Musul ‘un, İŞİD tarafından işgalinin nelere vesile olacağını daha önceki yazılarda yer yer değinmiştim. Şimdi sadece ismini hatırlatarak, sıcak olan Kerkük işgaline dair ilk etapta alınması ve verilmesi gerekli mesajları nasıl algıladığımı, sesli paylaşmak isterim!
Konu çok karmaşık ve girift! Yaşanan III. Dünya Savaşını izleyerek, sahada taraflarla konuşarak, irdeleyerek sağlıklı sonuçlar çıkarmak mümkün olabilir. Ancak benim için bunun mümkün olmadığı ortada. Kabaca izleyip okuduklarımla yetinerek, yorum aktarma imkânına sahibim.
***
Tarihi Kerkük(47) önemli bir şehir. Kürdlerin köleleşmesine, Kürdistan’ın sömürge konumunda tutulmasına, Musul ile birlikte özgürleşmesini de tetikleyen çelişkileri içinde barındırmaktadır. Çünkü Irak Petrolunun 0’u, Irak doğal gazının ise % 85’ini içinde barındıran bölgelerdir. Nasıl önemli olmasın?
Sömürgecilerin işgal arzularına karşı, Kürd siyaset sınıfı da, Kerkük üzerine titremiş ve bu şehri “Kürdistan’ın kalbi”, “Kürdistan’ın Kudüs’ü” olarak namlandırmış, “Kerküksüz bir Kürdistan olmaz, hayal bile etmiyoruz!” demişlerdir. 1958’de, Abdülkerim Kasım ile Melle Mustafa Barzani, bu sebepten “Özerklik Antlaşması” masasından, 1971’de, Saddam Hüseyin ile Melle Mustafa Barzani “Arapsaçına” dönen “Kerkük Sorunu”ndan dolayı “Özerklik Antlaşması” masasından anlaşamadan kalktılar. Son olarak da, 1975’de “Cezayir Antlaşması” ile Türkiye, İran, Irak ve Suriye, arkasına aldığı Arap ve anti-Kürd siyaseti ile “Kürdleri açlıkla ve yoklukla terbiye etmek” üzere, Kerkük ve Musul petrollerini “Kürdlere kaptırmama” adına, anlaştılar ama istikrarı sağlayamadılar.
Dünya’nın geçmişteki bütün bu anti-Kürd siyaseti, Kürdistan’ın parçalı, bölünmüş ve bölüştürülmüş hali, Kürdlerin de kendi içinde parçalanmasına, bölünmesine ve içinde bulunduğu hali bir tarafa bırakarak, birbirleriyle savaşarak, iç çatışmalarına vesile oldular. Devletlerin bölüşemediği Kerkük’teki ekonomik dev rezerv, Kürdleri birbirlerine karşı ve hatta, yabancı güçler ile kirli ittifaklar yaparak işletme/işletilme konumuna düşürüldüler. “Petro-dolar” olarak tabir edilen servet, Kürdlerin de iç çatışmalarını tetikliyor, zaman zaman Kürdistan’ın özgürlüğünün önüne engel olarak çıkıveriyor.
***
5 Mart 1991 yılındaki Raperin’den sonra, zaman zaman geri çekilmeler ve ardında yeniden toparlanıp mevziler kazanarak bugüne varıldı. Ekonomik refahı ve uluslararası meşruiyetini yakalayarak geldi. Dünyanın başlıca etkin devletleri, Hewlêr’de konsolosluklar açtı, Kürdistan Bölgesi Yönetimi(KBY) ile uyumlu çalışmalar sergilediler. Ancak, 16 Ekim 2017 tarihinde, Haşdi Şabi ve Irak Devlet Ordusu’nun saldırısı sonucunda siyasi, ekonomik ve psikolojik olarak yaşadığı ağır yenilgi ve kayıpları oldu. Bunun böyle olmasının nedeni, Kürdistanlıların güçsüz olmalarından değil, yaşadığı iç ihanet ve bölünmenin neticesinde idi.
