Musul ‘un İŞİD tarafından işgalinin nelere vesile olacağını daha önceki yazılarda yer yer değinmiştim. Şimdi sadece ismini hatırlatarak, sıcak olan Kerkük işgaline dair ilk etapta alınması ve verilmesi gerekli mesajları nasıl algıladığımı sesli düşünmek isterim.
Biliyoruz ki Kerkük, Kürdistan’da Şehr-i Zor bölgesinin en önemli tarihi şehridir.
Kerkük, çok etnisiteli, çok dinli, çok kültürlü bir bölge ve pek çok devletin bu etnik ve dini guruplar üzerinden müdahale ortamını sağlayıp, içişlerine karıştığı, özgünlüğünü en çok suiistimal ettiği bir şehirdir.
Kerkük, 19. Yüzyılın sonundan itibaren “Kara altın” dedikleri en rafine petrolün bulunduğu, son dönemlerde de bölgeden zengin doğalgaz yataklarının keşif edildiği stratejik önemde bir şehirdir.
Bu özelliği ile Kerkük, 20. yüzyılda olduğu gibi, 21. Yüz yılda da siyaset sahnesinde kendini en çok masaya taşıyan, müdahale planlarına maruz kalan bir şehir olmuştur.
Tarihte bu kadar önemli olan bir şehir, Kürtlerin köleleşmesine, Kürdistan’ın sömürge konumunda tutulmasına Musul ile birlikte vesile olmasının yanında, özgürleşmesini de tetikleyen çelişkileri içinde barındırmaktadır.
Sömürgecilerin işgal arzularına karşı, Kürt siyaset sınıfı da Kerkük üzerine titremiş ve bu şehri “Kürdistan’ın kalbi”, “Kürdistan’ın Kudüs’ü” olarak namlandırmış ve hep “Kerküksüz bir Kürdistan’ı istemiyoruz” demişlerdir. 1958 Abdülkerim Kasım ile Mella Mustafa Barzani bu sebepten dolayı “Özerklik Antlaşması” masasından anlaşmadan kalktılar. 1971 Saddam Hüseyin ve Mella Mustafa Barzani yine “Arapsaçına” dönen “Kerkük Sorunu”ndan dolayı “Özerklik Antlaşması” masasından yine anlaşmadan kalktılar. Hatta 1975 Cezayir Antlaşması ile Türkiye, İran, Irak ve Suriye, arkasına aldığı Arap ve Dünyanın anti-Kürt nizamını, “Kürtleri açlıkla ve yoklukla terbiye etme” siyasetinde anlaşarak, Kerkük ve Musul petrollerini Kürtlere kaptırmayarak sömürgeci ve emperyal cenaha “istikrar” sağlamayı denediler. Ancak olmadı. Olmadı ve yine olmuyor.
Tabi Dünya’nın geçmişteki bütün bu anti-Kürt siyaseti, Kürdistan’ın parçalı, bölünmüş ve bölüştürülmüş hali, Kürtlerin de kendi içinde parçalanmasına, bölünmesine ve hatta nezaketsizce içinde bulunduğu hali bir tarafa bırakarak, birbirleriyle savaşarak, iç çatışmalara tutuşmalarına da vesile oldular. Devletlerin bölüşemediği Kerkük’teki ekonomik dev rezervasyon, Kürtleri bile birbirlerine ve yabancı güçler ile güç birliği yaparak işletme konumuna düşürüyor ve “Petro-dolar” olarak tabir edilen servet, Kürtlerin de iç çatışmalarını tetikliyor, zaman zaman Kürdistan’ın özgürlüğünün önüne engel olarak çekiyordu.
16 Ekim 2017’de Kerkük’teki bu işgal gösterdi ki, Kürdistan siyaset sınıfı, kendi pazarını kullanma, ‘Bağımsızlık Referandumu’nda elde ettiği halkının birlik ve bağımsızlık arzusunu, ülkesinin sahasını yönetme konusundaki % 92.27’lik bir ezici çoğunluk bile çok az olan bu fevri çıkarcı kesimi Kürdistan hattına çekmeye yetmemiş olduğunu da ortaya çıkarttı. Ancak Kürt halkının birlikte ortaya koyduğu reaksiyonunu, iç çatışmalara ve zaman zaman Kürtlere ihanete varan Süleymaniyeli gencin,” Kürt partilerini Kürdistan’ıma Kurban ederim!” diyerek Kürdistan bayrağını göstermesi, boş bir haykırış değildi. Yine Kerkük’te partilerin dışında ve bağımsız sesiz siyaseti izleyen gençlerin, caddelerde işgalin güvenliğini sağlayan Haşdi Şabi otomobillerinin, tanklarının üstüne atlayarak, Bağımsızlık Referandumunda ortaya çıkan iradeyi sahiplenip çıkarak, Irak bayraklarını yere çalmaları ve kendi bayraklarını çekmeleri sıradan bir gençlik heyecanı ve eyleminin ötesinde olduğunu, sömürgeci devletlerinin ve anti-Kürt şovenizminin eskide ve tarihte kaldığını, pek de işlevli olmadığını ortaya koydu. Artık Kürtleri dağa ve silahlı mücadeleye mahkûm ederek, “terörist” diyerek dünyaya teşhir etmenin mümkün olmadığını da bu olayların toplamı gösterdi, gösteriyor. Onun için aklı olan, aklıselim çözümlere evrilir.
