İki yüz yıla yakındır İttihat–Terakki ve onun uzantısı Kemalist düzen, Kürt halkının geleceğini yok etmek, umutları karartmak için, Kürt aydın ve elit tabakasına, aristokrat ve soylu aile fertlerine karşı suikast ve yok etme hareketlerini devam etmekteydi. Tarihten süre gelen bu düzenin en ehveni şu andaki iktidar bile; “araştırıyoruz, bakıyoruz her daim bu Kürt meselesin altında Kürtlerin bu kesimi çıkıyorlar. Eğer onları itibarsızlaştırıp etkisizleştirebilirsek bu Kürt meselesini kökten hal etmiş oluruz” diye biliyorsa, artık gerisini siz düşünün. Tarih buyunca bu böyle devam etti, ta ki son halkası olarak;
Doğu Anadolu bölgesinin Tarikat, ilim ve irfan merkezi olarak bilinen Norşin ilçesinde, 19 Ocak günü olağan üstü, son derece vahim ve akıl almaz tarihi bir olay yaşandı. İki davalının Allah şeriatına göre aralarını bulmak için uğraştığı neticesinde, Kendi medresesinde uğradığı silahlı saldırı sonucu, Şeyh Abdulkerim Çevik yaşamını yitirdi, gerçekten de Allah Şeriatını tatbiki uğrunda şehit oldu.
Feqet bila herkes bizanibi ku; “Li Hewinga Şêr xilas nabin, Ji malbata û mal mezinan, Mîrza û Çelebî kêm nabin.” (Fakat herkes bilsin ki; ( Doğal orman barınaklarda Aslanlar bitmez, büyük soylu sülale ve ailelerde, şehzadeler ve muhterem zatlar eksik olmaz )
Kürt milletinin bağrından çıkan, Kürt tarihinde “ilk Üniversite olarak kabul dilen Cizre’de ki Medresa Sor” dan sonra, Kuzey Kürdistan bölgesinin en önemli ikinci ilim ve irfan merkezi olarak bilinen, (tarihi Nakşibendi Tarikatını ilim ve irfanla birleştirip, sosyalleştirmekle Tarikatın ikinci versiyonu başlatan Mevlâna Halid-i Şehrezori–Bağdadi ekolünün Nehri kolunun devam ettiricileri olan) “Nurşîn” (Nur–şin yani nurun yeşerdiği) medresesi, 200 yıla yakındır ilim ve irfan üretiyor. Başta Bedi-û zaman Said-i Kurdi–Nursi ve son dönemin Türkiye’nin en önemli Diyanet işleri başkanlarından Prof. Dr. Mehmet Görmez hoca (ki kendisi de medrese kökenli olan, Kürdistan medreselerini canlandırıp statü sahibi yapmaya çalışan biri) olmak üzere, on binlerce öğrenci okuttu. Buradan başta Kürdistan olmak üzere tüm Anadolu’yu aydınlatan alim, düşünür ve irfan sahibi muhterem şahsiyetler ortaya çıkardı. “Norşin; Güneydoğu bölgesinde dini eğitimin verildiği önemli bir merkezdir. Menzil ve Haznevi Dergahı’nın kökeni Norşin’dir. Bedi-ü zaman dahi Norşin’de yetişmiştir.” Nitekim Bedi-û zaman Said-i Kurdi–Nursi burayı anlatırken; "Eğer istersen hayalinle Nurşin karyesindeki Seyda'nın meclisine git bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris'e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki, akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar. İlâ âhir..." (Mesnevi-i Nuriye kitabı sayfa- 263)
Şimdi bu olayı sorgularsak; “Şeyh Abdulkerim’i şehid eden piyon ve cani,“ “eğer gerçekten mesele alışveriş meselesi olsaydı, şeyhten önce husumetli olduğu kişiyi öldürmesi gerekmez miydi?” Kaldı ki kendisi husumetli ile arasındaki sorunu Şeriatla çözmesi için bizzat şeyhin hakemliğine baş vurmuş.
