Ben demiştim demek hoşa gitmese de insan bazen demek zorunda kalıyor.
Partiler seçimden sonra eskisi gibi devam edemez dedik. CHP ve HDP içinde seçimle ilgili günah keçisi aramak için tartışmalar başladı. Sonucu tartışan tarafların yenilginin pratiğe yansıyan ideolojik nedenlerini gizlenmek amacı ile günah keçisi aradıklarını unutmamak ve buna izin vermemek gerekiyor.
HDP içinde verilen mücadele, kim kimi dinledi veya dinlemediği, birilerinin aktif siyaseti bırakması beni hiç ilgilendirmiyor. Cezaevinde olan birinin zaten aktif siyaset yapması "eşyanın tabiatına aykırı" olduğu için dünyanın her yerinde olduğu gibi özellikle Türkiye'de de zaten mümkün olamaz.
Önemli olan HDP içinde verilen liderlik mücadelesi verenlerin seçim öncesi birbirinden farklı olmayan tavırlarının bilinmesi. Seçim sürecinde aynı tavrı alanların, aynı ittifakları savunanların seçim yenilgisini eleştirmeleri etik değildir. Birlikte savunulan siyasi anlayışın seçimde iflas ettiğinin üstünü örtmek çabasıdır.
Aday çıkarmamak kararını Demirtaş tan sonra Baydemir ve Ahmet Türk'te eleştiriyor. Millet vekili adaylarının tabanın onayını alınmadan atanmış olması da bu gün eleştirilen başlıca konular arasında olmasına rağmen üzerinde durulması gereken yenilginin gerçek sebebi bunlar değil.
Eleştirilmesi gereken konuların başında yer alan ve en önemlisi CHP ile önceki seçimden bu yana devam eden ilkesiz ittifak anlayışıdır. Buna Demirtaş, Baydemir ve Ahmet Türk değinmedikleri gibi ittifak konusunda partiyi yönetenler ile farklı düşünmüyorlar. CHP'ye talep olmadan ve seçmenin düşüncesini hiçe sayan "işaret ile" oy verilmesini isteyenlerden fazla oy verilmesi için çaba harcaladılar. Cezaevinde olmasına rağmen hızını alamayan Demirtaş "hatırım için Kılıcdaroğlu'na oy verin" dedi. Seçimde ilkeli ittifaklar kurup ilkeli siyaset yapmak yerine bileşenler ile millet vekili sayısı üzerinden tüccar mantığı ile hesaplar yapıldı.
Önceki seçimde oy veren her dört kişiden biri bu seçimde HDP'ye oy vermedi. Yapılan eleştiriler bunun nedenleri üzerine olmalı. Türkiye partisi olmayı savunmak, bu uğurda her türlü özveriye rağmen seçimde kabul görmedi. Seçimin sonucu kim ne derse desin HDP'nin görüşleri ve izlediği siyaset açısından ağır yenilgidir. Yüzde 30'lara varan oy kaybı ile millet vekili sayısı 56'ya düştü. Baraj değiştirilmeseydi alınan yüzde 8 oy ile barajın altında kalınacaktı. Ulus adına yapılan siyaset gericilik olarak değerlendirildi. Parti içinde ulusal siyaset vermek isteyenler "ilkel milliyetçi" olarak aşağılandılar. Böylece adım adım ulus bilinci yok edilmeye çalışıldı, yerine ütopik görüşler savunulmaya başlandı. Her zaman sığınılan "bedel ödüyoruz" düşüncesi de artık amaç değiştiği için prim yapmadı ve oya dönüştürülemedi.
Ayrıca Kürd'lerin oyları ile seçilen bu 56 millet vekillerinin Kürd'lerin ulusal hakları ile düşüncelerine incelenmesi gereken önemli konulardan biridir.
Güçlendirilmiş parlamenter sistemden anlaşılanın yeni bir şey olmadığı, giderek bölünen egemen ulus milliyetçiliğinin Kemalizmin ile yeniden toparlamasını sağlayarak,1924 anayasası ile birlikte kuruluş ilkelerine dönmeyi savunan bir anlayış olduğu başından beri belliydi. Millet İttifakı'nı oluşturmak için başı çeken Kılıçdaroğlu ve partisinin harcadığı çabalar ve diğer müştereklere verilen (Cumhur Başkanı yardımcılığı ve Millet vekili kontenjanı gibi) ödüller bunun içindi. Güçlendirilmiş parlamenter sistemde de eşitlik anlayışının olmadığı, farklılıklara yer verilmeyeceği başından beri belliydi. Bunu anlamak için Millet İttifakı'nın bileşenlerine, ödün olarak verilen millet vekili sayılarına bakmak yeterli. Kılıçdaroğlu seçilseydi ve HDP 56 değil 156 millet vekili çıkarsaydı Millet İttifakı ve adayının bu yapısı ile eşitlik ve demokrasi gibi konularda adım atılacağını beklemek yine hayal olurdu.
Kılıçdaroğlu'na yetmemiş olacak ki Ümit Özdağ'ı da, üstelik hazırlanan Kürd karşıtı protokol ile Cumhur Başkanı seçilirse yardımcı yapmaya karar verdi. Kızıl Elma düşünü savunan kadroları paylaşan Millet ve Cumhur İttifakı seçim çalışmalarını HDP ve HUDA-PAR üzerinden "senin teröristin, benim teröristim" diyerek beka ve bölünme fobisi üzerine kurdular. İki ittifakta talebi olan Kürd'leri de yok saydı.
HDP ve müşterekleri de her zaman olduğu gibi Kürd partisi olmadıklarını kanıtlamak için çaba harcadılar. “Erdoğan gitsin ne olursa olsun” dendi.
Sonuç olarak ikinci bir yüzyıl için tekçi Millet İttifakı'na karşı daha radikal biçimde tekçi anlayışı savunan Cumhur İttifakı seçimi kazandı. 20 yıllık iktidar olmanın bütün eksilerine rağmen Türk-İslam sentezini savunanlar Andımızın yeniden okutmak isteyenlere karşı seçimi kazandılar.
Seçim sonuçları ile ilgili günah keçisi aramaya gerek yok. Ortada bir seçim yenilgisi var, bunun nedeni söylendiği gibi genel merkezin çok başlı olması, gösterilen liyakatsiz adaylar yada partinin yeterli ölçüde çalışılmaması veya çalınan oylar da değil. Yenilginin nedeni HDP seçimde yönetenler gibi Demirtaş, Baydemir ve Ahmet Türk'ünde ısrarla savunduğu Türkiye partisi olmak çabası ve Türkiyelileşme üzerine kurulu ilkesiz ittifak anlayışıdır. Savunulan bu görüş Almanya'daki giden birinin Almanyalılaşası gibi ele alındığı ve değerlendirildiği için de seçmenin yanında itibar görmedi.
Ne yazık ki belli bir kesim, bütün çabalara rağmen oluşturulan önyargılar nedeniyle yapılan yanlışları göremiyor, ancak yaşayarak öğreniliyor.
A.Güllüoğlu
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.