Kürtlerin gerek öncesinde sağladığı mücadele azmi, Yakın Doğu ve Orta Doğu gibi karanlığa mahkûm edilmiş bir coğrafyada, insanlık adına siyasal İslam’a karşı laik ve sekuler duruşu ile DAİŞ çetelerine karşı, Efrin’den Hemrin Dağı’na kadar 2060 km’lik uzun bir alanda, adeta dudakları uçuklaştıran bir savaşı, bizzat uluslararası bir terör örgütü olarak tescillenen DAİŞ gibi bir organizasyona karşı ve onun merkezlerinde uluslararası koalisyon güçlerinin desteği ile mücadelenin en ağır yükünü omuzlayarak sürdürmesi, Dünya’nın anti-Kürt nizamını sarsmış ve teşhir etmişti.
Artık Kürtler “Dağda savaşan çeteler değil, siyaset masasında yeri olan aktörlerdir” konumuna yükselmiştir. Ancak sömürgeci ve soykırımcı bölge devletleri, askeri olarak savaşlarının tarzını ve silahlarını modernize ederek sürdürürken, Kürt siyasetine, Kürdistan’a karşı kendi eski tarzlarını değiştirmeyerek, insanı olmayı asla denemediler. Zira sömürgecilik, soykırım ve işgalcilik insanı değil, insana karşı işlenen suçların en sistemlisidir. Bu da ortaya çıkmaktadır ki Dünya artık bu minvalde Kürtlerin insanlık cephesindeki direnişi ile yapılanları görme ve gösterme konusunda zorluk çekememektedir.
Dolayısı ile Kerkük işgali karşısında, Dünya’nın demokratik kamuoyunun birkaç gün içinde harekete geçmesi zor olmadı. Bu da ABD, Rusya, Avrupa ve genel olarak Dünyanın dikkatlerini Kerkük’e çevirmesine neden oldu. Bu yoğun izlenimin Kürt gençlerinin direnişi ve haykırışı ile birleşmesi, tertipçi işgalci devletler üzerinde yoğun bir baskının oluşmasına ve askeri güçlerini geri çekmesini zorunlu kıldı.
Bu demokratik kamuoyu ve reaksiyonların toplamı, ABD’nin pek çok gücü olduğu gibi, Kürtleri terbiye etme siyasetini de kısa bir sürede geriletti.
Bunun sonucunda ABD, peşmergenin boşalttığı Maxmur, Gwere ve daha başka yerlere kendi askerlerini kaydırarak, Irak ve Haşdi Şabi güçlerinin eline geçmesini önledi. Bu peşmergenin yeniden kendi mevzilerine çekilmesini sağladı. Trump iktidarının cesaretlendirmek üzere, Irak’a verdiği Kerkük’ü işgal vizesi, anında geri tepti. Bu Haydar El Abadi yönetimini “Bu ne çelişki “ dedirtecek seviyede şaşkına çevirdi.
Bağımsızlık Referandumu’na karar veren ve % 92.27’lik bir irade ile Bağımsızlık duruşunu ortaya koyan Kürdistanlıların, inatçı ve kararlı tutumu, ABD’nin zoruna gitmişti. Kürtleri bir vesile ile şok edici düzeyde cezalandırmak ve dizayn etmek istemişti. Bununla sadece Güney Kürdistan yönetimini de değil, Rojava’da Demokratik Suriye Güçlerini (DSG) ve PYD’nin Rakka vb. operasyonlarındaki başarılarında “şımararak emre iteaatsızlık etmesinler” mesajını da vererek, DAİŞ’a karşı kazandıkları zaferi fazlaca kullanmamaları ve kontrolde kalmalarını ve Kerkük işgali ile mesaj vermek istiyordu ve Irak’ın Kerkük’ü işgali vizesi bu düşünce ile ortaya çıkmıştı.