“Amaç siyasi bir operasyonu yerel bir sorun ve çekememezlik ile gizlemek olabilir.
Bu anlamda tüm müderrislerin daha dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum. Benzer operasyonlar Kürt tarikat çevrelerine de yapılabilir ihtimali gözden kaçırmamak gerekir.” Ve “Kürtlerin toplandığı medrese ve dergahlarla ilgili gelecekte daha başka sorunlar da çıkabilir.” Kürt milleti olarak uyanık, her olacağa hazırlıklı olmalıyız.
Olaya sakin kafayla baktığımızda ki, işin içinde belki de tüm Kürt halkını ve geleceğini ilgilendiren evvelden planlamış ve kurgulanmış başka ciddi işler vardır.
Nitekim Şeyh Abdulkerim’in birinci derece akrabası olan Şeyh Bahattin Mutlu, Şeyh’in şehadetiyle ilgili Rudaw TV’ye verdiği demeçte; “Bir defa daha da şunu gördük ki bu coğrafyada normal ölümler çok azdır. Hele hele böyle bir aileden çıkan böyle şahsiyetin öldürülmesi öyledir. Yıldızı parlak biriydi, geleceği parlaktı, umut dolu bir gelecek onu bekliyordu. Böyle bir süreçte öldürülmesini ben normal görmüyorum. Aklımızda binlerce soru işareti var."
"Bu öyle sıradan bir cinayet değil, öylesine bir öldürme olayı değil. Kasti ve planlı bir cinayettir, elbette bir hedefi de vardır."
"Amaçları, temayülleri olan bir aile."
"Ortada güçlü ayaklar bulunmasını istemiyorlar, hepsini muştulamak istiyorlar."
"Şeyh Abdulkerim dindar, müteddeyin bir insandı ve her şeyin din perspektifi ile aydınlatılmasını savunuyordu. Yani ister Kürt meselesi, ister devlet veya uluslararası bir mesele olsun, ne olursa olsun prensip olarak dini doktrine göre yaklaşırdı."
"Ailenin çizgisi de dindar ve ulusal bir çizgi olarak görülüyor."
"Dolayısıyla yakınları ve tanıdıkları arasında, “Şeyh’in katledilmesi bu güçlü ulusal çizginin bitirilmesini mi amaçlıyor?” (https://www.rudaw.net/turkish/kurdistan/210120209)
Şahsen bu demeci okuduğumda Cizre de mukim olup ilim ve irfan faaliyetinde bulunan üstün zeka ve müstesna kabiliyetlere sahibi Şeyh Muhammed Nurullah Seyda’nın 1985 yılında geçirdiği muamma trafik kazasıyla daha 35 yaşında vefatı aklıma geldi.
Cizre daha Mardin’e bağlı iken, Şeyh Nurullah’ın kardeşi pasaport alması için müracaat ediyor. Fakat bir türlü olumlu veya olumsuz cevap almayınca, birileri devreye sokup Emniyet’teki dosyaya baktırıyorlar. Dosyaya bakan kişi şu notla karşılaşıyor: “……….. Seyda ileride Türk devletine tehlike oluşturabilecek Muhammed Nurullah Seyda’nın kardeşidir.” Bunun için söz konusu şahsın pasaport alması sakıncalıdır.”
Bu anekdotla Şeyh Abdulkerim’in şehadetiyle merhum Şey Nurullah Seyda’nın gizemli ve son derece şüpheli trafik kazasıyla vefatının (ki İsmail Beşikçi de yazdığı bir kitabında derin devletle ilişkili bu şüpheli trafik kazaya dikkat çekmişti) ve iki şahsiyetin benzerlikleri dikkat çekmek istedim.
