Yüzyıllık cumhuriyet tarihi, devletin kurumsal yapılarının Türk toplum bireyleri üzerinde geçmişte dram ve trajedilerle yaşanmış gerçeklikleri unutturmak ve onları yaşanan bu gerçekliklerin tersine inandırmak için üzerinde titizlikle çalışılmış bir algı dizaynı yapıldı. Yapılmaya da devam ediliyor. Türk toplumunun tamama yakını binler yıl bu topraklarda yaşamış farklılıklara devletin etnik ve siyasal duruşunun arkasında duran bir psikozu yaşıyor. İtiraf etmek gerekir ki, bu konuda çok başarılı olunmuş. Tıp mesleği dışında kalan okuyucular için psikozun Psikiyatri literatüründe ne anlama geldiğini özet olarak açıklayalım: Psikoz, kişilerin gerçek ve olgularla olan bağının kopması demektir. Psikoz hastaları, yaşanan hakikat ve gerçeklikleri tam tersi yönde algılarlar.
Yazının başlığının ne anlama geldiğini yaptığımız bu kısa özetten sonra asıl neyi anlatmak isteğimizi şimdi açıklayalım. Bu topraklarda yaşayan 85 milyon insanın kaderini belirleyecek hayati bir süreçten geçiyor. Tekçi ve İnkarcı cumhuriyetin yüzyıldır acılarla, gözyaşlarıyla ve katliamlarla sürdürdüğü bir süreci geride bıraktık. Türklük temeli üzerinde kurulan, inkarcı ve ırkçı politikalarla hedeflediği amaca ulaşmaya çalışan ceberut devlet, dışa karşı icraatlarını örtmek için bir kalkan görevi gören ve kağıt üzerinde süs olarak duran; "Türkiye, cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" ifadesindeki çelişki, var olduğuna inanılan mevcut demokratik ve hukuk kırıntıları da geri almak için günümüz koşullarında Ortadoğu'da sahneye konulmak istenen İŞİD-Taliban benzeri Sünni İslam şeriatına dayalı vahşi bir barbarlığı kurumsallaştırmanın savaşı veriliyor. Bu sonuca ulaşmak için de otokrat bir rejimin oturtulması için bütün güçlerini seferber etmeye çalışıyorlar. 21. Yy’ ın ilk çeyreğini devirdiğimiz bu çağda, 1400 yıl önceki barbarlık ve fetihçilik amacını taşıyan siyasal yapıları da birbiriyle kenetledi (AKP, MHP, BBP, Yeniden Refah partisi, Vatan Partisi, ve Ulusalcı-Kemalistlerin bilinen bazı kesimleri)
Hal böyle iken, 2. dünya savaşında on milyonlarca insanın hayatına mal olan Hitler faşizminin adım adım iktidara gelip yerleşmesi karşısında, Avrupa'da toplumun diğer kesimlerinin; "Yahudileri ve Komünistleri temizliyor. Biz Yahudi de, Komünistte değiliz" diyerek "neme lazım" aymazlığına saplanmışlardı. Hatta bazıları içten içe sevinmişlerdi. Sıra kendilerine geldiğinde, seslerini duyacak organize ve örgütlü kimse kalmamıştı. Aynı aymazlık, bu topraklarda hala devam ediyor. Laf lafı açtığında mangalda kül bırakmayan sözde solcu ve demokrat geçinenler, bu vahamet karşısında gerçekleri doğru okumayı ıskalamaya devam ediyorlar. Peki bu neden böyle? Çünkü, siyasal bakışlarına yön veren düşünde evrensel sol düşünce değil, Kemalizm olduğu içindir. TKP'nin kuruluşu Türkiye'nin kuruluşundan öncedir. Partinin Lideri Mustafa Suphi ve arkadaşlarının anavatana dönmek için Sovyet Rusya üzerinden Kemalist rejime yapılan telkinler sonucu; "Gelebilirler. Bizde Komünistiz. Üstelik bizimde kurduğumuz bir komünist partisi var" diyen Kemalist rejim, TKP ekibinin Bakü'den yola çıkarak Türkiye toprakların girdikten sonra, Karadeniz'de Kemalist rejimin kurguladığı bir planla binlerce Pontuslu Rum'u ve Ermeni'yi vahşice katletmiş çeteci Topal Osman vasıtasıyla Mustafa Suphi ve arkadaşlarını Karadeniz'de boğdurtmuştu. Yeni TKP yöneticileri ve Sovyet rejimi, bu katliam sonrası ciddi bir tepki gösterememişti.
