Şempanzelerde insanlar gibi grup halinde yaşadıklarını, gruptaki şempanze sayısı 50'yi geçince sorunların başladığını ve kavga edip yirmişerli gruplara bölünüp ayrıldıklarını bir yerde okumuştum.
70'li yılları anımsadığımda aklıma hep okuduğum bu yazı gelir. O yıllarda Türkiye’de sol-sosyalist hareket bölünmede şempanzelerden de beterdi. Bölünmelerden Kürd sol grupları da nasibini aldı. Türkiye'de yeni sol bir grup kurulsun kısa süre sonra Kuzey Kürdistan'da da benzeri sol grup kurtulurdu.
Biri ezen, diğeri ezilen ulus olmasına rağmen bin yıldır birlikte yaşayan Türk'ler ve Kürd'ler arasında kültürel ve siyasi anlamda böyle bir etkileşimin olması zaten kaçınılmaz. Ancak tarihine, diline ve kültürel değerlerine rağmen ideoloji ve inanç bazında Kürd'ler kadar kolayca bölünebilen dünyada başka bir ulusun olduğunu sanmıyorum. Tabiki başta asimilasyon olmak üzere bunun da çeşitli nedenleri var.
4 parçaya bölünmüş ülkelerinde, ulusal haklarından (UKKTH gibi) yoksun bırakılan Kürd'lerin sağda ve solda kolayca bölünebiliyor. Kürd'leri bölmek için egemenlerin ustaca kullandığı son derece etkili olan başlıca iki yöntem uygulanıyor. Bunlardan biri "Bütün halklar kardeştir" söylemi ve en az bunun kadar etkili olan "Hepimiz aynı ümmetin kardeşleriyiz" anlayışıdır. Ancak bu iki kardeşlik eşitlik anlayışı ile birlikte savunulmaz. Kardeşlik hep sözde kalır. Zaten kan bağı üzerinden kardeş olunur. Kan bağı üzerinden olduğu içinde halklar kardeş değildir.
Yine halklar aynı inanca sahip olabilir ama bırakın kardeş olmayı aynı ümmet olmak için bile önce eşit haklara sahip olmaları gerekir.
Ezen ve ezilen ulusların birlikte yaşadığı ülkelerde eşitlik yerine ümmet kardeşliğini savunuluyorsa egemen ulusun uyguladığı asimilasyon politikasıdır. Eşitlik olmadan ümmet olmayı savunanlar gerçek dindar olmadıkları gibi eşitlik olmadan halkların kardeşliğini savunanlar da gerçek solcu değildir.
Türkiye'yi kuran irade laik devlet kurulacak diye laik devletten yana olan Kürd'lerin desteğini aldılar. Amaca ulaştıktan sonra verilen bütün sözler unutuldu. Laik ve iki uluslu ortak devlet anlayışına inanan Kürd'lerin hayalleri 24 anayasası ve Türk İslam Sentezi ile birlikte yok edildi.
AKP iktidarı ile birlikte inanç ve ümmet anlayışı öne çıkarılarak Kürd'ler kendi içinde yeniden bölünmek isteniyor. Diyarbakır belediye başkanlığına atanan kayyum seçim sürecinde Şeyh Said'in adını bir caddeye vererek Kürd kamuoyunda laik-antilaik tartışması yarattı. Kürd'ler artık bu oyunlara gelmemeli.
Şeyh Said'in kimliği ile ilgili tartışmalarda taraflar yetmemiş olacak ki kendine vazife çıkaran Kafkas Dernekleri Federasyon Başkanı'da tartışmalarda taraf oldu. Osmanlı'ya sığındıklarında anadillerini konuşan, Cumhuriyetle birlikte asimile edilip anadilini unutturulan Çerkezlerin federasyon başkana sormak gerekiyor, övünerek sahip çıktıkları Şeyh Şamil ile Şeyh Said amaçları ve akıbetini aynı olan iki lider. Kraldan çok kralcı olmaya gerek yok. Başkana gereken yanıtı Kürd dostu Çerkez arkadaşların vereceğine inanıyorum.
Diyarbakır'da atanmış kayyum gerçekten samimiyse, Şeyh Said'e ve birlikte idam edilen arkadaşlarına gerçekten saygı duyuluyorsa önce itibarları iade edilmesi ve mezar yerlerinin nerede olduğunun açıklanması için çaba harcasınlar. Ancak samimi olmadıklarını biliyoruz ve Şeyh Said'in ismini yaklaşan seçim için kullanıyorlar.
Oyun çok, inkârın başladığı tek parti döneminden bu güne Kürd'ler üzerine uygulanan 100 yıllık politikadan alması gereken çok dersler var. Başta resmi tarih olmak üzere yaşanan olaylar gerçekler ışığında yeniden değerlendirilmeli.