Güney Kürdistan’daki kazanımlar; Kürd ulusal güçlerinin meşakkatli mücadelesinin yanı sıra, konjöktürün dayattığı dış desteğin, olumlu siyası atmosfer ile buluşmasında idi. Çünkü Irak; 1991 öncesinde, tüm emperyalist devletlerden aldığı destek ile silahlanmıştı. Kürdlere karşı, yürüttüğü Enfal(48) ve 16 Mart 1988’de Halepçe’de yaşadığı katliama, Dünya sesiz kalmıştı. Aynı şekilde, Şialara karşı gerçekleşen katliamlara da Dünya sesiz kalmıştı. Bu durum, Irak diktatörlüğünü cüretlendirmiş, elindeki silahlanma ile Arap ülkelerinin İmparatoru olmayı tasarımlamasına sebep olmuştu. Tabi hesaplayamadığı şey; Arap Yarımadası’nın karış karış paylaşılmış ve tamamı Emperyalist Amerika’nın ya da diğer emperyal devletlerin denetiminde olması idi. Rusya ve Amerika arasındaki denge bozulmuş ve bölge ABD’nin lehine bir eğilim gösteriyordu. Irak diktatörü ve BAAS lideri Saddam Hüseyin, ilk başta, Birleşik Arap Emirliklerini işgal etmeyi planladı. Önce, ABD’nin denetiminde olan Kuveyt’i, “Irak’ın bir vilayeti” olarak değerlendirdi ve Ağustos 1990’da işgal etti. Kuveyt’in işgali ardında, başını ABD ve İngiltere’nin çektiği Batı Blok’unun oluşturduğu ortak karar ile Irak’a müdahale edildi. Saddam, bu müdahale neticesinde, Kuveyt’ten çekildi. Ancak “Kuveyt, Irak’ın bir vilayetidir” iddialarından geri durmadı. Bunun üzerine, ABD, Basra Körfezi’ne yığınak yaptı ve 1991 baharında Bağdat’ı vurdu. Saddam’ın, Hava kuvvetlerinin kalkmasını engelledi ve adeta felç etti. Bununla kolunu kanadını kırdı. ABD’nin bu müdahalesine paralel olarak, Kürdistanlılar, Ranya’dan kendiliğinden harekete geçti. Örgütlü, örgütsüz Kürd güçleri, Güney Kürdistan’ın tamamını denetimlerine aldı. Ancak ABD, Bağdat’a; “Saddam Hüseyin iktidarının yerine kimi koyacak?” sorusunun karşılığı yok idi. 5 Mart 1991’de başlayan Kürd Raperini, Nisan 1991’e kadarki sürede, başta YNK ile KDP ve genel olarak Bereyî Kürdistan, siyasi inisiyatifi elde etmiş oldu. Ancak Kürd dinamiği sağlam değildi.
Hesapsız gelişen bu durum, ABD’nin süreci inisiyatifinde tutması ve Bağdat’a “Alternatif yönetim!” hazırlamak için, Saddam Hüseyin’i sakat eden, kolunu kanadını kıran ve kontrollü iktidar değişikliği için, “Saddam Hüseyin Şimdilik iktidarda kalsın!” diyerek hazırlandı. Kürdlere karşı, bölge devletlerinin yanında saf tutan ABD’nin başını çektiği Batı, Kürdlere yapılan “Enfal Hareketini ve Halepçe Katliamı”nı bu süreçte keşif etti, dillendirmeye başladı! Bu aynı zamanda, Saddam’ın artık sonunun hazırlandığının kesin sinyali idi.
ABD, Bağdat’ta yeni bir iktidarı hazırlamak üzere saha açtı. Bu da yıllardır Kürd ulusal kurtuluş mücadelesinin verildiği, Güney Kürdistan oldu. Sahanın sahibinin Kürdler olması, Kürtlere ayrı bir siyasi pirestij sağlıyordu.
BM’de yapılan, diploması ve siyasi kulislerin ardından; Irak’ın 36-42. paralelleri arasındaki Kürd Bölgesi’nde, Çekiç Güç ile Güvenlikli bir alanın açılmasına gerek oluştu. Artık fiiliyat, Türkiye’nin denetiminde olan topraklarda, NATO’nun hizmetine sunulan, İncirlik Havva Üssünden Çekiç Güce bağlı uçaklar, 36.-42. paralelleri arasında güvenliği sağlayıp, Irak’ı, “Federal Devlet” statüsüne zorlaması, Kürdlerin siyasi olarak meşruiyetini ilerletti. Belirtmek gerekir ki, bu paralel siyaseti de doğru işlenmedi. Çünkü Musul, 36. ile 42. paraleli arasında kalırken, Kürdistan Yönetimine bırakılmadı, yanı sıra, Süleymaniye 36. ile 42. paralelinin dışında iken, Kürdistan yönetiminde kaldı.
Bu meşruiyet, ABD’nin önce “her il bir eyalet olsun” önerisine, Kürdlerin daha önce “Kürdistan’a Otonomi, Irak’a demokrasi” diyen stratejinin çıtasını yükseltip, 1992’de Federasyon talep ederek, karşılık verdiler. Kürtler, bu talebi günceleştirdikleri zaman, Bağdat ile hiçbir ilişkileri yok idi.
I. Körfez Savaşı’ndan sonra, Irak üzerinde ağır bir ekonomik ambargo var idi. Kürdistan, ekonomik olarak bu ağır ambargonun yanı sıra geçmişteki Saddam’ın ağır tahribatının altında henüz çıkmış, halk açlık ile pençeleşiyordu. Hiçbir üretim kanalı bırakılmamış ve en önemlisi Irak ve Kürdistan halkı üretimden koparılmış, mesleksiz, vasıfsız ve asalak yaşama alıştırılmıştı. Bu alışkanlığı kırmak son derece güçtü ve bu onlarca yıl alacak ve devam edecek kronik bir durumdu. Federasyon bu ortamda ilan edilmişti. Federasyonun iki taraflı olarak tescili, ancak II. Körfez Savaşı sonrasında, 2003 ile 2005 arasında Anayasa ile resmiyete kavuştu. Ancak bu resmiyet, egemen ulus pisikolojisini aşamayan Irak Şii yönetimince her durumda zora sokuluyor ve işlevsiz bırakılıyordu. Yaşanan bu psikolojik ve politik durum, Kürtlerde bağımsızlık eğilimini güçlendiriyordu. Fakat, Kürt siyaset sınıfı bu eğilimi yönetmekte güçsüz kaldığı gibi, bölge devletlerinin anti-Kürt siyasetleri ile bunun önüne geçmek için tüm politikalarını canlı tutuyordu.
