1998 -99 yıllarında lise çağlarında devrimci sevdaya kapılmış birçok arkadaşımız o sürecin ve öncesinin farkını çok iyi görebilmişlerdir. Özellikle 1999, 15 Şubatına kadar olan süreç ülke sevdası taşıyan her genci büyük bir dalga ile örgütlenmeye gitmeye, bir şeyler yapmaya sevk etmiştir. Yada benim yaşadığım ortamda böylesi bir alev bizleri aldı götürdü demek, bir nevi kendini anlatabilmek açısından yararlı olacaktır.
Burda 98 ile yazıya başlamamın sebebi, bugün yaşadığımız sürecin o günler ile olan karmaşık ilişkisinden kaynaklı. Elimde olmadan sürekli düşünüyorum kimler nerede ne tür hatalar ile Kürdün varlığı üzerinde tehdit oluşturdu yada tam tersi bir pozisyonda Kürdün varlığına destek olmaya çalıştı. Böyle edebi temelde yazacak sabrım olmadığı için kendi uslûbum ile geçmişten karelere gitmek faydalı olacaktır diye düşünüyorum.
98 yıllarında İstanbul\'da lise örgütlenmelerine ağırlık vererek güçlü bir kitle ile çalışmalar yaptığımız bir süreçte gençleri o zaman ki HADEP\'te toplanmaya bir türlü ikna edemiyorduk. Bütün liseleri dolaşıyor gençler ile samimi ilişkiler geliştirmeye çalışarak herhangi bir parti ve örgütün propagandasını yapmadan Sol görüşlü yada demokratik düşünceye sahip her arkadaş ile ortak bir zeminde anti-faşist bir birlik biçiminde örgütlenmemizin alt yapısını oluşturmaya çalışıyorduk. Tabiî bizden öncede bu tür birçok arayış yaşandığı için büyüklerimizin tecrübelerini uygulamaya çalışmak istesek te bir türlü başarılı bir çalışmaya ulaşamıyorduk. Çünkü mensubu olduğumuz hareketin bizden beklentilerini o zaman ki İstanbul’da karşılayabilmek olanaksız bir durumdu. O zaman HADEP gençlik kolları ve öğrenci komisyonları, örgütledikleri insanları parti binasında görünür hâle getirmek zorundaydı. Yani merkezden gelen bir arkadaş hani nerde bu gençler diye sorduğunda cevap “heval toplantıya 5 arkadaş getirdik, bu arkadaşların ikisi katılıma hazırdır” diye hazır bir cevabınız olmalıydı. Ama devrimci sevdaya katılım yapılamazdı. Kimseyi sevdaya, aşka katamazsınız. Çünkü aşk yaşanır ve bizim aşkımızda mücadele, sevgilinin nazı, dudaklarındaki ateşidir.
Lâkin hepimizin de bildiği gibi, bütün partilerin acımasız kuralları ve uyulması gereken prosedürleri vardır. Bizim örgütte böyle “hadi gençleri HADEP\'e getirinde bir toplantı yapayım arkadaşlara” diyen kişiler ile doluydu. Sanki evde yaprak sarıp, misafir edecek misali herkesin onun yemeğini, onun tarzında sevmesini isteyen abi hevallerimiz vardı. Ama inanın dostlar o dönemde bir solcuyu, demokratı yada kulağı küpeli sırf MHP\'li reislerin zulmünden kurtulmak için bize karışmış bir genci partiye götürmek imkansız gibi bir durumdu.
Biz ise elimizden geldikçe bağımsız bir anti-faşist organizasyon olarak bir araya gelmiş bir grup havası ile çevremizi genişletmeye başlamış ve verim almaya başlamıştık. Sayımız kendi bulunduğumuz lisede o döneme kadar hayâl bile edilemeyecek bir noktaya ulaşmıştı. Kendi aramızda oluşturmuş olduğumuz bir kurul ile bölümlerin işleyişlerini oturtmuş ve toplantılarımızı başlatma aşamasına gelmiştik. Gelin görün ki o dönemde yaklaşık 100 kişiyi alabilecek toplantı salonu olan ve bize kapısını açacak olan kuruluş çok azdı. Bize bu imkânı sunmayı kabul edecek olanlar ise bizleri kendi taraflarına çekmeye çalışacaklardı. Solcular solcuları kazanmak istiyorlardı....
