Kürt soykırımına karşı Kürdistan'ın bağımsızlık hayali
<b>“Kendisini devlet olarak idare etme özlemi olmayan bir etniste, millet değildir.
Ahmet Önal
15.02.2014, Cts | 14:25
“Kendisini devlet olarak idare etme özlemi olmayan bir etniste, millet değildir.\"
Benedict Anderson
“Mejda ku hebe, meş de jî dê bibe!” (Elemde olan, eylemde de olur) diye bir Kürd atasözü var. Bu atasözü bazen “Mêjda ku nebe, meşê de jî dê nebe! !” (Elemde olmayan, eylemde de olmaz)” diye de dillendirilir.
Ortada bir Kürdistan ülkesi ve Kürd milleti vardır.
Bu ülke ve millet 500.000 km2’lik bir coğrafyaya sahiptir.
Kürdler, 45-50 milyon arası bir nüfusa sahip olduğu genel kabul gören ve dillendirilen rakamdır.
Kürdistan ülkesi; suyu, petrolü, gazı, iklimi, ormanı, yaylası, üretkenliği, canlı nüfus potansiyeli vs. ile göz kamaştırmakta ve iştahları kabartmaktadır.
Üretime dadanan kadim halklar, coğrafyaları ile o kadar meşguldürler ki, başka bir gücün gelip yaşadığı, bütünleştiği toprakları ellerinden alabileceklerini tasa bile etmezler. Bu durum kendisine müdahale/taciz ve tecavüz edebilecek işgalcilerin planını kolaylaştırır.
Kürdistan coğrafyası, tarih boyunca, Moğolların, Bizans ve sonrasında Osmanlı, Çarlık Rusya’sı, Safevi ve Arap İslam egemenliği olmak üzere, büyük siyasal güçlerin savaş alanı olmuştur. Bu her defasında üretim ve toplumsal gücü, iç dinamiklerini dumura uğratmış, sıfıra düşürmüş ve kendini her defasında yeniden ve sıfırdan üretmek durumunda bırakmıştır.
Her savaş Kürdistan’ı bölüp parçalamış, takatten düşürüp, paymal etmiştir.
Bu durum sadece ekonomik olarak sıfıra düşürmekle de sınırlı kalmamış, Kürdistan toplumunun özgüvenini kaybetmesine, toplumsal dinamiklerinin alt-üst olmasına vesile olmuş, negatif konuma düşmüş bir toplumsal ilişkiler sonucunu doğurmuştur.
Bizans imparatorluğunu da sayarsak, Kürd toplumu ve Kürdistan ülkesi adeta işgalci ve ilhakçı devletlerin çarpıştığı bir savaş alanı ve savaşanların yolgeçen hanı olmuştur.
Bu tarihsel ve toplumsal parçalanmışlık, erken dönemde üretime geçen, adeta uygarlığın beşiği olabilecek Yakın Doğu ve Orta Doğu’nun halklarını hiç de hak etmedikleri tarihin geriliğine atmayı başarmış ve bu coğrafya üzerinde işgalciler hüküm sürmüştür.
Bu hüküm sadece egemenlerin siyasi ve ekonomik üstünlük ve durumuyla da sınırlı kalmamış, adeta egemen olduğu alanlardaki halkların düşünüş ve ufuk dünyalarına da müdahale etmiştir. Sömürgeci sistem, sömürge ilişkilerini sürdürmekle de sınırlı kalmamış, sömürgeleştirdiği toplum insanını, sömürgeci amaçlarına göre konuşlandırmış, kullanmış, egemen zihniyetleri doğrultusunda düşünen, sömürgecinin dilini konuşan, sömürgeci uğruna kendini inkar eden bir toplum ya da toplumlar yaratılmıştır.
Yaşamın her hücresine sömürgeciliği yerleştiren, kendini inkar eden, yalnız inkar eden değil imha eden yerel topluluklar da yaratmıştır. Kendisi olan, kendini sömürgeci toplumun dışında tanımlayan birey, gurup ve akımlar, adeta sistem ve sistemlerin hedefine alınmış, teslim alınmış yerelliler ile birlikte kuşatılmaya alındıklarını, almak için tüm yolların, politikaların, izolasyon metotlarının; uyanmış, aydınlanmaya yüzünü dönmüşlere karşı harekete geçerek imha edilmeye çalışıldığı da olgusaldır.
Yabancının; yerelliye siyasi ve ekonomik işgal ve ilhakı gerçekleştirerek haklarının gasp edilmesi, SÖMÜRGECİLİKTİR!
Sömürge halkının; inkarı ve imhası projesi ile yok etme siyasetinin sistematik olarak sürdürülmesi ise SOYKIRIMDIR!