***
16 Ekim 2017’de Kerkük’teki yeni işgal gösterdi ki; Kürdistan siyaset sınıfı, kendi pazarına sahip çıkma, ‘Bağımsızlık Referandumu’nda elde ettiği birlik ve bağımsızlık arzusuna uygun davranma, ülkesini demokratik tehammüller ile yönetme iradesini gösterme zafiyetlerini aşamamış. Güney Kürdistan halkının % 92.27’lik ezici bir çoğunluk ile birlik ve bağımsızlık iradesini ortaya koymuşken, buna tezat davranan çok az sayıdaki çıkarcı ve fevri davranışlı yetkiliyi, Kürdistan hattına çekmeye yetmemiştir. Ancak Kürd halkının birlikte ortaya koyduğu reaksiyonunu, öfkeli Süleymaniyeli genç, “Kürd partilerini Kürdistan’ıma Kurban ederim!” diyerek, Kürdistan bayrağını göstermesi, boş bir haykırış değildi. Kerkük’te partilerin dışında ve bağımsız, sesiz siyaseti izleyen gençlerin, caddelerde işgalin güvenliğini sağlayan Haşdi Şabi tanklarının üstüne atlayarak, Bağımsızlık Referandumu’nda ortaya çıkan iradeyi sahiplenip, Irak bayraklarını yere çalmaları ve Kürdistan bayraklarını çekmeleri, sıradan bir gençlik heyecanı ve eyleminin ötesinde idi. Sömürgeci devletlerin, anti-Kürd şovenizminin eskide ve tarihte kaldığını, pek de işlevli olmadığını ortaya koyuyordu. Artık Kürdleri dağa ve silahlı mücadeleye eskisi gibi mahkûm ederek, “terörist” diyerek, Dünya’ya teşhir etmenin mümkün olmadığını da bu olaylar gösteriyor. Onun için aklı olan, aklıselim çözümlere evrilir ve kendini ona uygun hazırlar.
Kürdlerin mücadele azmi, Yakın Doğu ve Orta Doğu gibi karanlığa mahkûm edilmiş bir coğrafyada, insanlık adına, seküler duruşu ile DAİŞ çetelerine karşı, Efrin’den Hemrin Dağı’na kadar, 2060 km’lik uzun bir alanda, adeta dudakları uçuklaştıran bir savaş yürüttü. Uluslararası bir terör örgütü olarak tescillenen DAİŞ’e karşı, uluslararası koalisyon güçlerinin desteği ile mücadelenin en ağır yükünü omuzladı. Dünya’nın anti-Kürd nizamını sarstı ve teşhir etti.
Artık Kürdler; ‘Dağda savaşan çeteler değil, siyaset masasında yeri olan aktörlerdir.’ Ancak sömürgeci ve soykırımcı bölge devletleri, askeri olarak savaşlarının tarzını ve silahlarını modernize ederek, Kürd siyasetine karşı eski tarzlarını değiştirmedi ve insanı olmayı denemediler. Zira sömürgecilik, soykırım ve işgalcilik, insanı değil, insana karşı işlenen suçlardır.
Dolayısı ile Kerkük işgali karşısında, Dünya’nın demokratik kamuoyunun birkaç gün içinde harekete geçmesi gerekirken, bu ağır suçu görmezden geldi. ABD, Rusya, Avrupa ve genel olarak Dünyadaki devletlerin dikkatlerini Kerkük’e çevirmesine neden olmadı. Bir kaç senatör, yazar ve diplomatın beyanları ve tepkileri ile sınırlı kaldı. Tek yapılan şey, Irak’ın savaş uçaklarını sahada kullanmalarını engellemek oldu.
Bu da ABD’nin, Kürdleri terbiye etme siyasetinden vazgeçmediğini ortaya çıkardı.
ABD, peşmergenin boşalttığı Maxmur, Gwere ve daha başka yerlere kendi askerlerini kaydırarak sadece izlemekle yetindi. Irak ve Haşdi Şabi güçlerinin eline geçen bu bölgeler, işgalciler açısında bir tedirginlik yarattıysa da, işgali önleme konusunda adımların olmadığı anlaşıldı. Koalisyon Güçleri’nin arada kalması, peşmergenin müdahale etmeyerek geri çekildi. Hatta Trump, Irak’a verdiği Kerkük’ü işgal vizesi, Pentagon’un İran karşısındaki ikili tavrı, Haydar El Abadi’yi bile tereddüde düşürdü, “Bu ne çelişki” dedirtecek seviyede şaşkına çevirdi.
