Kürdistan'da Milliyetçilik: Tarihsel ve Sosyopolitik Bir İnceleme - 1

Bu makalede, tarihsel süreç içerisinde entelektüel birikimin tarih ve ulus bilincine olan etkisi ve milliyetçilik teorisi üzerine düşünceler ele alınmaktadır. Çalışma, entelektüel kavramının tanımı ile başlamaktadır. Edward Said’in entelektüel tanımından hareketle, entelektüelin toplumun aklı, vicdanı ve cesareti olarak nasıl rol oynadığı incelenmiştir. Ayrıca, bir toplumun entelektüel birikim oluşturmadan tarih ve toplum bilinci geliştiremeyeceği ve bu bilinçler olmadan milli bilincin de gelişemeyeceği vurgulanmıştır. Milliyetçilik teorisi bağlamında, Benedict Anderson ve Anthony D. Smith gibi önemli düşünürlerin görüşlerine de yer verilerek, milliyetçiliğin kökenleri ve yayılması konusundaki teorik çerçeve üzerinde durulacaktır. Çalışmanın bütününde milliyetçilik olgusunun Kürdistan’da sömürgeci ilhakın gerçekleştiği bölgeler ile gerçekleşmediği bölgelerdeki yansıması üzerinde durulmuştur. Son olarak da toprağa bağlı milliyetçiliğin Kürd edebiyatına etkisi anlatılmıştır.

İbrahim Gürbüz

11.06.2024, Sal | 21:21 [ Güncellenme: 11.06.2024, Sal | 21:22 ]

Kürdistan'da Milliyetçilik: Tarihsel ve Sosyopolitik Bir İnceleme  - 1
Makaleyi Paylaş

Edward Said entelektüel kavramını “Entelektüel kolay kolay hükümetlerin veya büyük şirketlerin adamı yapılamayan, devamlı unutulan ya da sümenaltı edilen insanları ve meseleleri temsil etmek için var olandır[1] diye tanımlar. Entelektüel, fikir ve bilgi üreten ve yayan kişi olarak değerlendirilebileceği gibi, sanat, kültür ve bilim alanlarında bilgi birikimine sahip uzman ve otorite olarak da tanımlanabilir. Entelektüel ayrıca toplumun aklı, vicdanı ve cesareti olarak da görülebilir. Bir toplumun kendi dili ile eğitim ve öğretim yapan okullar ve üniversiteler, bilim, sanat ve kültür kurumlarını yaratmadan, ulusal ve toplumsal bilincin üretildiği entelektüel birikimi oluşturması zordur. Entelektüel birikim oluşturulmadan tarih ve toplum bilinci gelişemez; aynı şekilde, tarih ve toplum bilinci oluşturulmadan milli bilinç de gelişmez. Bu kavramlar, birbirleriyle diyalektik ilişki içindedir.

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için milliyetçilik teorisi üzerine çalışmış iki önemli düşünürün tespitlerine odaklanmak faydalı olacaktır: Benedict Anderson ve Anthony D. Smith. Benedict Anderson, siyaset bilimci ve tarihçi olarak tanınır ve 1983 yılında yayımlanan "Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması" adlı eseri, milliyetçilik alanında klasik bir metin olarak kabul edilir. Anderson'a göre, milliyetçiliğin oluşumu ve yayılması, modernleşme süreci, okullar, üniversiteler, basın, dil, baskı makineleri, ulusal marş ve ulusal bayrak gibi unsurlar aracılığıyla gerçekleşmiştir. Özellikle, modern ulus-devletlerin ortaya çıkışında dilin ve basılı materyallerin rolü büyüktür. Anderson’un teorisine göre, aynı dili konuşan ve aynı kültürü paylaşan insanların basılı materyallerle bir araya getirilerek "hayali bir cemaat" oluşturulması, ulusun inşasını mümkün kılar. Bu bağlamda, milliyetçilik modern dünyanın bir olgusudur.