Kürdistan’a dayatılan SÖMÜRGECİLİKTİR. Kürd Milletine dayatılan SOYKIRIMDIR!
Kürdler bir halk olarak 1800’lerden itibaren, özellikle 1806’da İbrahim Paşayê Baban’ın Sancak Koy’de Osmanlı valisini alıkoyup, “Ey Vali sen ve İmparatorluğun Osmanlı, Kürdistan’dan elini çek” istemini bildirmesi ile Kürdistanlıların, Kürdistan’ı yönetme arzusunu da açığa vuruyordu. O gün bugündür Kürdistanlılar Kürdistan hayalini diri tuttu, dinamik bir olgu olarak hep var etti.
1930’larda Milliyet Gazetesi’nde, Ağrı Dağı’nın zirvesine Xoybûn’un çektiği Kürdistan bayrağı, TC. tarafından indirildiğinde, bunun bir daha çıkarılıp çekilmeyeceğinin zafer serhoşluğu ile yaptıkları temsili mezara; “Hayali Kürdistan Burada Medfundur(Hayali Kürdistan burada gömülüdür)” diye yazdılar.
Ancak bunun böyle olmadığını, 1946’da Mehabad’da Qadı Muhammed, göndere Kürdistan bayrağını çekerek hissettirdi. Ancak yenilgisi tüm soykırımcılara nefes aldırttı.
1958’den sonra Mele Mustafa Barzani’nin Bağdad’da, Abdülkerim Qasım ile yaptığı Otonom görüşmeleri ile Kürdistan hayali yeniden canlandığı ve tüm sömürgecilere hissettirdiğini gösterdi. 1971’de Güney Kürdistan’ın büyük bir kesiminde pêşmerge güçlerinin yönetimi hissedildiği görüldü ve Kürdistan hayali yeniden canlandı. 1975 Cezayir Antlaşması ile Eylül ’75 direnişi başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak 1975’te Kuzeyde canlanan Kürdistan devrimci hareketi siyasi bütünlük içinde olmazsa da her gurup kendi olanakları ile kitlelerde Bağımsız Kürdistan hayalini yayarak canlandırdı.
Bağımsız Kürdistan hayalinin yeni bir bakışla canlanması, 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’de, dost-düşman herkeste “Artık Kürdistan hayalinin dirilmesi mümkün olmaz!” dendiği bir zamanda patladı. “Birkaç çete” tahlilleri ile bu hayalin sönümleneceği hayaleti beklenir oldu. Ancak bu tahlilin yanlışlığı süren gerilla mücadelesi ile karşımızda net duruyordu. Artık serhıldanlar Kürdistan’ı sarmaya ve Kürdistan hayalini güçlendirmeye başladı. Dağ, şehir birlikteliği oluştu, Kürdistan hayali maddi bir güce erişti… Kürdler için ordulaşmak hayal idi, ancak hayal artık maddi bir olguydu.
Güney Kürdistan’da BAAS ırkçılığının başlattığı Enfal hareketi ile fiziki Kürd soykırımı uç boyutlarda idi. Dünyanın “anti-Kürd nizamı”ndan güç alan Saddam Hüseyin ve Baas faşist sömürgeci soykırımcı diktatörlüğü, Halepçe’de gerçekleştirdiği Kürd soykırımı ile Kürd hareketi adeta dibe vurmuştu. Güney Kürdistan’da peşmerge birlikleri hareket etmez durumda idi. Ancak Kürdistan hayali sönümlememiş, diri idi.
Güney Kürdistan’da, Helepce’deki Kürd soykırımı olayı ve görülen boyutlarına rağmen, dünya Kürdlere yapılan Enfal soykırımını görmezden geliyordu, ancak Kürdistan hayali diri duruyordu.
Kuzey Kürdistan’daki cezaevlerinde, tutuklu ve hükümlü Kürd esirlere, 1980’lerden beri uygulanan işkence ve teslim alma girişimlerine, parçalanan Kürd savaşçılarının cesetleri TV ekranlarında gösterilmesine rağmen, dünyanın olanları görmezden geliyordu, ancak Kürdistan hayali düşürülememiş diri idi.
Irak’ı bir silah deposu haline getiren, Faşist, ırkçı, soykırımcı Saddam Hüseyin ve BAAS diktatörlüğü, Arap imparatoru olma hayaliyle, Kuveyt’e saldırdı. Bu, ABD ve batılı devletlerin pazar alanlarına müdahale anlamına geliyordu. Bu kadarına müsaade edilemezdi! Irak diktatörlüğünün, Yakın Doğu ve Orta Doğu’nun eski paradigmalarının değişmediği hesabıyla saldırınca, Kürdistan’ı sömürgeleştirenlerin birlikteliğini de bozuyordu.