Bağımsızlık Referandumu’na karar veren ve % 92.27’lik bir irade ile duruşunu ortaya koyan Kürdistanlıların, inatçı ve kararlı tutumu, ABD’nin zoruna gitmişti. Kürdleri bir vesile ile şok edici düzeyde cezalandırmak ve tasarımlamak istemişti. Bununla sadece Güney Kürdistan yönetimini de değil, Güney Batı Kürdistan’da Demokratik Suriye Güçlerini (DSG) ve PYD’nin Rakka vb. operasyonlarındaki başarılarında “Şımararak emre iteaatsızlık etmeyesiniz. Sonra…” mesajını da veriyordu. DAİŞ’a karşı kazandıkları zaferi ve prestiji, fazlaca kullanmamaları ve kontrolde kalmalarının mesaj vermek istiyordu. Bu vizenin geçici mi, kalıcı mı olacağını İran’a karşı izleyeceği politika ile eş zamanlı olarak ilerleyeceğini göreceğiz.
İran ve Irak’ın ortaklaşa; “Tartışmalı alanları” işgali gerçekleşirken, Rusya; “Suriye Federasyonunu Kabul ediyoruz”, “Kerkük’e yapılan saldırıyı kabul etmiyoruz ve Kürd halkının özlemlerine saygılıyız” diyerek, demode ve genel geçer açıklamalarını yapıyordu. Bununla parçalanan Kürd siyaset sınıfını, kullanma hesabını yapıyordu.
ABD’nin bu taktik politikası, sahada ağırlığına katkı sunmadı.
Kürdler, sırf kullanılıp atılmanın ötesinde bir güçtür. Kürd özlemleri, ABD’nin ya da Rusya’nın günlük politikalarına malzeme etmenin ötesindedir. Bölgenin 50-60 milyonluk, 550.000 km2’lik alanın ve bir o kadar da ekonomik ve siyaset potansiyeli olan gücüne tekabül eder. Bu jeo-stratejik ve jeo-politik ağırlığı olan bir yerdir. Bunun dikkate alınmadan yapılan siyasetin, bumerang misali dönüp kendilerini ve vuracağını bilmelidirler.
ABD ve Batı’nın hedefinde olan, İran ve esas rakibi Rusya’ya karşı, gelecekte bu bölgede, Kürdistan gücü önemli bir askeri, politik ve ekonomik potansiyeli olarak duruyor. Bu hesaplanmaksızın, Dünya’nın, siyasal İslam’ı çözme stratejisi de gecikmiş ve yeni istikrarsızlıklara ve savaşın daha uzun sürece yayılmasına vesile olur.
ABD, bölge devletlerine; “Siz bana önemli bir müttefik olan Kürd siyasetine karşı birlikte hareket etme kararı verebilirsiniz. Ancak ben olmadan bunu hayata geçirme şansınız yok!” diyor.
Irak Anayasası’nın 140. Maddesi çerçevesinde Kerkük’ün de dahil olduğu “Tartışmalı alanlar”, 2007’ye kadar zorunlu referandum ile “Federasyonun hangi kesiminde kalacağı?” belirlenecekti, ancak yapılmadı. Anayasa ihlal edildi. Yasa ile çözülemeyen sorun, İŞİD’in Musul’u işgali ile fiili durum üzerine, Peşmerge güçleri tarafından Kürdistan bölgesine dahil edildi. Kürdistan’ın bu bölgelerinde, 25 Eylül 2017’de yapılan referandum, aslında bu bölgelerin Kürdistan’da kalmak istendiğini, halkın tecelli eden iradesi ile % 92.27’lere varan bir durum olarak netleşti. Bunun bağımsızlık ile birlikte oylanıp-onanması, sömürgecilerin pek zoruna gitti! Başta referandumun ertelenmesini isteyen ABD, bu tansiyonu da indirmek üzere, İran destekli Irak’ın, şok Kerkük işgaline vize verdi.
***
Şimdi Kerkük ve “Tartışmalı Bölgelerin”, 16 Ekim 2017 tarihinde, Irak, İran, Türkiye’nin bir ortak operasyonu olarak belirmesi, Haşdi Şabi ve Irak askeri güçlerince işgal edilmek istenmesinin siyasette bazı yeni kırılmaları ortaya çıkardığı görülmektedir.
Bu, “Nasıl oldu ve ne olacak?” sorularının yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor.
İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı ve İran’ın Dış Operasyonlar Komutanı Kasım Süleymanî(49), Tarhan, Bağdat, Şam, Lübnan hattında Şii koridorunu oluşturmakla görevlidir. Kürd karşıtı olan herkes, tüm gücü ile şuursuzca bu terörist ve işgalci planı destekliyor. İran da bu desteği arkalayarak sahada hareket ediyor.
Türkiye, Sünni hattın liderliğini Suudilerle birlikte yürütürken, Kürd karşıtı siyaseti ile saf dışı kaldı. Kürd karşıtı siyaset, Türkiye’yi NATO\'dan, Koalisyon güçlerinden koparmış durumda. Yalnız kaldıkça, Rusya\'ya doğru yanaşan Türkiye, Rusya’nın, “Federal Suriye çerçevesinde, Kürdlerin Federasyonla idare edilmesini” savunurken, oradan da uzaklaşacak mı? Göreceğiz!
