Türkiye halka rağmen halk adına ,tepeden alınan kararlar ile, kısaca jakoben anlayış ile yönetilen bir ülke. Topluma tanınan demokratik haklar yukarıdan aşağıya kontrollü bir şekilde alınan kararlar ile uyguladı.
Basın ve örgütlenme özgürlüğü, İnsan Hakları gibi demokratik haklar mücadele ile, bedeli ödenerek alınmadığı için tanınan haklar ülkeyi yönetenlerin iki dudağı arasındadır. İstenildiğinde geri alınır ve demokratik ülkelerde olduğu gibi tepki gösterilmez. Demokrasilerin olmazsa olmazı çok partili sisteme geçiş bile Türkiye'de dış baskılar sonucunda oldu.
Dışarıya demokrasi görüntüsü vermek için kuruluş yıllarında kendi komünist partisini kuran bir ülke Türkiye.
Bireysel bir hak olan türban için üniversitelerde ikna odaları bile kurulduğu akıllarda. Jakobenci "aydınları ve bilim insanları" askere darbe çağrısı yaparak Anıtkabir’e yürüdüklerine bile şahit olmuştuk.
Kısaca "Bu ülkeye komünizm ya da Faşizm gelecekse buna biz karar veririz" anlayışı ile Türkiye yüzyıl yönetildi.
Türkiye'nin ikinci bir yüzyılda yukarıdan aşağıya (jakobenci anlayış ile) idare edilmesi artık mümkün değil.
Çünkü Türkiye ve yer aldığı Ortadoğu farklı etnik ve inanç gruplarını bünyesinde barındıran, yer altı-yerüstü zengin kaynakları ve jeopolitik konumu ile önemli bir yer.
Birinci paylaşım savaşından yenik çıktığı için dağılan Osmanlı topraklarında etnik ve inanç farklılıkları gözetilmeden masa başında sınırları çizilen yeni devlerle birlikte statüko oluşturuldu. Oluşturulan bu statüko yüzyıl sonra değişen dünya ile uyum içinde ilişkilerin sürdürülebilir olmadığı ve yeni bir düzenlemenin yapılması gerçeği ortaya çıktı.
Kurulması istenen yeni düzende SSCB dağıldığı için artık soğuk savaş döneminde uygulanan denge politikasına ve Saddam gibi diktatörlere verilen desteğe de gerek kalmadı. Ortadoğu'nun globalleşen dünya ile uyumu için artık şart olan sermayenin serbest dolaşımı (doların) ve yatırımların güvenliğinin sağlanması gerekiyordu.
Türkiye'nin de çözüm bekleyen Kürd sorunu var.
Bu sorun geçen yüzyılda baskı, inkâr ve uygulanan asimilasyon politikası ile çözüm getirilemedi. Bu uygulamalara karşı Kürdlerin göstereceği bilinen ve zaman zaman isyana varan tepkilerin yayılmasına ve örgütlenme aşamasına gelmesine izin verilmeden müdahale edildi.
Osmanlı'dan bu yana gelenek haline gelen uygulama "Devletten hak alınmaz-devlet istenirse verir" anlayışı ile ulusal haklar yerine arada bir bireysel haklar verildi. Yüzyılda Kart-Kurt'tan" günümüzde Bahçeli'nin de savunduğu "Türk-Kürd kardeşliğine" gelindi.
Irak'ta Enfal ve Halepçe'de yaşanan kıyımlardan sonra Saddam'ın devrilmesi ile Güney Kürdistan’da Federe yönetimin kurulması, Suriye’de oluşan statüko boşluğunun ardından Hamas'ın başlattığı saldırı sonrası İsrail'in İran'ı devre dışı bırakması ile Türkiye'de tekçi düşünenlerin beka endişesini arttırdı. Yeni yüzyıl için hızla değişen şartlarda Kürd kazanımlarına yol açacak istenmeyen gelişmelerin önünü almak için PKK-terör ve silahlı mücadele artık yetmiyordu. Farklı ve kabul gören ulusal haklar dışında bir şeylerin yapılması kaçınılmaz oldu. İktidar (ya da devlet aklı) jakobenci anlayış ile devreye girdi. Görevi üstlenen Bahçeli önce mecliste "içeride barışı" sağlamak için DEM Parti yöneticileri ile tokalaştı. Sonra bildiğimiz PKK'ye silah bıraktırma karşılığında Öcalan'a şartlı teklifini yaptı.
Önceki açılım sürecine gösterdiği tepkilere rağmen Öcalan'ı yeniden gündeme getirip öne çıkarması sonrası Bahçeli DEM Parti yöneticilerinin gözdesi oldu.
Bahçeli'nin Öcalan'a yaptığı teklifte Kürd'ler açısında PKK'nin silah bırakması dışında ulusal anlamda kayda değer en ufak bir şey yok. Şartlı teklifin nedeni Türkiye'nin Kürd sorunu ile ilgili yukarıda anlatmaya çalıştığım değişen şartlara göre bir şeylerin yapılması gerektiğinin artık farkına varılmasıdır.
