve barbarlığını 21. yy insanlık hayatına dayatmak isteyen bu çağdığı örgütler, insanlığın başına bela olmaya devam ediyorlar. Kendi içtihatlarına göre şeriat dayatmalarında bulunan bu örgütler, aynı zamanda birbirlerine can düşmandırlar. aynı peygambere, aynı kitaba inanmalarına rağmen, birbirlerinin kutsal mekanlarını (camileri) bombalamaktan da geri kalmıyorlar.
Şimdi can alıcı esas soruna gelelim. Neler oluyor? Önce bu projede yer alan aktörlere bir göz atmak lazım. ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Rusya ve İran, ABD desteğiyle İsrail'in HAMAS ve Hizbullah'a indirdiği ağır darbeler ve lider kadrolarını nokta atışlarıyla ortadan kaldırması, Ortadoğu'da İran'ın paramiliter bir gücü gibi hareket eden bu örgütleri hezimete uğrattı. Ardından İsrail'in İran'a küçük bir misillemesi, İran içinde bir anında bir çalkantıyla rejimin başını günlerce ciddi bir şekilde ağırttı. Bu hamle, İran'ı kendi kabuğuna çekmeye zorladı. Bazı yorumcular, söyledikleri kendi iç arzuları olacak ki "İran bu saldırıyı karşılıksız bırakmaz" gibi sözler doğru değildir. İsrail İran'a açıkça "bu bir uyarıdır" dedi. Orta ölçekli bir saldırı, İran içindeki bastırılmış devi harekete geçirir. Tıpkı Irakta olduğu gibi. İran yönetimi bunu gördü. İran şu an saha da güçsüz durumda. İsrail'in peş peşe Suriye rejimine yönelik yaptığı bombardıman rejimi epeyce zayıflattı.
Bu durum Irak'ı işgaliyle ortaya çıkan tepkilerden ders çıkartılmış gibi. Suriye ye Irakta olduğu gibi fiili bir yabancı işgali ile değil, bunu Suriye'deki "muhalifler" üzerinden yapacaklar. Muhalif kelimesini özellikle tırnak içinde kullandım. "Muhalif" dedikleri kesimler, aslında Türkiye'nin uluslararası alanda onlara güya sempati sağlamak için önce ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) sonra bu ismi değiştirerek SMO (Suriye Milli Ordusu) adını koydular. Bunlar paralı askerler ve çapulculardan teşekkül etmiş çeteci bir anlayışla hareket ediyorlar. Bir ideal uğruna veya devlet yönetmek gibi bir dertleri yok. Çoğunluğu lümpen ve tecavüzcülerden oluşmuş. Türkiye bunların hamiliğini yapıyor ve her türlü desteği sağlıyor. HTŞ (Heyet Tahrir-u Şam) Sünni fundamentalist bir terör örgütüdür. Daha önceki adı El-Nusra idi. İŞİD ile aynı zihniyette, kafa kesen vahşi bir örgüttür. Terör örgütü listesinden çıkmak için ismini değiştirdi. HTŞ yöneticileri İsrail'e şimdilik güzellemelerde bulunuyor. İsrail'e saygı duyduklarını, İşbirliği yapmaya hazır olduklarını üst düzey yöneticileri tarafından Bir İsrail televizyonuna açıklamalarda bulunmuş. Köprüden geçinceye kadar. Öyle görünüyor.
Batının desteklediği, Amerika ve İsrail'in sahada gerçekleştirmeye çalıştıkları bu proje, bu coğrafyada tek adam diktatörlük rejimleri ile çağdışı kalmış fundamentalist cihatçı ve totaliter ideolojik yapıları tamamen tasfiye etmeye yöneliktir. Bu tasfiyenin içinde PKK de var. PKK yöneticileri ya paradigma değiştirip, gerçek anlamda samimi demokrat bir Kürt partisine dönüşecekler veya tamamıyle tasfiye edilecektir. Suriye'den sonra muhtemelen sıra İran'a gelecektir. İran'ın fundamentalist Katil rejimi yıkıldığında, Kürtler rahat bir nefes alıp, ulusal özgürlükleri yolunda büyük bir ivme yakalayacaklar. 100 yıl önce ıskaladıkları ulusal özgürlüklerini siyasal bir statü ile taçlandırmaları da yakın olacaktır. Ama onları çok daha önemli bir duruş bekliyor. Ulusal birliklerini sıklaştırmaları, aşiret, parti ve bireysel çıkarlarını ikinci planda tutmaları elzemdir. Amerika ve Avrupa'nın Ortadoğu'nun bu yeniden yapılanması ile ilgili perde arkası konuşulan yorumlara göre Türkiye'ye bir misyon önermişler. Rusya-Çin ekseninden dönüş yapıp NATO ve batı kurumsal yapılarına samimi bir şekilde geri dönmesi, kendi iç Kürtleri ve diğer komşu Kürtler ile ciddi ve kalıcı bir barışı sağlayıp "hamilik" önerisinde bulunmuşlar. Tıpkı 1990 ların başında olduğu gibi. Saddam sonrası bunu Özal'a da sunmuşlardı. Özal; "Orta Asya dönüşünde çok güzel şeyler olacak" demiş, akabinde, Ergenekon ve devletin derini, Şemdin Sakık üzerinden silahsız 33 askerin katledilmesi ile bu proje sekteye uğramış ve Özal'ın da şüpheli ölümüyle bu sorunun üzerine bir ürtü çekilmişti.
Türk devlet politikasının en bağnaz ve en şoven partisinin liderinin herkesi şaşırtan ve hayrete düşüren çıkışlarını bu çerçevede okumak gerekir. Onun için aktörlerin derdi yeniden şekillenecek Ortadoğu'nun oluşmasında kimin nasıl ve ne kadar bir rol kaptığıyla ilgilidir. HTŞ ve "ÖSO" Şam'ı da aldıklarında nasıl bir yönetim planı ortaya çıkacak sorusu, onları destekleyen donatan bu güçlerin şartlarına bağlı bir şey (ABD, İngiltere ve İsrail) Kürtlere IŞİD'in saldırdığı gibi davranmamaları yönünde telkinlerde bulunmuş olacaklar ki bu örgütlerin açıklamalarında Kürtlerle bir alıp vermedikleri yok demişler. Anladığımız kadarıyla Mazlum Kobani ile de görüşmeleri olmuş. Çapulcu, terörist ve cihatçı vahşilere hiç güven olmaz. Kürtler yekvücut olmalı ve bu süreçte gerekli tedbirlerini almalıdırlar. Düşüncemize göre Suriye 3 bölgeye ayrılacak, Kuzey-Doğuda Kürtler, Lazkiye merkezli rejim taraftarı Nusayriler, İç ve güneyde Sünniler. Bunun eşitlik temelinde demokratik bir federasyon ile sürüp Suriye'nin bütünlüğünün korunması pek mümkün görünmüyor. Temel haklar, demokrasi ve özgürlüklerin ete kemiğe bürünmediği toplumlarda böylesi siyasi birliklerin yaşaması çok zor görünüyor. Tahminim, Esad rejimi yıkıldıktan kısa bir süre sonra ülke üçe bölünecek.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.