Güneyli Kürdler, \"Kerkük’ün işgali ile Irak, İran ve Türkiye meşgul idi ve mesul olanlar da onlardır!\" diyordu.
ABD; “İran Terörist bir devlet!” olarak demeçler veriyor. -ki haksız değil- “Şii Hilal koridoru faaliyetini, tasfiye edeceğiz!” diyor. Bu Haşdi Şabi\'nin oluşturmak istediği koridoru dağıtacağının kararlılığı olarak kendini gösterir mi? Gösterirse ne zaman gösterebilir? soruları ile siyaseti meşgul etmiş durumda.
Bağımsızlık Referandumu’nun ardında, öfke ile Kürd karşıtlığındaki kinli çıtalarını hesapsızca yükseltenler, bu yüksekliği atlayamayacaklarını Kerkük işgaliyle, tüm ortak akıllarına rağmen çok rahat olamayacağını da göreceğiz. Şimdi sömürgecilerin tek umudu, Kürd gücünün parçalı, çatışmalı, kendi içerisinde gerilim hatta savaş halinde olmalarıdır. Doğrusu bazı Kürdlerin sömürgeci bu umuda karşılık düştükleri de bilinirdir. Şimdi sahada işlevli kıldıkları aktüel siyaset budur. Maaş, sosyal bazı sorunları çözemez duruma sokulan KYB ile Kürdistan halkını karşı karşıya soktukları görülmektedir. Sömürgeci devletlerin bu politikasını boşa çıkarmak, KBY, partiler, kurmlar ile halkın sırtındadır. Kürt siyaset sınıfının ve halkında var olan karşılıklı kin ve geri taleplerin, çıkarcı grupların geçici ve güvenlikten, ahlaktan uzak ilşkilere girmeleri, ülkenin özgürlüğünün önüne geçmek, var olan olanakların ve en önemlisi özgürlüğünün de elden gitmesine vesile olabilecek tutumlar sergilemek, ihanet düzeyinde kendini gösterebilmektedir. Bunun hiç kimsenin, hata bölge halklarının da çıkarına olmadığı bilinmesine rağmen sergilenmekten de geri durmadıkları görülmektedir. Ancak aklı selimin galebe çalacağını tarihi bir momenteyiz!
Görünen o ki, \"Musul\'un DAIŞ tarafından işgalinden sonuç çıkaracağız\" diye düşünüp, DAIŞ\'ı Kürdlere saldırtırken \"başardık\" diyenler, Kerkük işgal edilirken de, \"başardık, bağımsızlık referandumunun meşruluğunu ortadan kaldırdık!\" diyenlerdir ile Kürdistan halkının “hak, hukuk, adalet ve eşitlik” özlemlerini,”KBY’yi yımaya” taşımak üzere tetikleyen hayinane durumu bozacak biricik güç yine Kürt halkı ve sağ duyulu yöneticilerinden başkası olamaz. Bu hususta, tüm sömürgeci merkezler, 2014’te ilk Musul’da, \"Başardık\" dedikleri sözleri kadar yanılacaklar.
Musul\'un DAIŞ tarafından işgali, doruğuna çıkan Sünni hattın çözülmesinin başlangıcı idi.
Kerkük’ün Haşdi Şabi tarafından işgali, doruğuna çıkan Şiia hattının da çözülmesinin başlangıcı olacağının sinyallerini vermektedir. Sahada bunu görmek ve bu noktadan hareket etmek Kürt siyaset sınıfına düşmektedir.
Yakın Doğu\'da, Orta Doğu’da, şimdi Musul ve Kerkük işgalleri, sadece özgür Kürdistan’ın oluşmasını hızlandırmıyor. Siyasal İslam olarak şekillenen rejimlerin de sönümlemelerinin başlangıcı olduğunu da açığa çıkarıyor.
Zira süreç, genel itibari ile siyasal İslamın, “terörist nitelik” kazandıkça; çürüyüp, çözüleceği bir devirdeyiz.
Kürdistan’ın bu iki kadim ve petrol şehrine yapılan işgallerin sonuçları, siyaset bilimindeki açılımı daha geniş tutmamız gerektiğini sunuyor.
***
Kürdlerin terörizme karşı tutarlı davranışı, Onlarda; “Dünya artık bu yaptıklarımızı görüyor ve bizi koruyor!” yanılgısına düşürdü. DAİŞ ile savaşta sona doğru giderken, kendi geleceğini ele almak, bağımsızlık düşüncesi ile kendini dünya milletleri ile eşit kılma atağına geçti. 7 Haziran 2017 tarihinde geçmişte programladıkları “Kürdistan Bağımsızlık Referandumu” kararını yeniden alarak, 25 Eylül 2017 tarihinde gerçekleştirmek için yol aldı.
