Bir kaç ay sonra yüzüncü yılına girecek olan tekçi ve otoriter cumhuriyet rejimi, kuruluşundan bu yana, ülkenin "zencisi" muamelesine tabi tuttuğu mağdurların (Kürtler, Gayrimüslimler, Aleviler ve Kemalizm ile aralarına mesafe koyan solcular) yüz yıllık süreçte ceberut devletin adı geçen kesimlere karşı uygulamaya koyduğu hak gaspları, ayırımcılık ve kitle katliamlardan yeterince dersler çıkarttığı söylenemez. Hayatın her alanında konu dolanıp Kürtlerin ulusal hak talepleri konusuna gelip dayandığında, karşısında ister otokrat cumhur ittifakı, ister Millet ittifakı iktidarı olsun, devletin sürdürdüğü inkarcı ve tekçi politikalar aynen devam edecektir. Kılıçdaroğlu seçilse bile, bol keseden vadettiği bu taahhütleri yerine getiremez. Bu konjonktürel şartlarda, devletin yüz yıllık süreçte Türk toplum algısına yerleştirdiği bölünme paranoyası ve milliyetçi hezeyanlarla dolduruşa getirdiği bir gerçektir. Mevcut Türk partilerinin (Sağlı, sollu) tamama yakını, bu tekçiliğin ve inkarın arkasında duruyorlar. Dolayısıyla etkili bir makama gelmiş bir kişinin dağ gibi birikmiş ve kronikleşerek kangrene dönüşmüş sorunları tek başına çözeceğini beklemek saflık olur. Kılıçdaroğlu şayet seçilir ve bu vaatleri yerine getirmeye kalkışırsa, başta kendi partisinin ulusalcı-İttihatçı kurmayları tarafından "Vatana ihanet etmek" le suçlayıp onu alaşağı etmekten zerre kadar imtina etmezler. Peki bu durumda Kürtlerin ve Türkiye'nin diğer mağdurları kaderlerine razı oturup beklemeli mi? Kesinlikle hayır.
O halde Kürtlerin ve diğer mağdurların bu seçimlerde nasıl bir tavır sergilemeli? Bu mağdurların hakları adına ortaya çıkan siyasi parti ve oluşumlar nasıl bir siyaset izlemelidir? Yıllarca böylesi ağır baskı altında inleyen adı geçen kesimlerin toparlanması ve rahat bir nefes alması için mevcut konjonktürü çok iyi değerlendirmelidirler. Bu durumların ağır müsebbibi olan, hukuk tanımaz ve adaletsiz otokrat rejim ile sandıkta mutlaka hesaplaşmalıdırlar. Kürt mahallesinde farklı siyasi anlayışa sahip suya sabuna dokunmayan, sadece ahkam kesen marjinal kesimlerin ceberut devletin yol açtığı tarihsel trajediler üzerinden hareketle "ne o ne o" diyerek Kürtlerin bu duruma seyirci kalmasını tavsiye ediyorlar. Bu son derece yanlış bir duruştur. Toplum ve siyaset biliminin alfabesinden haberli her birey, böylesi önerilerin somut ve mantıklı bir yaklaşım olmadığını bilir. Topluma önderlik ve yol göstericilik iddiasında olanlar, kendi toplumlarının içinde bulunduğu böylesi ağır şartlar altında bu süreci mümkün mertebe az zararla atlatmak, toplumun nefes alabilecek, kendini toparlayacak derecede zaman kazanacak eklektik siyasi kararlar alabilmelidir. Bu akılla, zekayla ve ince siyasetle yapılması gereken konjonktürel kararlardır.
21. yy’in ilk çeyreğinde Kürtlerin gasp edilmiş temel haklarına kavuşmaya bu kadar yaklaştığı bir süreçte, provokatif yanılsama sözlerle bu kazanımlara yine gölge düşürdüler. Kürtlerin son derece haklı ve meşru olan talepleri, özgürlük günü olan Newrozda provoke edilerek heba edildi. Kürt yoksullarının sırtında meclislere taşınan marjinal Kemalist Türk solundaki kesimler, Kürtler adına kışkırtıcı ve provokatif demeçler vererek, Türk toplumunda "Kürtler haklarına kavuşmalıdır" inancını taşıyan azınlıkta kalmış Türk demokrat kesimini de susturdular. Daha önceki yıllarda katıldığı televizyon programlarında samimi bir Kemalist olduğunu açıkça söyleyen Sırrı Süreyya Önder Newrozda miting platformuna çıkarak Öcalan'ı anarak; "...Sayın Öcalan'da eminim bizi izliyordur. Ona da buradan selam gönderiyoruz..." diyerek provokasyon fitilini ateşledi. HDP'nin değişmez kayyum eş başkanı Pervin Buldan'da 'benim neyim eksik' dercesine; "...Türkiye halkları tecrit istemiyor. Sayın Öcalan'a uygulanan tecrit kaldırılmalıdır" diyerek son atışı yaptı. Kürtlere kaybettirmek için devreye konan bu oyunu, bazı aymazlara ve aptallara pekala kulağa çok hoş gelebilir. Oysa Partilerinin eş genel başkanı Selahattin Demirtaş "siyasi suçlu" olarak 7 yıldır hapiste. Büyük bir kitleye sahip bu partinin, Demirtaş için ciddi ve samimi bir tepki ya da protesto yürüyüşü düzenlediklerini gören ya da duyan oldu mu? Selahattin Demirtaş'ın muhalif siyasi demeçler yüzünden cezaevinde tutulması bu hanımefendiyi Öcalan'ın yerinin darlığı kadar nedense hiç rahatsız etmiyor. Peki kendisi iktidara gelirse Öcalan'ı serbest bırakabilir mi? Mümkün değil. Yapamaz, yaptırtmazlar. Öyleyse bu türden provokatif konuşmalar neden? Bu konuşmaların yansıması kimlere kazandırdı? Kimlere kaybettirdi? Kürtlere kazanç sağlamadığı ortada. Bu çıkışlar, otokrat rejim ve onların taraftarlarına yaradı.
