Bahçeli'nin tokalaşma ile onurlandırdığı DEM Parti yöneticileri ile başlattığı ve Öcalan'a şartlı tahliye teklifi sonrası hız kazanan gelişmeler izliyoruz.
DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan hastanede yatan Devlet Bahçeli’yi arayıp geçmiş demiş. Geçmiş olsun demek ile kalsa neyse. “Barış ve kardeşlik çalışmaları konusunda Türkiye’nin size ihtiyacı var" diyor. Doğrudur, Türkiye'de iktidarlar kritik dönemlerinde Bahçeli'ye ve partisi MHP'ye her zaman ihtiyaç duyulmuştur. 1999 yılında Ecevit'in başbakan olduğu dönemde Devlet Bahçeli Mesut Yılmaz ile birlikte başbakan yardımcısıydı. Aynı dönemde Öcalan Kenya'dan Türkiye'ye getirildi. Seçim çalışmaları için yaptığı mitinglerde oy uğruna kürsüden yağlı urgan fırlatan Bahçeli'nin desteği ile Öcalan'ı idamdan kurtaran yasa kabul edildi.
Bugün Ortadoğu'da değişen dengelerden sonra PKK'nin silah bırakması karşılığında Öcalan'a tahliye olabilme imkan sunan yine aynı Bahçeli.
DEM Parti genel başkan yardımcısı Tayyip Temel Halk TV’de katıldığı canlı yayında "Şu an Türkiye'nin gerçek anlamda bulunduğu riskleri, Orta Doğu'da ve dünyada gerçek anlamda güç olmasının önündeki pranganın Kürt sorunu olduğunun en bilincinde olan lider Sayın Bahçeli'dir. Ben bir gün bu değerlendirmeyi yapacağımı hayal edemiyordum" diyor.
Bizler de DEM Parti'nin atanmış yöneticilerinin Devlet Bahçeli'yi göklere çıkarıp Kürd kamuoyuna bu şekilde tanıtacaklarını hayal bile etmezdik.
Kurulduğu günden bu güne Türkiye'nin en önemli sorunu Kürd'ler. Defalarca ağır bedeller ödetilmesine rağmen bu sorun gündemden düşmedi.
Hayatın her alanında, iç ve dış politikada Türkiye'nin önündeki en büyük engelin Kürd (veya Türk sorunu) olduğu doğrudur. Bunu Devlet Bahçeli'de iyi biliyor. Ancak Bahçeli bu sorun ile ilgili bu güne kadar uygulanan zora dayalı asimilasyon politikasının devam etmesini savunmanın dışında söylediği ve sorunun çözüm için olumlu tek bir önerisi bile yok. DEM Parti Genel Başkan yardımcısına sormak lazım Türkiye'nin Kürd sorunu ile ilgili çözüm için önerisi olmayan Bahçeli bu kadar övgüyü hak etmek için ne yaptı?
Bu övgü dolu sözleri hak etmek için Kürd kimliğinin anayasal güvence altına alınmasını ve Kürdçenin resmi dil olmasını mı savundu?
Bahçeli Kürdlerle ilgili dün neyi savunuyorsa bu günde aynı şeyleri savunuyor.
Türkiye'nin Kürd sorunu ile ilgili şiddet dışında çözüm önerisi beklenen en son kişi Devlet Bahçeli'dir.
Durup dururken "Kürd-Türk kardeştir" demesin de ki amacı bölünmüş Kürdistan'ın Suriye ve Irak'taki parçalarını da Türkiye'ye bağlayarak yeraltı ve yerüstü (Bereketli hilal) kaynakları ile birlikte zengin şu kaynaklarının elde edilmesinden başka bir şey değil.
Öcalan ve DEM Parti'nin atanmış yöneticileri de Bahçeli gibi Kürdlerin ulusal kazanımları için verdiği mücadeleyi emperyalizmin oyunu olarak değerlendiriyorlar.
Bu değerlendirme ile de yetinmeyip Misak-ı Milli anlayışının benimsenip Kürdlerin yüzünü Ankara'ya çevirmesini istiyorlar. Böylece "Misak-ı milli mülkü devlettir. Millet ise sonuna kadar, sonsuza kadar Türk'tür." diyen Bahçeli'nin tekçi anlayışına ve fetih hayallerine Kürdleri ortak edip ulusal taleplerinden vaz geçmeleri isteniyor. Bahçeli istediği hayali kurabilir. Ancak kimse bu hayallere Kürdleri ortak etmesin.
Öcalan yüzünü Ankara'ya çevirdiği için IŞİD saldırılarına karşı ABD'nin silah yardımı ile dünyanın hayranlık ile izlediği Rojava halkının direnişi ve sonunda kazandığı zaferi yok sayarak Bahçeli'nin dediklerinin dışında bir çözüm önerisi olmadığı halde "Ya benim, ya da Amerika'nın çözümü" diyor.
Ortadoğu ve barış dendiğinde artık dünyanın gündeminde Kürdler ve çözüm bekleyen sorunları var. Kürdler ve sorunlarının tartışıldığı bir dönemde yurtsever tabanın aksine DEM Parti yöneticileri de Öcalan gibi Kürdlerin ulusal kazanımları ile ilgili her olumlu gelişmeye emperyalizmin oyunu diyerek tavır alınmasını istiyor. Geçmiş isyanlarda olduğu gibi ulusal taleplere bildiğimiz klasik söylemle emperyalizm ve işbirlikçilerinin oyunu diyerek Kürdleri ulusal mücadele hedeflerinden uzaklaştırmak isteniyor.