Yukarıda anlattıklarımız çerçevesinde bakacak olursak, iflah olmaz tarihi Kürt düşmanı İngilizlerin beslemesi ve taşeronları olan Kemalistler; (yani Yunan askerlerin Ankara’nın Polatlı ilçesine vardıktan sonra) Mustafa Kemal ve Kemalizm’in kurucu arkadaşları İngilizlerle yaptıkları antlaşma gereğince; “tüm Anadolu’yu İslamsızlaştırma ile beraber Kürtleri alabildiğince sindirme ve tasfiye etme” karşılığında; “Mustafa Kemal kahramanlaştırılacak, Türk devleti kurulacak.” Bu antlaşmadan sonra İngilizler, Yunanlardan desteğini çekti. İngilizler başta İstanbul olmak üzere antlaşmalı ve savaşsız askerlerini Anadolu’dan çekti ve Türk devletini kurdurdu. Mustafa Kemal ve arkadaşları da 1924 yılına kadar İngilizlerle yaptıkları antlaşma gereğince, “Anadolu’yu İslamsızlaştırma ile beraber Kürtleri alabildiğince sindirme ve tasfiye etme” programı hayata geçirecek kadroyu hiçbir boşluk bırakmadan devlete yerleştirdi. İnsan faktörü sağlamlaştırdıktan sonra, iş hukuki altyapısına gelince 1924 yılında (o zamanın şartlarına göre tüm Anadolu halkların rızasına uygun yapılmış olan) 1921 anayasasını yürürlükten kaldırarak İngilizlerin emir, direktif ve rızasına uygun 1924 anayasasını yürürlüğe koydu. Bu anayasa ile Anadolu da adeta Allah’a, onun dini olan İslam ve şeriatına savaş açıldı. Başta ezan olmak üzere (tam 18 yıl aslına uygunlu susturarak) İslam’la ilgili ne varsa yasaklandı. “Takrir-i sük,un kanunları ve İstiklal mahkemeleri” ile bunları acımasız bir şekilde tırpanladığı gibi, baştan başa Anadolu üzerinde silindir gibi geçti. İşin ilginç yanı, dindar bildiğimiz Türkler de “Türk devletinin kurulmasına karşılık bu Allah düşmanı uygulamalara bırakın kayda değer ses çıkarıp karşı koymayı, bilakis bu uygulayıcıları alkışladıkları gibi kendine “Ata” seçip baş tacı bile ettiler. Öldüklerinden sonrada, mezarlarını adeta kendilerine ziyaret gah ve kıble gâh bile yapmaktan çekinmediler.
İslam düşmanlarına karşı dindar Türklerin ve Anadolu halkının durumu bu iken, Kürdistan da durum tam bunun tersi oldu.
1924 anayasası yayınlandıktan sonra, Kürdistan Meşayih ve Alimleri, Aşiretleri de yanlarına alarak Mustafa Kemal ve hükümetine bir ültimatom vererek mealen; “bizimle sizin, yani Kürtlerle Türkler arasında bağ din bağıydı. Siz hilafeti kaldırıp Allah dini olan İslam şeriatına savaş açmakla bu bağı koparttınız. Allah’ın emri gereğince artık biz, Allah’a savaş açmış olan düzen ve egemenliğinizi tanımıyoruz” deyip. Şeyh Sait önderliğinde kıyam başlattılar. Kemalist düzende bunlara savaş açtı. Kürdistan bölgesinde bulunan tüm ilim ve irfan merkezleri olan “Dergah ve Medreseler” kapatıldı. Kürt ve Kürtçe ile ilgili ne varsa düşman ilan ederek yasakladı, onlara karşı savaş ilan etti. “Takrir-i sükun kanunları” ve düzmece “istiklal mahkemeleri”yle Kürdistan’ın din alimleri, meşayih ve ailelerin fermanını çıkardılar, yakaladıklarını da idam ve sürgün ettiler.