Mesela Şeyh Said isyanında baş kaldıran sadece şeriat isteyen Sünni Kürd'ler değildi. Devlete isyan etmekten yargılanan Karerli Mehmet Efendi Sünni değil aleviydi. ...
Yargılandığı mahkemede hakim : "Bak İngilizler kışkırttı sizi, sonunuz nereye geldi." dediğinde Kârerli Mehmet Efendinin verdiği yanıt "Hakim Bey İngilizler sizin arkanızda değil de bizim arkamızda olsayı şu anda sizin oturduğunuz yerde biz otururduk!" demesi düşündürücü, anlamlı ve değerlendirme yapmak için son derece önemlidir. Çünkü Karerli Mehmet efendinin alevi olması ve yaptığı savunma isyanın ulusal yanının olduğunun kanıtıdır. Bu savunma aynı zamanda Kürd'lere yapılan kıyımını haklı çıkarmak için resmi tarihin yazdığı "İngiliz oyunu" iddiasını da çürütmeye yetiği gibi İngilizlerin kimi desteklediğini gösteren belge niteliğindedir.
Kürd'leri ulusal mücadelede kendi içinde bölmek için inancın yanı sıra kullanılan yöntemlerden biride insanlık tarihinden bu yana var olan ve devam eden sınıf mücadelesi, yani emek ve sermaye arasındaki çelişkidir. Kürd'ler çeşitli inançlar bünyesinde barındırdığı gibi çeşitli sınıfları da bünyesinde barındıran bir ulustur ve üzerinde hem ulusal, hemde sınıfsal olmak üzere çifte baskı vardır. Ulusal baskı var olduğu ve devam ettiği müddetçe Kürd'ler için baş çelişki ulusaldır ve önceliklidir. Sınıfsal çelişki sonra gelir.
Siyasi yaşamda sosyal şoven "Türk solunun" Kürd sorununun ulusal yanını görmeyip sınıf çelişkisini öne çıkarması Kürd'leri bölmek ve ulusal mücadeleden uzaklaştırma çabasıdır. Yasaklar kalktıktan sonra tabela partisi haline gelen TKP tarihinde ilk defa ve sadece Dersim'de belediye başkanlığı seçimini kazandı. Coğrafi yapısı, etnik ve inancı farklı olduğu için kurucu irade 1938 yılında Dersim'de soykırım uyguladı. Mecburi İskan, inanç ve etnik asimilasyon politikasının yoğun uygulandığı Dersim gibi seçilmiş bir ilde, 12 Eylül öncesi adından bile söz edilmeyen, sosyal şoven olduğu halde kendine komünist diyebilen bir parti nasıl belediye başkanlığını kazanması incelemeye değer bir durum. Kazanılan bu belediye ulusal haklar için mücadele etmek yerine sınıf mücadelesi vermek iddiası ile beş-on dönüm tarlada nohut yetiştirmek ile övünüyor. Dersim'de cem evlerinde Atatürk ve Hz. Ali’nin posterlerinin birlikte asılması, TKP'nin belediye başkanlığını kazanmasının nedeni yıllarca sistemli bir şekilde uygulanan asimilasyon politikasının başarısıdır. Birlikte yaşadığı bir ezilen ulusun sorunlarını gördüğü halde dile getirmeyen ve o ulusun evrensel haklarına saygı göstermeyenler komünist değil sosyal şovenisttir. Çünkü gerçek komünistler ezilen ulusların haklarına saygı gösterirler. Asla sınıf mücadelesi yerine yoksulluk edebiyatı yapmazlar. Açlığın ve yoksulluğun nedenleri üzerinde dururlar.
Dersim'de yaşanan asimilasyonun sonuçları yarın Diyarbakır’da, Urfa’da ya da Mardin'de yaşanmak istenmiyorsa sınıfsal mücadeleyi öne çıkarıp ulusal mücadelenin önüne konulmamalı. Ulusal mücadele her zaman öncelikli olarak ele alınmalıdır. Bunun için de başta UKKTH gibi talepleri belirleyen ilkeler ile ittifaklar kurulmalı.
Siyasetin başarısı elde edilen ulusal haklar ile ifade edilmeli. Ulusal kazanım yoksa millet vekili, yada belediye başkan sayısı başarının kriteri değildir. Ezilen ulus adına da siyaset yaptığını iddia eden bir partinin ilkeleri ile amacı düzen partilerinden farklı olmalı.
Çünkü ulusal ilke ve amaç olmadığı müddetçe ödenen bedeller ezilen ulusa siyasi anlamda hiç bir kazanım sağlamaz.
Bu güne kadar başta çok ağır bedeller ödendi ve ödettiriliyor. Ancak bedel ödedik diye övünmek yerine ödenen bu kadar ağır bedellere rağmen kazanımın ne olup olmadığı artık görülmeli. Önümüzde yeni bir seçim var. Gün bölünme değil ilkeli siyaset ve birlik günüdür.
A.Güllüoglu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.