Anderson'un milliyetçilik teorisinde vurguladığı diaspora milliyetçiliği, Kürd toplumu özelinde önemli bir inceleme konusudur. Diaspora milliyetçileri, ulusal kimliklerini sürdürme isteği kadar, diasporada yaşadıkları toplumdan da kopma isteği olmayan bir düşünceyi içerir. Bu milliyetçilik, kayıp vatan özlemiyle yaşadıkları toplumu vatan olarak içselleştirme eğilimindedir. Örneğin, İsveç'teki bazı Kürd aydınlarının duyguları bu temele dayanır. Son yıllarda çokça ifade edilen "Ortak vatan" kavramı ise Kürdistan'ın varlığını dışlamaktadır ve sömürgecilik olgusunun meşrulaştırılmasını içerir.

Anthony D. Smith, milliyetçilikleri "etnik" ve "toprağa bağlı" olarak iki ana başlıkta değerlendirir. Etnik milliyetçilik, etnik ve kültürel devamlılığı esas alırken, toprağa bağlı milliyetçilik, belirli bir toprak parçasına kutsallık atfeder ve topluluğun varlığını o toprak parçasıyla özdeşleştirir. Toprağa bağlı milliyetçilikler ulus-devlet kurucu milliyetçiler olarak nitelendirilirken, etnik milliyetçilik, bağımsızlık ve devlet talebi olmadan kültürel varlıklarını sürdürme isteğini ifade eder. Geçmişte medreseler ve günümüzde okullar ve üniversitelerin milliyetçiliğin gelişimindeki rolü önemlidir. Okullar ve üniversiteler, milliyetçiliğin üretildiği alanlar olarak kabul edilir. Dilin gelişimi ve matbaanın bulunuşu, milliyetçiliği geliştiren en önemli araçlardır. Bu araçlar, ortak bir kültür ve milli bilincin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Anderson'a göre, millet olmanın ve milliyetçiliğin en önemli yapı taşlarından biri de milli marştır. Milli marş, birbirlerini tanımayan ve tamamen yabancı insanların aynı ezginin eşliğinde aynı dizeleri okumaları sonucu ortaya çıkan duygu selidir. Bu ses olmadan ulus varlığı mümkün değildir.

        Milliyetçiliğin en önemli sembollerinden biride ulusal bayraktır. Her ulusunun kendi değerlerini yani kurumsal kimliğini ve kişiliğini ifade eden bir sembolü vardır. O da ulusal bayrağıdır. Ulus kendini ulusal bayrağıyla dünyaya tanıtır. Ulusal bayrak milliyetçiliğin ve ulus olmanın vazgeçilmez bir yapı taşıdır. Ulusal bayrak, ulusun ve ülkesinin ulusal ve kültürel değerlerini en iyi sembolize eden simgelerindendir .  

 

           Burada çok önemli gördüğüm bir olgunun altını çizmek istiyorum. Her ne kadar milliyetçilik olgusunun modern dünyada okullar, üniversiteler, baskı makinalarıyla oluştuğu söylense de medreselerin okul ve üniversite olduğunu belirtelim. Toprak temelli Kürd milliyetçiliğin temelinin medreselerde atıldığını ve Ahmedê Xani’nin klasik Kürd milliyetçiğinin temellerini oluşturduğunu belirtelim. Ahmedê Xanî’den Hacı Kadîr-î Koyi’ye kadar bir sessizlik döneminin nedenleri kuşkusuz Kürdistan’ın sömürgeci imparatorlukların işgal ve ilhak faaliyetlerinin alanı olmasındandır. Bu dönemin üzerinde de özellikle çalışılması gerekir. Ancak modern milliyetçiliğin üniversiteler ve baskı makineleri ile yaygınlaştığını söylemek daha doğrudur diyebiliriz.

Kürd ve Kürdistan olgusuna baktığımızda, Kürd toplumsal dokusunun ve entelektüel birikiminin sürgün, yağma, inkâr ve asimilasyon süreçleriyle nasıl tahrip edildiğini anlayabiliriz. Bu bağlamda, modern milliyetçiliğin üniversiteler ve baskı makineleri ile yaygınlaştığını söylemek daha doğru olacaktır.