Irak’ın İşgali gerçekleşirken Rusya, “Suriye Federasyonunu Kabul ediyoruz”, “Kerkük’e yapılan saldırıyı kabul etmiyoruz ve Kürt halkının özlemlerine saygılıyız” genel geçer açıklamalarını yaptı.
Ancak ABD’nin bu taktik politikası iki nedenle saha politikasında mümkün görünmüyordu.
Kürtler, sırf kullanılıp atılmanın ötesinde bir güçtür. Kürt özlemleri, ABD’nin günlük politikalarına malzeme etmenin ötesindedir. Bölgenin 50-60 milyonluk, 550.000 km2’lik alanın ve bir o kadar da ekonomik ve siyaset potansiyeli gücünün hareket alanına tekabül eden bir jeo-stratejik ve jeo-politik bir yerdedir. Bunun dikkate alınmadan yapılan siyasetin, bumerang misali dönüp kendisini vuracağı ortaya çıkıyor. İran ve esas rakibi Rusya’ya karşı gelecekte bu bölgede Kürdistan gücü önemli bir askeri, politik ve ekonomik potansiyel olarak ortadadır. Bu olmaksızın Dünya’nın siyasal İslam’ı çözme siyaseti de gecikmiş ve yeni istikrarsızlıklara ve savaşın daha uzun sürece yayılmasına vesile olur. Burada da Avrupa, ABD ve medeni dünyanın kaybı büyük olacağı için, demokratik kamuoyunun tespit ettiği bir gerçeklik ve takipte olan bir durumdur.
Ayrıca ABD, bölge devletlerine; “Siz bana önemli bir müttefik olan Kürt siyasetine karşı birlikte hareket etme kararı verebilirsiniz. Ancak ben olmadan bunu hayata geçirme şansınız yok! Size Kürtlere karşı hareket ederken tek vize verebilecek güç benim. Fevri davranmayın! Sizin böyle ‘Eşeğe binmek ve indirmek’ misali, siyasette en belirleyici olan benim. Dışımda planlar yaparken fevri düşünmeyin” demek istemiştir.
İlk etapta akla gelen bu mesajların yanı sıra tarihi açıdan Kerkük işgali ayrıca hangi dersler vermektedir?
Kerkük başta olmak üzere, Irak Anayasası’nın 140. Maddesi çerçevesinde “Tartışmalı alanlar” denilip yeniden işgal edilen bölgeler, yani yasa gereği 2007’ye kadar zorunlu referandum ile yerleri “Federasyonun hangi kesiminde kalacağı?” belirlenmesi gerekirken, yapılmayıp ihlal edilen yasa ile İŞİD’in Musul’u işgali ile fiili durum üzerine, İŞİD tarafından ele geçirilen Kürdistan’ın “tartışmalı” alanları, Peşmerge güçlerinin direnişi ile Kürtler tarafından kurtarıldı ve korundu. Kürdistan’ın bu bölgelerinde 25 Eylül 2017’de yapılan referandum, aslında bu bölgelerin Kürdistan’da kalmak istendiğini, halkın tecelli eden iradesi ile % 92.27’lere varan bir durum olarak netleşti. Bunun bağımsızlık ile birlikte oylanıp - onanması, sömürgecilerimizin pek zoruna gitti! ABD bu tansiyonu da indirmek üzere, şok Kerkük işgaline vize gibi bir tertip düzenlemiştir. Ancak bu sömürgecilerin üstüne atlayıp zora düşmeleri ile daha çok rüsva edeceğe benziyor.
Şimdi Kerkük ve tartışmalı bölgelerin, 16 Ekim 2017 tarihinde, Irak, İran, Türkiye’nin bir ortak operasyonu olarak belirmesi, Haşdi Şabi ve Irak askeri güçlerince işgal edilmek istenmesinin siyasette bazı yeni kırılma durumlarını ortaya çıkaracağı görülmektedir. Bu, “Nasıl oldu ve ne olacak?” sorularının yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor.
İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, Tahran’ın, Tarhan, Bağdat, Şam, Lübnan hattında Şiia koridorunu oluşturmakla görevlidir. Kürt karşıtı olan herkes, tüm gücü ile şuursuzca bu terörist ve işgalci planı destekliyor. İran da bu desteği arkalayarak sahada hareket etmek istiyor.
Türkiye, Sünni hattın liderliğini Suudilerle birlikte yürütürken, Kürt karşıtı siyaseti yüzünden saf dışı kaldı. Yine bu Kürt karşıtı siyaset, onu, NATO\'dan, Koalisyon güçlerinden koparmış durumda. Yalnız kaldıkça, Rusya\'ya doğru yanaşan Türkiye, Şimdi Rusya’nın, “Federal Suriye çerçevesinde Kürtlerin Federasyonla idare edilmesini” savunurken, oradan da uzaklaşacak mı? Göreceğiz!