Görüldü ki, III. Dünya Savaşı’nın aktörleri, Kürdlerin DAİŞ ile mücadelede gösterdiği bu aktif eforu, ödedikleri bedeli yeterince dikkate almadılar. Kürdleri hak sahibi bir ulus halk değil, savaş aracı olarak değerlendirmek istedikleri ortaya çıktı. Böyle olduğu için, başta ABD olmak üzere, ulus halk olan Kürdlerin bu haklı kararını olumlu karşılamayıp, İran, Türkiye ve Irak Devletlerinin, anti – Kürd politikalarına karşı tutumsuz kalarak, Kürlerin direnişe geçmemeleri yönünde telkinlerde bulundular. Kürd Partileri de birliktr direnme konusunda zaaf gösterdiler, hatta düşmanları ile iş tutanları oldu. Sömürgeci devletler ise aralarındaki çekişme, dallaşma ve çatışmalarını bir tarafa bırakarak, anti-Kürd cephede birleşerek, harekete geçtiler. Bir tarafta Kürd partilerinin aralarındaki çelişkileri çatışma düzeyine çekmeye çalışırken, bir taraftan da Kürdistan’daki etnisiteleri Kürdistan yönetimine karşı harekete geçirmeyi hedeflediler. Kendileri, “hak , hukuk, eşitlik” konusunda kör bir karanlığın içinde iken, Kürtlerin eşitlik taleplerini bile KBY’ne karşı tetiklemekten geri durmuyorlar. Bir yanda da diploması alanında anti-Kürd tutumun korunması için seferber olupr, Bağımsızlık Referandumunun olmaması, sonra da çıkan sonucun karşılık bulmaması için çalıştılar, çalışıyorlar. Ancak KBY ve 27 siyasi oluşum (Goran, Komel grupları ile YNK içindeki Pavel-Ala Talabani grubu hariç), kararlılıkla “Kürdistan Bağımsızlık Referandumu”nun olmasını savundular ve gerçekleştirdiler. Şimdi çıkan sonuca saygısızlık edenlerin planını boşa çıkarma görevi, tüm Kürtlerin ve özel olarak KYB’nin, hatta PYD’nin sırtındadır.
Kürd Partileri de, geçmişte oluşan Anti-Kürd nizamı aşmak üzere birlik oluşturamazlarsa geçici de olsa tamamını kazanma aşamasında iken kaybetme tehlikesini yaşıyorlar. Ulusa güvenmedikleri için, oluşturdukları parti ordularını dağıtıp, orduyu parlamento ya da demokratik siyasi kurumsal yönetimleri üzerinden, ülkenin ve milletin emrine ve iradesine teslim etmedikçe, özgür ve bağımsız politika üretmek yerine, sahada muhtari alanları tutmak üzere, savaşa tutuşmaları ile kazanmayacaklar ve sonuçta tamamının kaybetme durumu ve tehlikesi ile karşılaşarak, kendilerine, emeklerine, yakaladıkları altın değerdeki fırsatlara ve Kürt halkına yazık etmiş olacaklardır.
Kürd partileri, geçmişte oluşan Anti-Kürd nizamı aşmadan, siyaset alanını lehlerine çeviremezler. Bunu yapabilmek için birlikte davranmaları gerekiyor. Marazı olan çok partilerin olması değildir, yanlış olan birlik, demokrasi kültürünü işlevli kılmamak ve birleşmek için siyaset üretemez olmalarıdır.
Artık eski kütü alışkanlıklarını olduğu gibi sürdürüyor olmaları, modern örgütlenmeler yaratmaktan çok, köylü sosyolojisi ile sahada siyaset yaparak birbirlerine garez davranışlar sergilemeleri, başarılarına gölge düşürüyor. Merkezi bir ordunun olmaması, denetimi ve askeri disiplini düşürüyor, Kerkük ve diğer “Tartışmalı Bölgeleri” savunamama durumuna düştükleri üzere, kişi ya da kişilerin ihanetine, fevri tutum almalarına kapı aralıyor.
Behemehâl bu yanlışlar giderilirse yeniden özgürlüğe, bağımsızlığa ve demokrasiye yol almak mümkün olur. Siyasette vizyon, düşüncede özgürlük, ulusta birlik, istihbaratta çabukluk, savunmada donanım-doğru karar-disiplin-hareketlilik, dünya ile uyum-esneklik-onurlu duruş olduğunda, başarı sağlamamak mümkün olmaz.
***
IŞİD\'in Kerkük\'ü işgal etme planının yıl dönümünde bu defa Haşdi Şabi, Irak ve İran’ın kolayca Kerkük\'e girmeleri nasıl oldu? Hemen Kerkük polisini devre dışı bırakarak, Kerkük kurumlarına, havaalanı ve askeri üssüne, petrol şirket ve kuyularına el koyup, Kürdistan bayrağını indirmeleri ile Kürd halkını kahır eden bu duruma nasıl gelinebildi?
Bu konuda Şahewan Abdullah’ın Aralık 2017 tarihinde yaptığı açıklamalar dikkate değerdir.