Fakat tüm bu baskılara rağmen Kürdistan’ın Meşayih ve alimleri teslim olmadılar, var gücüyle direndiler. Yer altına inmekle beraber, hem irfan yuvası Nakşibendi Tarikatlarını, hem de ilim yuvası Medreselerini de devam ettirdiler. Cumhuriyet döneminde batıdaki medreseler kapatılırken, doğudaki medreseler bir anlamda yeraltına çekilmekle beraber ilim ve irfanıyla hem Kürdistan’ı hem de Kemalistlerce manevi yönde çoraklaştırmış oldukları İstanbul ve Anadolu’yu da sulayarak beslediler.
Kürtçe eğitimi verilen Kürt medreseleri, Kürtçe edebiyat eğitimi verilen okullar olma özelliği taşıyor.
Kemalistler medreselerin Kürtçeyi kullanmasından son derecede rahatsızdırlar. Çünkü medreseler, Kürtçenin yok olmasını engelleyen başlıca yapılardı.
“Ben medreseler vakfının bu cinayet olayı sürecini iyi takip etmelerini tavsiye ediyorum. Çünkü
bu Kürt medreseler ayni zamanda muhafazakar, dindar Kürt milliyetçiliğinin, Kürt ve Kürt halkının şer-i Kürt davasının kaynağını ve sahiplenmesini oluşturuyordu!..”
Hem de Kürtçe tedrisat yaparak müthiş Kürt edebiyatını uluşturdular ve Kürtçe dilini kurudular. Burada en önemli olanı ise Kemalist düzeni “Küfür düzeni” ilan ederek, Kürtlerle Kemalist Türk devleti arasında keskin ve kalın çizgi çekerek Kürtlerin asimile olmasını önledikleri gibi, Kemalist düzenin ilkelerini Kürdistan da ve Kürt milleti üstünde işlemez hale getirdiler. Ta ki Kemalistler; “Kürtlük postuna büründürerek taşeronları olan PKK’yi devreye sokuncaya kadar.”
Kemalistlerin direk müdahaleleriyle 70 yılda yapamadıklarını PKK vasıtasıyla hayata geçirmeye çalıştılar. Fakat Kürt dergah ve Medreseleri PKK’ye de direnince ve son dönemde bunların önderliğinde veya bunlarında katılımıyla Kürt toplum sosyolojisine ve toplumsal fıtratına uygun yeni bir Kürt yapılanması çalışmasının başlatılmasıyla artık taşeronları olan PKK pabucunun dama atılma ihtimali belirince, patronları olan Kemalistler bizzat devreye girme ihtiyacını hissettiler. Eski yöntemleri olan, tehlikeli buldukları ve Kürtler için gelecek vadeden “Kürt aydın ve soylu ailelerin önderlerini” Şeyh Abdulkerim Çevik gibi bedensel olarak ortadan kaldırma yöntemini devreye soktuklarını görüyoruz.
Esasen “Prof. Dr. Mehmet Görmez hocanın Diyanet İşleri Başkanlından azil edilişi ile Kürdistan Medrese ve Medrese ehline operasyon başlatılmıştı.” Fakat bu kısa dönemde geride kaldığını tahmin ettiğimiz “bedensel olarak ortadan kaldırma operasyonların” tekrardan başlatılacaklarını tahmin etmiyorduk. Bu işi taşeronlarıyla iktifa edeceklerini tahmin ediyorduk. Buna göre hazırlık ve çalışmalarımızı yapıyorduk. Fakat olsun, “bu mücadelede de boyun eğenin boynu kırılsın” diyoruz.
Şuna inanmışız ve inanıyoruz; İnsanın hayat planlaması Allah tarafında doğmadan önce çizilmiş ve uygulaması da onun iradesiyledir, iradesindedir. Onu değiştirmesine hiç kimsenin gücü yetmeyeceği gibi haddi de değildir. Onun için bu konuda rahatız.
İkincisi; her namuslu ve şerefli Kürt şunu kesinlikle bilmeli; “Kürdistan da namuslu Kürtler, en az namussuzlar kadar cesaretli olmadığı müddetçe ne Kürt ne de Kürdistan kurtulur?”
İrtibat ve yorumlar için: [email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.