1.      Geç Osmanlı Dönemi

         19. yüzyılın ilk çeyreğinde ve özellikle 1839 Tanzimat Fermanı ile Osmanlı İmparatorluğu’nun başlattığı merkezileşme politikalarının hedefi, Kürd mirliklerinin idari ve politik statüsünü ortadan kaldırmaktı. Bu politika, Kürdistan'ın yeniden sömürgeci işgal ve ilhakını gerçekleştirmeyi hedefleyen bir hamleydi ve bunu başarabilmek için Kürd Mirleri ve Kürd aydınları sürgün edilmiş, Mirlik sistemi gibi siyasi ve idari yapılar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Bu mantıkla başlatılan operasyon 19. yüzyılın ortalarında sona erdirildi. Kürd Mirleri aileleri ile Kürdistan'dan sürülerek İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer bölgelerine sürgün edildi. Köklerini Osmanlı imparatorluğu döneminden alan Türk düşüncesi Kürdlere ve Kürdistan’a yönelik sömürgeci politikasını İttihat Terakki Fırkası döneminde de sürdürmüştür. Bu politikaların kökenleri II. Mahmut dönemine kadar uzandığı ve bu süreçlerin devletin "aklının" 18. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın başlarına dayandığını söyleyebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralınan bu politikalar, özellikle İttihat ve Terakki döneminde sistematik bir şekilde uygulamaya konulmuştur.

2.      İttihat -Terakki Fıkrası Dönemi

         1911'de İttihat ve Terakki Fırkası'nın Selanik’te düzenlediği gizli kongrede Rumların göç ettirilmesi, Ermeni nüfusunun yok edilmesi, Kürdlerin asimile edilmesi ve Alevilerin müslümanlaştırılması gibi önemli kararlar yer almıştır. Bu politikalar, Adriyatik Denizi’nden Hint Okyanusu’na kadar uzanan ve içinde yalnızca Türklerin yaşayacağı bir imparatorluk hayali vardır. Bu bağlamda, 1915 Ermeni Tehciri sırasında yaklaşık bir buçuk milyon Ermeni'nin tehcire tabi tutulmuş ve büyük Rum sürgünlerinin gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte, 300 binden fazla Rum Yunanistan’a sürülmüştür.

         1916'da Talat Paşa’nın koordinatörlüğünde gerçekleştirilen Büyük Kürd Tehciri’nde, resmi kayıtlara göre 800 bin, gayri resmi kaynaklara göre ise 1 milyon 200 bin Kürd, Kürdistan’dan Batı ve Orta Anadolu’ya sürgün edilmiştir. Bu sürgün sırasında birçok Kürd, açlık ve hastalık nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Sağ kalanlar ise Türk toplumunun içine dağılmıştır. Bu asimilasyon politikası, Kürdleri Türk toplumunun içine eritmek ve Kürdistan’ı Kürdsüzleştirmek amacını gütmektedir. Eğer bu nüfus bugün Kürdistan’da yaşıyor olsaydı, bölgedeki Kürd nüfusuna yaklaşık 10 milyon daha fazla nüfus eklenmiş olacaktı. Osmanlı döneminde asimilasyon, Kürd toplumunu başsız ve aydınsız bırakma stratejisiyle, Kürd çocuklarını Sübyan ve Aşiret mekteplerinde Türkleştirerek yapılmıştır. İttihat ve Terakki döneminde ise, kitlesel sürgünler ve demografik yapının değiştirilmesiyle Kürdler Türk toplumunun içine eritilmiştir. İttihat- Terakki döneminin en önemli özelliği, sürgün ve demografik yapı değişikliği ve sömürgeci asimilasyon politikalarının devam etmesi şeklindeydi. İttihat-Terakki döneminde, özellikle 1911'de Selanik'te gerçekleştirilen gizli kongrede alınan kararlar, tarihsel süreç içinde zenginleştirilerek bir bir uygulandı ve uygulanmaya devam ediyor.