Öcalan'ın çağrısına ne yanıt vereceği merakla beklenen Kandil "Bu hamleye herkes sahip çıkmalı ki önderliğinde yükü azalsın" diyerek topu taca atıyor.
Ortada Öcalan'a yüklenen bir yük yok. Kandil'in bilip te bilmezden geldiği Kürd ulusunun üstünde bir yük varsa o yük yıllardır silahlı mücadeleyi cezaevinde olmasına rağmen yürüten, anlamı dışında yönlendiren Öcalan'ın kendisidir.
Öcalan Kandil'e ve diyasporada yaşayan Kurdlere yaptığı çağrıda "PKK ve Kür'ler değişecek, Turkiye Cumhuriyeti Devleti değisecek, Ortadoğu ve tüm dünya değişecektir. Devlet yıkılmayacak, demokrasiye duyarlı ve açık temelde yeniden yapılandırılacaktır" diyor. Ortadoğu’nun değişeceğini Hamas ve Hizbullah'a vurduğu darbeler ile İran'ın önünü kesen İsrail'in olduğunu herkes biliyor. PKK'nin değişeceğini de en iyi Öcalan bilir. Ancak tekçilik üzerine kurulu Türkiye'nin değişeceğini Öcalan neye dayanarak iddia ediyor? Bu güne kadar kamuoyundan gizli kapalı kapılar ardında yapılan görüşmeler ile yapılan yorumların bir anlamı olmadı, bu günden sonra da olmaz.
Siyaset yaparken bedel ödemeyi göze almalı. Ancak siyaset sadece bedel ödemek üzerinden kurgulanamaz
Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi bu ülkede şu veya bu şekilde herkes bedel ödemiştir. Özellikle Kürdler ulusal haklarını savundukları ve asimilasyona karşı direndikleri için çok bedeller ödediler, hala ödüyorlar. Ancak günümüzde dikkat edilmesi gereken bedel ödemeden, bedel ödeyenler üzerinden siyaset yaparak ulusal siyaseti mecrasının dışına çıkaranlara karşı tavır almak gerekiyor.
Siyasi bir hareketin hedeflerini belirleyen asgari ve azami ilkeleri olmalı. İlkeli siyaset yerine TBMM'ne gönderilen millet vekili ve kazanılan belediye başkanlıklarının sayısını arttırmak öncelik haline geldi. İlke olmadığı için de siyasette ileri adım atılmadığı gibi kazanımlardan geriye adımlar atılıyor.
Ulusal ilkeler yerine kendi ilkelerini oluşturan DEM Parti yöneticileri bir yandan Bahçeli'ye methiyeler dizerken diğer yandan da devam eden kayyum atanan belediyeler için "kurdun kuzuyu yedikten sonra çobanla göş yaşı dökmesi" gibi tabana direne direne kazanacağız diye direniş çağrıları yapabiliyor.
Ortadoğu'da gelişmeler sonrası beka endişesi ile Bahçeli'nin Öcalan'a yaptığı şartlı teklif İmralı heyeti ve DEM Parti yöneticileri tarafından devlet projesi diye sunulmak isteniyor. Bahçeli'nin önerisi olmadığı gibi Öcalan'ın yapacağı çağrı Türkiye'den çok Güney Kürdistan'ı ve Rojava'yı ilgilendiriyor. Çünkü PKK silah bırakırsa Türk askerinin Güney Kürdistan ve Rojava'da varlık nedeni de ortadan kalkar. Acaba başta Bahçeli olmak üzere bunu Türkiye'de kim ister?
İmralı heyeti DEM Partiden yapılan takviyeler ile Güney Kurdistan'a da gittiler. Gündeme yansıtıldığı biçimde sorun Güney yönetiminin heyeti kabul etmesi, Sırrı Süreyya'nın Başkan Mesur Barzani'nin önünde eğilmesi değil. Sorun hemen her gün Güney Kürdistan'in ulusal kazanımlarını hedeflerine koyan yalan yanlış haberlerle Güney Kürdistan Yönetimi'ne ve Barzani ailesine olmadık hakaretleri yağdıran kişilerin hangi yüzle heyette yer alıp görüşmeye gitmeleridir.
Yazılarımda İmralı ve DEM Parti yöneticilerini eleştirmemden bilinen belli bir kesim rahatsız oluyor. Rahatsızlıklarının nedeni ulvi misyonları yükledikleri İmralı'nın ve DEM Parti'ye atanmış yöneticilerin Demokratik Konfederalizm gibi ütopik söylemlere karşı bütün eksikliklerine rağmen Güneyin kazanımlarını ve ilkeli ulusal mücadeleyi savunmamdır.
Kandil, DEM Parti ve Öcalan Filistin'in devlet olma hakkını savunmalarını rağmen 60-70 milyonluk nüfusa sahip Kürdlerin de bağımsız devlet olmasına sıra geldiğinde karşı çıkarlar. Sürekli birlik demelerine de bakmayın. Ulusal mücadele verenler ile ulusal mücadeleye karşı çıkıp "gerekirse silah kullanırız" diyenler ile birlik olunmaz. Birliği savunanların ütopik görüşler yerine ilkeleri, ilkelerine uygun ittifak anlayışı ve bağımsızlık, federasyon ve en azından özerklik gibi amaçlarının belli olması gerekir. Yazıma nokta koymadan önce Kürd'ler Türk, Arap ve Fars'lar ile kardeş değildir. Eşit olmaları halinde dost olabilirler. Ama dört parçaya bölünmüş Kürdistan'ın her parçası diğerinin kardeşidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.