Bu süreçte nasıl bir toplantı olacağını okul sonrası ne tür eğitimlerin verilmesi gerektiği konusunda kurul olarak belli sohbetler geliştirdik ve eğitimlere başlama kararına ulaştık. Aslında çok bilinçli gençler değildik ama üstlenmiş olduğumuz bu sorumluluk bizleri etrafımızda toplanan gençlere bir şeyler vermemiz gerekliliğini bize hissettiriyordu. Bazı yoldaşlarımız önce eğitim-sen ile görüştüler o zaman ki çok kıymetli öğretmenlerimiz de bizler için eğitim-sen Kadıköy şubesinde yer buldular ardından Kadıköy Moda\'da CHP binasını kullandık, ÖDP binasına geçtik bir ara... Yani geçtikçe geçtik... Kimse bize tahammül edemiyor gibiydi... Sayı olarak en yüksek rakamları CHP binasında yaptığımız toplantılarda yakaladık. Şimdi bilemem bina nerededir, nasıldır ama o dönem çok katlı bir bina idi. İkinci katında bir konferans-eğitim yeri vardı orayı dolduruyorduk... Ama hep aynı sorunu her gittiğimiz yerde yaşıyorduk...
Biz kimdik ?
Hangi Örgüt veya partidendik?
Herkese dert olmuştuk, tonla genci bir araya getirmiş o süreçte bir çok güçlü hareketin yapamadığını yapmış ama sevilememiştik. Çünkü onlardan yada şunlardan değildik. Biz bizdik. Solcuyduk, devrimi sevmiştik, gençtik, gençlerdik ve aşık olmuştuk. Birlik olmanın gücünü herkes hissetmişti, ortak gücün sınır tanımaz, korku duymayan gerçekliğine merhaba demiştik.
Burada açmakta yarar var, aramızda her örgütsel ortamdan genç vardı, Pomağından Kürdüne, Türkünden Lazına, Çerkezinden Romanına, Gayinden Lezbiyenine biz bizdik...
Ama dedim ya sevilemedik bir türlü sırtında çadırı zozan zozan gezen Koçer misali bizde parti parti gezdik bir toplantı yapabilmek için... Kitap okuyup tartışabilmek için...
Bizim Parti\'de kızıyordu tâbiki, hele hele o zaman genel sorumlu olan ciddiyetsiz tam bir belaydı... Getir bu gençleri tanıştır beni, onlara eğitim vereyim diye başımın etini yiyordu... Elimden geldiğince çok yanaştırmadım bizim ciddiyetsizi İsmail Subaşı isimli bir dengesizdi bizimkisi... Kardeşi Cezaevinden dışarı müdahale eden, bir diğer Kardeşi kadın hareketinde olan yani torpilli şişkomuz hep kızgındı... Dayanamadı bir ara beni kovdu da.... Ben bildiğimi yapmaya devam ettim hatalarımla doğrularımla sevgilimle, devrim ile yolumu aydınlatmaya çalıştım. Benim o zaman ki komutan sonradan gerillaya katıldı, sonra gitti Türk devletine teslim oldu radyodan çağrılar yaptı, yaptı da yaptı....
Adını da onun için verdim, yoksa isim vermek istemezdim...
Anlatmak istediğim asıl nokta gün gibi ortada, herkesin gel benim ol mantığını yaşadığı bir ülkede nasıl olurda devrim yaşanır? Yaşansa bile, bu devrimden kime ne hâyır gelir...
Bir diğer nokta ise o dönem ki CHP\'nin tutumuydu, bize kapısını açan ama içeriyi gözetlemeye çalışan, her dakika bize Musto Kemal\'den bahseden çarpık bir Sol kafa...
Aslında CHP\'nin tutumu hep aynıydı, bugün de aynı. Kılıçdaroğlu denen kişilik, o dönem ki CHP kafasının aynısını taşımaktadır. Herkese açık kapı bırakan ama kendi içerisinde eritmek isteyen bir kafa. Kürt halkından bahsederken bile yarım ağız yapan bu tutum, sadece Kürtlere şirin görünme çabasının kırık dökük parçalarıdır umarım Kürtler bu ve benzeri tutumlara geçmişten aldıkları tecrübe ile yaklaşırlar... Çünkü klasik Kürt hareketleri hastalığı bizlere hep tekrar tekrar nüksetmekten bıkmamıştır...
Kürt, Kürtten uzakdır…
Kürt, düşmanına sevdalan....
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.