3.      Kemalist Dönem

         İttihat-Terakki döneminin devamı olan Kemalist dönemde ise sömürgeci asimilasyon politikaları çok daha profesyonelce uygulandı Kemalist dönemde asimilasyon politikalarının sistematik bir şekilde zirveye ulaştığını söyleyebiliriz. Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhurbaşkanı ve İsmet İnönü'nün Başbakan olduğu dönemde, Türk üniversiteleri, basını, aydınları, Türk Ocakları ve Halk Eğitim Merkezleri aracılığıyla “Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi” ve asimilasyon politikaları dikkatle planlanmış ve uygulamaya konulmuştur. Bu süreç, toplum mühendisliğinin dünyada nadir rastlanan örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir.

         Kemalist İktidar Döneminde Çıkarılan ve Uygulanan Kanunlar

      1920'li yıllardan itibaren Kemalist yönetim, çeşitli kanunlar ve yönetmelikler çıkararak asimilasyon politikalarını uygulamıştır. Bunlar arasında Takrir-i Sükûn Kanunu, Mecburi İskân Kanunu, Şark Islahat Planı Kanunu, Tunceli Kanunu, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, İller Kanunu ve Umumi Müfettişlikler Kanunu gibi birçok yasa bulunmaktadır. Bu yasaların başlıca uygulamaları şunlardır:

a)      Yatılı Bölge Okulları (YBO): Bu okullarda yüz binlerce Kürd çocuğunun Kürdçe konuşması yasaklanmış ve asimilasyonun bir aracı olarak kullanılmıştır. Sıdıka Avar gibi çok sayıda Türk eğitim misyonerleri tarafından köylerden toplanan çocuklar, Kemalist ideolojinin kadrolarına dönüştürülmüştür.

b)      Yol Yapımı: Yol yapımı, asimilasyon politikalarının bir aracı olarak kullanılmıştır. Bazen güvenlik gerekçesiyle, bazen belirli bölgelerden kitleleri sürmek amacıyla yollar yapılmıştır.

c)      Sürgün: Deprem gibi bahanelerle Kürdler sürgüne gönderilmiştir.

d)      Türk Eğitim Sistemi: Milli Eğitim'e bağlı okullarda Türklük yüceltilmiş, Kürdlük aşağılanmıştır. Kürdçe konuşanlara para cezaları verilmiş ve okullarda Kürdçe konuşanları ihbar eden kollar oluşturulmuştur.

e)      Kürd-Türk Evlilikleri: Kürd gençleri ile Türk gençlerinin evlilikleri teşvik edilerek asimilasyon politikası gerçekleştirilmiştir. 1930'lu yıllarda, bu tür evlilikler için ev, arazi ve iaşe sağlanmıştır. Bu evliliklerden doğan çocukların Kürd kimliğini koruma şansı neredeyse yoktur.

4.       Diğer Asimilasyon Uygulamaları

          İran'da da benzer asimilasyon politikaları uygulanmıştır. İran yönetimi, en güzel Fars kadınlarını Kürd Mirleri ve çocuklarıyla evlendirmeyi teşvik etmiştir. Bu da asimilasyonun bir aracı olarak kullanılmıştır. Egemen kültüre entegre olan bireyler, süreç içerisinde asimile olur ve çocukların Kürd kimliğini koruma şansı kalmaz.