Aynı TKP, Çok uluslu ve çok kültürlü bir ülkede Türk etnik temelli bir devletin kurulmasına hiç bir itirazları olmamıştır. Kürtlerin ve Türk olmayan Müslüman halkların varlıklarını inkar eden, dillerinin, kültürlerinin yasaklamış bir rejimi kendi komünist anlayışlarına aykırı bulmamışlardı. Ağızlarında pelesenk ettikleri gerçek solcuların "Enternasyonalist görev" olarak addettikleri bu ifade ne anlama geliyordu? Anlamı Şu: Kendi egemenleri tarafından hakları gasp edilmiş halkların ve azınlıkların ulusal özgürlük mücadelelerini amasız, fakatsız desteklenmesini emreder. TKP, Bu temel ilkeyi sahiplenmediği gibi tekçi ve inkarcı Kemalist rejimi hiç bir şekilde eleştirmemişti. Kürtler, bu yok saymaya karşı 1919, 1925, 1930 ve 1937-38 de kitlesel olarak tepki göstermiş ve başkaldırmışlardı. TKP yönetimi, Kemalist rejimin bu karşı çıkış ve baş kaldırışları toplu katliamlarla bastırmasını açıkça desteklemişti. Dersim Katliamı sonrasında toplanan III. komünist enternasyole (Komintern) çarpıtılmış bir rapor sunan Rasim Davaz rumuzlu şahıs, dönemin TKP genel sekreteri İsmail Bilen olduğu sonradan deşifre olmuştu. Raporun dikkat çeken kısmı; “İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara Hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerin, muhtemel yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmak için uğraşıyor. Feodal unsurlar, Kemalist parti tarafından geçekleştirilen reformlara rağmen bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardı” Nasıl komünistlik ama? Ağzınız açık kaldı değil mi? Süslenmiş Marksist jargonlarla Dersim'de çocuk, kadın yaşlı on binlerce masum kişinin mağaralarda bombalarla ve kimyasal gazlarla "fareler gibi" zehirleyen katliamcılar "ilericiler" Silahsız, savunmasız bir şekilde öldürülenlere de "gericiler" diyen bir Komünist partisi !! Türk tipi komünizm ve solculuk böyle bir şey olsa gerek.
Bu topraklarda yaşayan halkların, farklı inançların, geleceklerinin nasıl bir tehlike altında olduğunu bilmeleri lazım. Özellikle, sağduyulu, demokrat ve erdemli Türklere büyük görevler düşüyor. Bu karanlık hesaplarda, Anadolu Türklüğünün mutlu ve özgür geleceği de tehdit altında. 21. yy. da toplumu Ortaçağ karanlığına, hatta 1400 yıl önceki barbarlık dönemine dönmeye zorlayan bu karanlık şer ittifakına karşı kişisel ve ideolojik bakışlarını bir süre ertelemeli, toplumun rahat nefes alacakları, topluluk ve bireysel haklarını konuşarak diyalog yoluyla çözüme kavuşturmak için sandıkta demokratik bir şamar indirilmelidir. Yıllarca Kürt yoksullarının omuzlarında yükselerek meclise taşınan kendilerine "Türk solu" diyen kurumsal kesimler aynı tas aynı hamam. Özgürlük ve demokrasi ittifakında yer alan TİP, kritik olan parlamento aritmetiğinde bu karanlık güçlere yarayacak bir karar aldı. Gerekçeleri şu; "Parlamento da sosyalistler ihtiyaç var" (!!??) Yazılarımda defalarda izah ettim.
Bu seçim sisteminde İttifak amblemi dışında küçük partilerin kendi logolarıyla seçime girmeleri halinde, çıkaracak milletvekili sayıları düşer. Basit bir örnek, bir seçim bölgesinde bir milletvekili çıkarmak için 70 bin oy gerekli olsun. Ayrı ayrı logolarla seçime giren ittifak partilerinin oyları toplanmaz, ittifak 60 bin diğer bir bileşen 30 oy almış olsun. O seçim bölgesinde adı geçen ittifak hiç bir milletvekili çıkaramaz oylar boşa gitmiş olur. Bu oylar sadece ülke barajına etkiler. TİP genel başkanına "Bu talebiniz ittifakın çıkaracağı milletvekili sayısını olumsuz etkilemez mi?" diye sorulduğunda; "Hayır. Mesela biz Şırnak'ta seçime girmeyeceğiz. İttifak adaylarını destekleyeceğiz" Nasıl cevap ama? Bir halk ancak bu kadar aptal yerine konulabilir. Bilmeyen de sanır ki hazret Şırnak'ta seçime girse silip süpürecek. Küstahlığın, şımarıklığın ve kendini dev aynasında görmenin tipik bir göstergesidir bu. Oysa Kürtlerin sırtında milletvekili olmasaydılar, mahşere kadar meclis konforu ve onları şımartan yüksek maaşı görebilecekler miydi? Tutuklandığında ve cezaevinden çıkarken söylemiş olduğu doğruları ve onurlu cesaretini takdir ettiğim Ahmet Şık' ta TKP geleneğinin ayarlarına döndü. "Yeterince Türk faşistler var. Birde Kürt faşistlerle uğraşamam" demiş. Ahmet Şık bu gafı bilerek mi yaptı? Donanımlı bir insandır. Muhtemelen tartarak bu sözleri kullanmış. Peki faşizm nedir? Faşist kime denir? Faşizm; Otoriter devlet üzerine kurulu, modern, radikal aşırı milliyetçi politik bir ideolojidir. Evet Türk faşizmi vardır. Her gün bu faşizmi gözlerimizin içine sokuyorlar. Alman, Fransız, İngiliz... gibi güçlü devlet kurmuş toplumların kendilerinden farklı kesimlere tepeden bakma, aşağılama, düşmanlık ve nefrete dayalı somut ve elle tutulur ırkçı-milliyetçi davranışlar vardır. Ulusal varlığı, dili, kültürü inkar edilmiş, sürekli ezilmiş, aşağılanmış, katliamlara uğratılmış toplumun bireyleri faşist olabilir mi? Çünkü, somut ve elle tutulur faşizanlığın arkasında mutlaka devlet gücünün olması gerekir. Kürtler isteseler de faşist olamazlar. Onun için Ahmet Şık bence aynaya baksın. Faşistliğin ne olduğunu aynadaki görüntüde görür. Yeşil Sol partinin ana damarı olan HDP konusundaki eleştirilerim saklıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.