Bunun içinde yukarılardan alınan kararların (jakobenci anlayış ile) kontrollü bir şekilde uygulanması için Bahçeli ve Öcalan seçildi. Bu ikili her ne kadar zıt kutuplarda görüşmelerine rağmen Kürdlerin devlet olmaması için ortak payda da buluşuyorlar.
PKK,DEM Parti ve diasporada yaşayan taraftarlarının iktidarın (ya da devletin) yapmak istediği Kürdçe'nin seçmeli ders olması, anayasada değişiklik ve kısmı af gibi değişikliklere balıklama atlayıp, hiç bir katkısı olmadığı halde Öcalan'a (TRT 6'in açılmasında olduğu gibi) mal edileceği de biliniyordu. Bunda sakınca yoktu. Çünkü Öcalan'da Kürdlerin bağımsız devlet olmasına karşı çıkarak Irak'ta Iraklılaşmayı, İran'da İranlılaşmayı, Suriye'de Suriyeleşmeyi, Türkiye'de de Türkiyelileşmeyi savunuyordu.
Solda yer alan Kürd yurtseverlerinin ulusal taleplerine karşı sadece Öcalan'ı kullanmak ile yetmeyince
İstanbul B.Belediye Başkanlığı seçiminde olduğu gibi AKP'den umudu kesilen yurtsever Kürd sağının da daha farklı mecralara yönelmemesi için de alternatif olarak hazırda bekleyen HUDA PAR'da DEM Parti gibi devreye sokuldu.
İktidarın yapmak istediği değişikliklerin dile getirildiği "Kürd Meselesine İnsani Çözüm Çalıstayı" ile HUDA PAR'da Öcalan gibi rol kapma yarışına ortak edildi.
Öcalan uluslar arası boyut kazanan Kürd ulusal sorununa değinmeden "Ya benim ya da Amerika'nın çözümü" diyerek trajikomik bir şekilde Türkiye'nin Kürd sorununda emperyalizmin müdahalesine dikkat çekmişti. "Bölgemizde gelişen olaylar ülkemiz için büyük riskler taşıyor. İç cepheyi (Türkiye'yi kastediyor) tahkim etmek için yüzyıllık Kürd sorununa insani ve İslami bir çözüm getirmek elzemdir" diyen HUDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’da çalıştayda yaptığı konuşma ile Öcalan gibi Türkiye’nin Kürd sorununu iç sorun olarak değerlendirip İslami çözüme bağladı. Emperyalizme karşı alınması gereken tavırda Bahçeli ve Öcalan ile çizgide buluştu. İktidarın yapması beklenen değişiklerden dolayı DEM Partinin Öcalan'a yükleyeceği övünçten kendine düşen payı almak için HUDA PAR'da Diyarbakır'da tartışmalı çalıstayı yaptı.
Amacını bilmemize rağmen ulusal sorun ile ilgili konuşma özgürlüğü tanınan her çalıştay önemli ve yararlıdır. Ulusal sorun ile ilgili düşünce ve görüşlerin özgürce dillendirildiği ve tartışılabildiği her çalıştay, Kürd sağını ve solunu bir araya getirebiliyorsa önemlidir ve desteklenmelidir. Yapılan çalıstayı desteklemek için illa HUDA PAR'lı olmaya gerek yok.
Yapılan çalıştaya sağda ve solda yer alan aydın ve kanaat önderlerinin yer alması önemlidir. Bir araya gelmeleri "Böl ve yönet " politikasına aykırı olduğu için tepkilere yol açtı. Kürd’ler ulustur. Ulus olduğu için de farklı ideolojileri ve inançları bünyesinde barındırır. Ulusal sorunda farklı olan kesimlerin hepsini ilgilendirdiği için sadece ideoloji ve inanç üzerinden değerlendirilemez.
İdeoloji ya da inancı öne çıkarıp çözüm arayanları amacı farklı düşünen yurtseverlerin ulusal mücadelede bir araya gelmelerine engel olmaktır.
Kısa bir anekdot ile yazımı bitirmek istiyorum.
Ulusal mücadelede başarılı olması için Kürdlerin sağcımı, solcumu olmasını tartışan ve bir karara varamayan iki öğrencinin danışmak için yanına gittikleri M.Mustafa Barzani'nin yaptığı "Sağcı ya da solcu olmadan önce kendiniz olun" nasihati alınacak derslerle doludur. Kimse kendisini M.Mustafa Barzani'den daha fazla dindar olduğunu iddia ederek çözümü inanca bağlamasın. M.Mustafa ve oğlu Mesud Barzani ulusal mücadelenin önüne inancı ve ideolojiye koymadılar. Koymadıkları için de başarıya ulaştılar ve bağımsızlık yolunda ilerliyorlar.
A Güllüoğlu.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.