5.      Milli Sermayenin Engellenmesi

          Kemalist dönemde ise bu politikalara Kürd dilinin yok edilmesi ve Kürdistan’da milli sermayenin oluşumunun engellenmesi eklenmiştir. Buradaki amaç Kürdlerde toprak temelli milliyetçiliğin gelişmesini engellemek ve asimilasyon politikasını sorunsuz hayata geçirmektir. Başsız, aydınsız, dilsiz ve milli sermayesiz bırakılan Kürdlerin daha kolay Türkleştirileceği düşünülmüştür. Bilindiği üzere batı Avrupa’da rönesansı ve reform hareketlerini burjuvalar önderlik etmiştir. Avrupa’da sanat, kültür, resim, heykelcilik alanlarında aydınlanmanın ve parlak rönesans dönemini burjuvalar ve burjuva düşüncesi gerçekleştirmiştir. Bu bilinçte olan Türk düşüncesi Kürdçeyi yasaklamasının yanısıra Kürdistanda sermaye bilikimini engellemek için birçok baskı yöntemleri geliştirmiştir. Kürd sermaye sahiplerinin birikimlerini Türkiye metropollerine yönlendirmiştir. Kürdistan’da sadece acentacılık ve otel işletmeciliğine müsaade etmiştir. Kürd sermaye sahiplerinin Kürdistan’da fabrikalar kurmasını özellikle engellemiştir. Çok örnek sıralanabilir. Sadece Kürdistan’da gizli sürgüne gönderilen Beyazıt ailesi ve Halis Toprak örneği olguyu ispatlamaya yeter. Kürd sermaye sahipler devasa varlığın sahibi olabilirler ancak Kürd kimliğini inkâr etmelerive Kürdistan’da yatırım yapmamaları koşuluyla…

          Osmanlı'dan başlayarak Cumhuriyet dönemine kadar devam eden asimilasyon politikalarının sistematik ve kapsamlı bir şekilde yürütüldüğünü ve bu politikaların demografik ve kültürel açıdan büyük değişikliklere yol açtığını vurgulayabiliriz. Osmanlı’dan miras alınan bu tecrübe ve birikim, Kemalist dönemde Kürdlerin öndersiz, aydınsız, dilsiz bırakmaya ek olarak vatan toprağı üzerinde burjuvasız (sermayesiz) bırakmayı da ekleyerek asimile edilmesine yönelik stratejileri içermektedir. Sadece milli burjuvazinin engellenmesi değil, milli nitelikli Kürd aşiret reisler, ağalar ve şeyhler hatta nötr olan aşiret reisleri potansiyel düşman görülerek devletin iç düşmanları addedilerek kamplara gönderilmiştir. Sivas Kampı örneğinde olduğu gibi…Ruşen Arslan’ın “Devletin iç düşmanı Kürdler Jandarma Genel Komutanlığı raporları”n yer aldığı kitabında açık açık ifade edilmiştir. Bu süreçteki politik uygulamaların, Kürd toplumunda toprak temelli milliyetçiğin yeşermesini ciddi manada engellemiştir.

6.      Türk Harf İnkılabının Etkileri

          Kürdlerin eğitim sisteminin temelini medreseler oluşturuyordu. Medreselerde eğitim dili Kürdçe olup, Arapça ve Farsça öğretiliyor, Kur’an, Fıkıh, Hadis gibi dersler Kürdçe anlatılıyordu. Cumhuriyetin ilanı ile medreseler kapatıldı ve Kürdçe eğitim yasaklandı. 1928 Harf İnkılâbı, Kürdlerin geçmişle bağını koparmada önemli bir rol oynadı. Devlet, Kürdlerin varlığını inkâr ederek herkesin Türk olduğunu savundu ve Kürdçe’nin bir dil olmadığını iddia etti. Bu bağlamda, Harf İnkılâbı, Kürdlerin tarihsel ve kültürel bağlarının koparılmasına katkı sağladı.

         Harf İnkılabının Türkler ve Kürdler üzerindeki etkisi farklıdır. Harf İnkılâbı ile Türkler Osmanlı geçmişlerinden koparılsa da Türkler için yeni bir tarihsel geçmiş, ilk çağlara ve tarihsel kökenlere dayanan bir geçmiş inşa edildi. Ancak Kürdler, bu tarihsel geçmiş içinde aynı kökenlere dâhil edilerek asimilasyon sürecine tabi tutuldu. Kürdçe’nin ve medreselerin yasaklanması, Kürd çocuklarının zihnini boş bıraktı ve bu boş zihinlere Türk geçmişi pürüzsüz bir şekilde yerleştirildi. Harf İnkılabının etkileri, Kürd aydınlarının öldürülmesi, cezaevlerine konulması, sürgün edilmesi veya firar etmeye zorlanmasıyla birleşince daha da yıkıcı oldu. Kürd toplumunun entelektüel liderleri ortadan kaldırılınca, Kürd halkı geçmişle bağlarını daha hızlı bir şekilde kaybetti. Bu da Türkleştirme operasyonlarının daha yoğun ve pürüzsüz bir şekilde uygulanmasına olanak sağladı.