Çünkü Şahewan Abdullah; Irak Güvenlik ve Savunma Komisyonu üyesi ve Kerkük Milletvekilidir. “Kerkük işgali” olarak isimlendirilen, ancak “Tartışmalı Bölgeler”in(50) tamamını, İran denetimindeki Haşdi Şabi ile Irak Ordusu’nun ele geçirdiği olayı detaylı açıklamış, basın ve sosyal medyada yayınlanmıştı. Elbette gelişmelerin nasıl olduğunu doğru aktarmak önemlidir ve konuyu kavrayıp analiz etmekte en önemli donedir. Fakat salt olayın açıklaması, Kürdlerin yanılgılarını açıklamakta yetersiz olduğunu da düşünüyorum:
Bağımsızlık referandumu yapılmadan önce Kürd yöneticiler, Dünyanın, kendilerinin insanlık adına DAİŞ’e karşı verdikleri savaş ve aldıkları desteğin, her şart altında kalıcı olduğuna ve vefanın sürekliliğine inandılar. En azında dünyanın anti-Kürd siyasetinin bölüneceğini düşündüler. Bu böyle olmadı.
Kürdistan Bölge Yönetimi, petrol, gaz ve pazar üzerinde, ellerindeki ekonomik gücü hiç bir komşu, hatta bölge devletlerinin reddedemeyeceği ve pazara dayalı bu sıcak ilişkinin yapılan sıcak diploması ve antlaşmalara bağlı kalınarak, devam edeceğini düşünmüşlerdi. Bu da böyle olmadı.
Kürd siyaset sınıfındaki yarılmanın var olduğu, ancak bu çelişkinin ihanet düzeyine varmayacağını, YNK içindeki çatlağın ya da Goran ile Komel’in anti-birlikçi ve kindar özeliklerinin olduğunu, ancak bunun Kosret Resul, Cafer Şeyh Mustafa, Necmeddin Kerimi, Rêbiwar Talabani, Qubat Talabani ile kontrol edildiğini düşünülüyordu. Bu da olmadı.
Irak ordusunun, DAİŞ’e karşı silik durumunu görerek, Kürdistan’a saldırısının çok zayıf olduğunu düşünüyorlardı. Özellikle en azında Hewice operasyonuna hazırlandığı böyle bir zamanda yapamayacağına inanılırdı. Daha önce, ABD’nin Irak ordusu ile Peşmerge kastedilerek; \"Hangi bir taraf önce saldırırsa, onu vuracağız!\" demesi ile Irak Ordusu’nun saldıramayacağına inanmışlardı. Bunda da yanıldılar.
1992’den beri bir fikir olarak var olan, ancak bir türlü gerçekleşmeyen, ordu siyaset ilişkisi, parti ordularının dağıtılması, tek komutanlıkta idare edilen bir merkezi Peşmerge komutanlığının konumlanması ve bunun da tamamen parlamento ve Kürdistan Bölgesel Yönetiminin talimatları ile hareket etmesi önerilmiş, yasal zemini hazırlanmış, ama hayata getirilememiştir. Bu, KBY için direniş cephesini zaafa uğratan bir durum olarak bekliyordu. Bağımsızlık süreciyle birlikte bunun da çözüleceğini beklediler. Ancak bu da beklenildiği gibi olmadı.
Kerkük, Musul ve Güney Batı Kürdistanın Çözümü anahtarıdır ve Ortaktır.
1920, 1958, 1975, 1990, 2005 ve 2017’de masadaki antlaşmamalarının kaynağı, Kerkük, Musul ve enerji koridorunun açılması ve doğal gaz, petrol sorunuyla birlikte ele almak durumundayız. Bu çatışma ve sorunların devam edeceği ve III. Dünya Savaşı’nın en önemli ayakları arasında olacağı aşikârdır.
Enerji koridoru; Kerkük – Musul, Yumurtalık boru hattı üzerinde mi nakil edilecek?
Enerji, Tahran, Bağdat, Kerkük, Maxmur, Musul, Lübnan hatı üzerinde mi nakil edilecek?
Yoksa Kerkük, Musul, Güney Batı Kürdistan hatını izleyerek Efrin ve Lazkiye’nin kuzeyinden mi Akdeniz’e nakil edilecek?
Bu enerji geçiş koridor savaşı ile birlikte, egemenlik savaşı ve antlaşmalar şekillenecek. Bu anlaşma ve tartışmalar, tarih ve sonuçları incelenirken, güçlerin dallaşma ve çekişmelerinin tarihi ile incelenirse yeridir. Zira bu basit bir yol tercihinden ziyade, bir güç ve siyasi ağırlık ve diplomasi savaşında, pazarı ele geçirme mücadelesidir.
Tabi antlaşmalar ve çözümler sadece enerji koridorlarına da bağlı değildir. Siyasal İslami’n, Dünya’da edindiği ve verdiği intiba ile çözülme sürecine sokulmuştur. Buna karşı Siyasal İslam’ın zayıflamasına rağmen göstereceği direnç, gelecekte pazarı denetim altına alma hesaplarının tamamı çözüm, antlaşma ve yol almada etken olacaktır.
Kürdlerin kendi coğrafyalarını özgürleştirmek için siyaset üretmesi, insanlığın yanında dururken, kendini de bilmesi, savaşta tecrübeli devletlerin ortasında olurken, dünya milletleri ile eşit haklara sahip olduğunu unutmamasıdır. .