Şimdi Güneyli Kürtler, \"Kerkük işgalinden; Irak, İran ve Türkiye meşgul idi ve mesul olanlar da onlardır!\" diyor.
ABD; “İran Terörist bir devlet” olarak demeçler veriyor -ki haksız değil-,” Şiia hattını tasfiye edeceğiz” diyorlar. Bu en azından, Haşdi Şabi\'nin oluşturmak istediği koridoru dağıtacağının kararlılığı olarak kendini gösteriyor.
Bağımsızlık Referandumunun ardında, öfke ile Kürt karşıtlığındaki çıtalarını hesapsızca yükseltenler, bu yüksekliği atlayamayacaklarını Kerkük işgaliyle, tüm ortak akıllarına rağmen üç gün içinde ortaya çıktı.
Görünen odur ki, \"Musul\'un DAIŞ tarafından işgalinden sonuç çıkaracağız\" diye düşünüp, DAIŞ\'ı Kürtlere saldırırken \"başardık\" diyenler, Kerkük işgal edilirken de, \"başardık, bağımsızlık referandumunun meşruluğunu ortadan kaldırdık\" diyenler, ilk Musul’da, \"başardık\" dedikleri sözleri kadar yanılıyorlar.
Musul\'un DAIŞ tarafından işgali, doruğuna çıkan Sünni hattın çözülmesinin başlangıcı idi.
Kerkük’ün Haşdi Şabi tarafından işgali, doruğuna çıkan Şiia hattının da çözülmesinin başlangıcı olacağının sinyalleri yanmaya başladı.
Yakın Doğu\'da, Orta Doğu’da şimdi Musul ve Kerkük işgalleri, sadece özgür Kürdistan’ın oluşmasını hızlandırmıyor. Siyasal İslam olarak şekillenen rejimlerin de sönümlemelerinin başlangıcı olduğunu da açığa çıkarıyor.
Zira süreç, genel itibari ile siyasal İslam’ın terörist nitelik kazandıkça çürüyüp, çözüldüğü bir devirdir.
Kürdistan’ın bu iki kadim şehrine yapılan işgallerin sonuçları, siyaset bilimindeki açılımı daha geniş tutmamız gerektiğini sunuyor...
Bu genel belirlemede tek tek devletlerin nasıl konuşlandıklarını ve nereye evirilebilecekleri üzerinde yeniden durmak gerekiyor...
***
Bugünden İtibaren Kürtler Ne yaparsa kazanır?
İç İhaneti kin ve linç ile değil, akıl ile yenmek önemli... Şimdi bu ihanetçileri kurulacak mahkemeye teslim ederek yargılanmaları sağlanırsa, Qosret Resul sekreterliğindeki YNK yeniden kendini organize ederse. Peşmerge ordusu çok başlılıktan kurtarılırsa. Güvenlik Konseyi ve parlamentonun eş güdümü ile siyaset yeniden dizeyin edilirse. Yeniden parlamento ve başkanlık seçimi yapılıp, demokrasinin norm ve çıtası yükseltilirse, Bağımsızlık ilanı ile Mesut Barzani görevini yeni Başkana devir ederse. Kürdistan Federe Cumhuriyetinde, Parlamento ve Güvenlik Konseyi görevini bağımsız bir devlet olarak ifa ederse. Bağımsız devletin sadece orduda, parlamentoda değil, eğitim, sağlık, belediye, tarım ve hayvancılık, mali denetim mekanizmaları, bağımsız yargı, halk ile sosyal dayanışma kurumları, üretime teşvik vs. tüm alan ve kurumlarını oluştururken başta İsrail olmak üzere, tüm demokratik ülkelerin olumlu modellerini alır, yasal duruma getirir ve uygulamaya başlarsa.
Bu durum ancak adaletli ve gözde bir ülke durumuna getirir Kürdistan’ı!
Bugünden itibaren, Kürt siyasileri tamamen Bağdad\'tan çekilmesinin zamanı değil mİ?
Bunları aşan Kürdistan yönetimi, demokrasi, insan hakları, ekonomi ve barış konusunda Yakın Doğu\'nun, Orta Doğu\'nun gözde ve model devleti ve ülkesi olmasının önünde ne engel kalır?
Daha çok tartışılması gereken konu uzadı, şimdilik bununla yetinelim. Sevgiyle, hürmetle kalınız!
Bi Aqilekî Nû û Bi Helwêsteki Serbixwe û Bi Hêzeki Yekgirtî Berxwedan jîyan e!
Kerkuk her Kurdistan e!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.