7.      Kemalist Dönemden Sonra Asimilasyon Politikaları

             1911 yılında Selanik’te alınan kararlar ve Şark Islahat Planı günün koşullarına uygun olarak güncellenmiş ve sürdürülmüştür.

a.      Türk Düşüncesinin DNA'sı: Türkçülük ve İslamcılık

            Türk siyasal sisteminin temelinde Türkçülük ve İslamcılık bulunmaktadır. Bu iki unsur, Kürdlerin Türkleştirilmesi ve "Türkiyelileştirilmesi" yani asimile edilmesi amacını taşımaktadır. 100 yıldır bu politika değişmemiştir; zaman zaman Türkçülük, zaman zaman ise İslamcılık öne çıkarak asimilasyon politikasının ana unsurları olmuştur. Kemalist dönemde sistematize edilen ve uygulanan asimilasyon politikaları, Kürd kimliğinin ve kültürünün ciddi şekilde etkilenmesine yol açmıştır. Bu politikalar, toprak temelli milliyetçiliği yok ederek Kürdlerin başsız, aydınsız, dilsiz ve milli sermayesiz bırakılarak “Türkleştirilmesini” hedeflemiştir. Bu süreç, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve General Kenan Evren dönemlerinde de devam etmiş ve günümüz Türkiye'sinde de çeşitli biçimlerde sürdürülmektedir.

8.      Türkiyelileşme Dönemi

       Türk resmî ideolojisi özellikle son yirmi beş yıldır Kürdlerin eliyle oto-asimilasyonu hayata geçirmeye çalışmaları da dikkate değerdir ve üzerinde çalışılması gereken bir olgudur. PKK'nın (Kürdistan İşçi Partisi) ideolojik ve pratik yaklaşımını incelediğimizde, Kürd dilinin ve kültürel kimliğinin korunması ve geliştirilmesi konusundaki tutumu sorgulanmalıdır. PKK'nın başlangıç döneminden itibaren Kürd aşiretleri arasında düşmanlık yaratarak toplumsal yapıyı parçaladığını, Kürd diline ve kültürüne yönelik yaklaşımının yetersiz olduğunu söyleyebiliriz.

             1978 yılında PKK Kürdistan Devriminin Yolu isimli bir manifesto yayımladı. Bu manifestoda Kürd küçük burjuva ve Türk sosyal şoven örgütleri Kürdistan Devriminin hedefidir ve tasfiye edilmesi gerekir diye ifade edebileceğimiz çok ilgi çeken madde geçer. Bu manifestoda geçen ibare aynen şöyle:

Kemalizm’i, sosyal-şovenizmi, burjuva ve küçük burjuva reformizmini ve teslimiyetçiliğini Kürdistan Kurtuluş Hareketine taşıyan herkes, düşüncede ve eylemde amansız düşmanlarımızdır. İhtilalci mücadelemiz, daha çok düşünce alanında bunları yok etmeyi, ideolojik mücadelenin en belirgin amacı sayar.[2]



[1] Edward W. Said, Terry Eagleton, Fredric Jameson, Milliyetçilik, Sömürgecilik ve Yazın, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, s. 20.

[2] Kürdistan Devriminin Yolu, PKK manifestosu, 1977, 4. Baskısı, Bingöl, s. 64.

[3] Kürdistan Devriminin Yolu, PKK manifestosu, 1977, 4. Baskısı, Bingöl, s. 64.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
3455 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:23:11:38
x