Kürd siyaset sınıfı; 25 Eylül 2017’de yapılan “Kürdistan Bağımsızlık Referandumu”nun kendi siyasal tarihinde yanlış bir hesap değildir. Güney Kürdistan halkının bağımsızlık iradesini ortaya koyduğunu, “Tartışmalı bölgeler” dedikleri, Xaneqin, Xumartu, Celawle, Kerkük, Maxmur, Şengal, Ninova, Başikê ve çevresini kapsayan alanlardaki sınırı da % 90’a varan bir tutum ve irade ile Kürdistan’a dahil olduğunu belirledi. Irak merkezi yönetiminin, neden Anayasanın 140. Maddesini ihlal ettiğini, bu bölgelerde referandum yaptırmak istemediğini anlayarak davrandı.
***
Kürdler, Ne Yaparsa Kazanır?
Irak. 20. yüzyılın politikalarına yönelmiştir. Dün Sünni yöneticilerinin, Şii ve Kürdlere karşı izlediği diktatörlüğü, şimdi Şii Yöneticiler sünni ve Kürdlere karşı uygulamaya çalışmaktadır. Türkiye ise her defasında, Kerkük ve Telefer’deki Türkmenleri(51) dillendirerek, saldırıya gerekçe kılmaya çalışıyor. Hatta “Kerkük’ü 82. Musul’u 83. Türk şehri” ile plaka numaralarını tayin edenleri bile oldu. Ancak, Türkmenlerin, Kerkük’ün Kürdistan bayrağı altında iken daha huzurlu ve güvende olduklarını İnsan Haklarını Gözleme Heyetleri’nin raporlarında yer almasına rağmen, bunu görmezden gelebiliyorlar.
Kürdlerin, Yakın Doğu’da, Orta Doğu’da, olası gelişmeleri görmeleri, karşı politikaları nasıl pratiğe koyması gerektiği önem kazanıyor. Burada devlet bilinci, bağımsızlık stratejisindeki tutarlılık, Yakın Doğu’da, Orta Doğu’da en az İsrail kadar, evrensel değerlere sahip olacak bir vizyonda kendini savunması, içgüdüsel hareket etmek yerine, parlamento, ordu, sosyal devlet normları ile modern kurumlarını işlevli kılmak suretiyle, makûs talihini yenebilecek ve Kürdistan’ı gözde demokratik bir ülke yapar.
“Tartışmalı Bölgeler” dedikleri alanda, Kürdler yenilgi aldı. Bir cephede yenilgi almak, önemli taktik hatalardan, askeri ve sübjektif konumundan kaynaklandığı gerçektir. Ancak bu yenilginin nedenini, “Bağımsızlık stratejisinden kaynaklanıyor” demek, “Kürdistan Bağımsızlık Referandumu olduğu ve ezici bir çoğunlukla % 92.27’lik bir iradi üstünlük ile Kürdistan halkının “Bağımsızlığa Evet” dediği için “Saldırıldı ve Kürdlerin yenilgisine sebep oldu” demek, sömürgeci güçlerin propagandasını, ihanet edenlerin sözcülüğünü yapmak ile özdeş olur. Yenilgiye uğrayan bağımsızlık ideali değildir. Birleşen ve fiziki olarak daha güçlü olan Kürdistan düşmanlarına karşı, Kürdlerin birlikte ve sağlıklı siyaset geliştirmemeleridir.
Ayrıca Kürd siyaset sınıfında, yönetim zafiyeti vardır. Yöneticiler mızmızlanmaz ve yenilgilerine sebep aramaktan ziyade, olan zaaflarını tespit ederler. YNK cephesinde güçlü bir ihanetin sergilendiği doğrudur. Bunun hesabının, yargılanmasının yapılması, sorulması, sorgulanması zorunludur. Ancak bu tek başına yenilginin sebebi de değildir.
Xaneqin, Xumarto, Kerkük, Maxmur, Şengal, Ninova’dan Kürdistani güçlere karşı eş zamanlı bir cephe açıp, planlı bir saldırı gerçekleştirdikleri doğrudur. Ancak Kürdlerin mevcut halleri ile bu cephe saldırısına karşı sadece cepheden cevap vermenin yanı sıra, partizan savaşına geçmeksizin, savaş araçları ve fiziki güç bakımında balanssız olan bir gücü geriletmek zor görünüyor. Bundan sonra da bir savunma ve işgali kırma düşünülürse, ancak mücadelenin tüm tarz ve olasılıklarını devreye sokarak, Kürdistan şehirleri yeniden özgürleştirilebilinir.
Kürdistan Federe Cumhuriyetinde, Parlamento ve Güvenlik Konseyi görevini bağımsız bir devlet olarak ifa ederse. Bağımsız devletin sadece orduda, parlamentoda değil, eğitim, sağlık, belediye, tarım ve hayvancılık, mali denetim mekanizmaları, bağımsız yargı, halk ile sosyal dayanışma kurumları, üretime teşvik vs. tüm demokratik ülkelerin olumlu modellerini alır, yasal duruma getirir ve uygulamaya başlarsa, kendi zaaflı zincirlerini kırar! Bağımsız devlet olmanın işlevini yerine getirip, dikkate şayan olur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.