Artık 20. Yüzyılda Kürdistan’ı parçalayanların, bölenlerin ve paylaşanların yarattığı paradigma, Kürdistan için de bozuluyordu. 20. Yüzyılda Dünyanın ve sömürgecilerin içine düştükleri konumlanma ve siyaset, yeniden konumlanıyor ve 21. Yüzyılın başlarında bozuluyordu. Bu hesaplarla Körfez Savaşı, Kürd mücadelesine yeni bir boyut kazandırıyordu. Ancak Kürdlerin bu lehteki durumu daha seri lehlerine çevirmeleri gerekirdi. Ne yazık ki PKK-Kürdistan Hükümeti, PDK-YNK arasındaki iç savaşlar, farklı parçalardaki Kürt guruplarının birbirlerine dostane olmayan olumsuz ve moral bozucu tutumları, Kürt mücadelesine büyük kayıplar vermesine rağmen, Kürd hareketi olumlu yönde, özlemlerini – hayallerini maddi güce vardırmaya devam ediyordu.
Kürdistan Federe devleti; önce fiili, sonra ise yasal bir statüye varma ve tüm güney Kürdistanlıların kendilerini yönetmeleri için koşullar Kürdlerin lehine gelişiyordu. Celal Talabani gibi bir gerilla- peşmerge komutanı ve liderinin, Irak federe Devleti’ne kendi siyasal kimliği ile Cumhurbaşkanı olması, Kürdistan hayalini büyütüyor, Kürtlerin yok sayılan, kendini yönetemez vs. algıları bozuyor ve makus talihini yeniyor, özgürleşme bilincine ve özlemine büyük katkılar katıyordu.
Kürd hareketi, Arap ve dünyada gelişebilecek koşulları, ulaştığı durumu, çevre ve dünyadaki büyük devletlerin içine düştüğü durumu okuyarak, ulusal birliğini oluşturacak ve sürece daha aktif olarak ulusça müdahale etme konusunda objektif koşullar olgunlaşırken, subjektif şartları olgunlaştırma hususunda eksik kalıyordu. Buna mukabil Kürdistan hayali diriliyordu.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, ABD tarafından yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesinin ardından, lider kültüne göre örgütlenen PKK’nin ve Kuzey Kürd siyasal hareketinin bağımsızlık stratejisi, düşünsel ve pratikteki zaaflarından sıyrılamayıp tıkanınca, 1990’ların ortalarına doğru inişe geçmişti. İmralı’da esir alınan Abdullah Öcalan üzerinden bu süreci hızlandıran sömürgeciler, sinsi bir şekilde PKK ve Kürd hareketini statüsüzlüğü savunmaya, itmeye çalışmaktadırlar. Bir ülke değil, sömürgeci ve soykırımcı bir devletin ismi olan Türkiye’yi savunur duruma zorladılar.
Kürdistan ve Kürdleri, kendilerini sömürgeleştirip, soykırıma uğratan bir kavramı “Türkiyelileşme” ve “Türk devlet çatısı” altında Kürdistani hayallerini unutmaya davet ettirdiler. Bu durum, 200 yıldır, kesintisiz mücadelesiyle kendisini var eden Kürdistan ve Kürd milletini, bir etnisite derekesine çekerek, özgür Kürdistan hayalini kitleler nezdinde düşürmeye, itibarsızlaştırmaya, kırmaya ve çürümeye çalışmaktadırlar.
Kendisi fiziki olarak hep Kürdistan’ın diriliş hattında hareket eden ve Kürdistan’daki direnişin simgelerinden biri durumunda olan Hatip Dicle gibi bir insane; “Bağımsız Kürdistan düşüncesini çöp sepetine attık” dedirten bir sürecin tehlikesi çok açık ve her Kürdistanlıyı ürküten durum var. Bu haklı kaygı hiç bir Kürdistanlının es geçemediği bir vaziyettir. Gelinen süreçte, artık maddi bir gücü açığa çıkaran ve olgulaşan Kürdistan hayalinin, yeniden geriye sardırmaları ve TC.’nin istediği 20. yüzyılın paradigmasına çekilmesi elbette güçtür. Ama diri Kürdistan hayalinin zerre kadar olsa, zarar görmesine Kürdistanlıların ve başta PKK’lilerin tehammül etmemeye hassas olmalarını beklemek yerindedir!
Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesi ve Kürd soykırımının panzehiri, Kürdistan’ın bağımsızlık hayalidir. Bu hayali zedeleyen hiç kimseye iltimas ve müsamaha olamaz!
14.02.2014
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
13229 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:14:04:43