Seçmenlerinin yüzde 90’a yakını Kürtlerden oluşan HDP'nin "Türkiyelileşme" sevdası tam bir aymazlık ve garabettir. Ulusal kimliği, dili, kültürü inkar edilmiş, bu inkar anayasa ve yasalarla kayıt altına alınmış bir ülkede "Türkiyelileşmek" bütün bu inkarları, yok saymaları ve asimilasyonu kabul etmeleri demektir. Destek veren kitlenin yüzde 90’nını Kürtlerden oluşan bu partinin önceliği gerçek anlamda demokrat bir Kürt partisi etrafında birleşilmeliydi. Aldıkları oy, ancak binlerle ifade edilen marjinal çoğu Kemalist olan Türk soluna gösterdikleri kıymet ve itibar, çeşitli fikir ve yelpazedeki Kürtlere gösterip onlarla bütünleşmeleri gerekirdi. Bu kimlik, ülke içinde ve dışında daha itibarlı ve ağırlıklı olurdu. Türk solunu canım cicim mamayla besleyerek, çocukları ve yakınları kaybedilmiş, yürüyüş ve mitinglerde ön sıralarda yürüyen, coplanan, yerlerde sürüklenen acılı yoksul Kürt kadınlarının sırtında onları meclise taşımak büyük bir haksızlıktır. Kaldı ki kendi ayakları üzerinde kalması gereken bu kesime de nihai amaçta zarar verir. Kürtlerin ulusal haklarını ve Türkiye’nin demokratikleşmesini savunan -eğer varsa- demokrat Türk solu, kendi halkıyla barışarak, onlara doğru yolu göstererek kendi güçleriyle meclise girip ulusal haklar, demokrasi ve özgürlükler için Kürtlerle omuz omuza daha güçlü mücadele verebilirler.
15 Mayıs seçimlerinde HDP’nin başını çektiği "özgürlük ve demokrasi ittifakı" bileşenlerinden TİP'i (Türkiye İşçi Partisi) meclise taşıyan Kürtlerdi. Sonra ayrılıp kendi partilerinin milletvekili oldular. Olabilir. Bu normal ve anlaşılır bir şey, haklarıdır. Ama sırtlarından meclise giren bu parti yetkilileri aynı zamanda siyasi etik ve ahlaka da sahip olmaları gerekir. Kürtlerin arkasına sığınarak barajdan kurtulup, "İşte kendi parti logomuzla millet vekili kazandık" dememelidirler. Bu normal değil. Buna fırsatçılık ve karşındakini aptal yerine koymak olur. Bu mantıklı olmadığı gibi, siyasi ahlak ile de bağdaşmaz. Kendinizi test etmek istiyorsanız, bağımsız olarak kendi partinizle seçimlere girer, seçmenin teveccühüne kendinizi teslim edersiniz. Başkasının sırtından barajdan muaf olacaksınız. Sonra çıkıp Milletvekili çıkardık diyeceksiniz. Bu hiçte adil değil. Kaldı ki bu seçim sisteminde Matematik hesabı içlemiyor. İttifak bileşenlerinin toplam oyları yüzde 17 olsa bile, bileşenler kendi logolarıyla seçime girmeleri taktirde, ittifakın blok olarak girmesi durumunda yüzde 12 oyla yüzde 17’lik bölünmüş ittifaktan daha fazla milletvekili çıkarabilir. Örnek; Büyük şehirlerin her seçim bölgesinde yaklaşık olarak 20-30 milletvekili çıkarıyor. O seçim bölgesinde milletvekili barajı 70 bin oy olsun. Mesela İttifak bloğunun aldığı 120 bin, TİP’te 60 bin oy alsın. TİP bu seçim bölgesinde milletvekili çıkaramaz. Yeşil sol parti bloğu da sadece bir millet vekili çıkarır. Yanılgı şu. TİP in bu seçim bölgesindeki oyları milletvekili için ittifak blokuna sayılmaz. Türkiye barajına sayılır. Dolayısıyla verdiğimiz örnekte blok olarak seçime girilseydi. 120+60 bin 3 millet vekili getirirken, ittifak bileşenlerinin kendi logolarıyla seçime girmeleri halinde, o seçim bölgesindeki milletvekili barajını aşamayan partinin oyları boşa gider, ittifaka sayılmaz. Dolayısıyla o ittifak sadece 1 milletvekili çıkarır.
Kürtler bu hayati seçimde kilit seçmen olmalarına rağmen, birlik olmadıkları için bu güçlerini pratiğe dökemediler. Kürtlerin önünde hayati bir soru var. Ulusal ve demokratik gelecekleri için bütün toplumsal hayatlarını ipotek altına almış, soğuk savaş eseri totaliter tek adam diktatörlüğünü dayatan PKK zihniyetinden kendisini kurtarması lazım. İnkar edilmiş ve yok sayılmış ulusal haklarını önceleyen, demokrat ve çağcıl bir Kürt partisine ihtiyaçları var. Kürtler bunu da ıskalayıp, ayaklarına gelmiş fırsatı kaçırırlarsa bütün kazanımlarını kaybederler.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.