Hollanda-Türkiye gerginliğinde her iki taraf da artan kararlılığa sahip! Hollanda’ya notalar veriliyor, özür dilemeleri isteniyor. Bazı TV kanalları cihat ilan etmiş görünüyor. Yine bazı TV kanalları ‘öfkeli kalabalıkların’ kimliğini ilk kez kabul ederek ‘öfkeli Türkler’ demeye başladı.
Türkiye’de genel olarak “Müslüman ve Türk karşıtı, gamalı haça karşı hilal, demokrasiyi bizden öğrensinler, ver mehteri, ırkçılar, Hollanda’nın Yahudi soykırımındaki rolü, neo-faşizm, faşistler, Nazi artıkları, haçlılar ve siyonistler ittifak kurmuşlar, bedelini ödeteceğiz, artık mesele Evet mi Hayır mı değil mesele haç ve hilal, içimizde de gizli haçlılar var, Hollanda faşist eğilimlerini ne kadar törpüledi, Nazi kalıntıları, Evet’e karşılar, yeni haçlı seferi…” söylemleri kullanılıyor.
Hollanda ile gerginlik yüzünden zihinlerden dökülen sözlerden bir kaçına bakıldığında, nefret söyleminde iktidar ve muhalefet sessizliğinin de benzer olduğu görülüyor. İktidar ve muhalefetin, ardı ardına sıralanan nefret söylemine ve söylemlerin nefret suçuna dönüşebilme olasılığına ısrarla dikkat çekmesi beklenirdi. Kışkırtıcı, ayrımcı, öfkeli söylemlere itiraz etmek gerekiyor. Anlaşmazlıklar ve haksızlıklar hukuk yoluyla giderilebilir.
Almanya ve Hollanda merkezli başlayarak, gittikçe genişleyen bir yörüngede devam eden ve nefret söylemini içinde barındıran hareketliliğin içeride neye ve nasıl dönüşeceği bilinmez. Ancak karşılıklı sertleşme devam edecek gibi görünüyor.
Nefret söyleminden etkilenen sıradan bir vatandaşın etraftaki Hollandalıların ya da hıristiyanların canına ve malına zarar vermesi işten bile değil. Bazıları soğukkanlılığını koruyamayabilir. Bu nedenle söylemleri dikkatle izlemek gerekiyor.
Hollanda ve Almanya’ya tepki anlaşılırdır. Tarihteki örneklerden bu tür dalgalanmaların, dalgaların tahrip gücünün, el değiştiren sermayelerin, sinen, eriyen ve yiten toplumların verilerine sahibiz.
Öfkenin içeriye patlamasına, patlatılması ihtimaline dikkat çekmek gerekiyor. Yapılması gereken, tepkilerin nefret söylemine ve bilinçaltına yerleştirilmiş korkuların açığa çıkarılmasına, yayılmasına karşı durarak, Almanya ve Hollanda’ya tepkinin nefrete daha fazla dönüşmemesini, nefretten uzaklaşmasını sağlamak hepimizin görevidir. Her türden fobinin kışkırtılmasına karşı çıkmak gerekiyor.
Avrupa Konseyi Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Komisyonu (ECRI) 2016 yılında yayınladığı raporda Türk siyasilerinin ‘tarihi azınlıklara’ karşı artan nefret söylemine dikkat çekmişti. Nefret söylemiyle etkin mücadele için öncelikli olarak 'devlet temsilcileri ve her düzeydeki siyasi sorumluların bu tür söylemlerden vazgeçmeleri gerektiğini' belirten rapor, ‘Türkiye’de artan nefret söyleminin kaygı verici’ olduğunu vurguluyordu.
İktidarın, egemenin ya da güçlünün kitleler üzerinde zihin kontrolü, örgütleme ve yönlendirme aracı olarak nefret söylemini kullanması anlaşılırdır. Bunu fark edip, teşhir edip, buna karşı durmak gerekir. Ancak her zayıf yani gücü elinde bulundurmayan da bir başkasına ya da gruba, topluma karşı nefret söylemi kullanır. Nefret söylemi sadece iktidarın aracı değil, sessiz kalınırsa her kesimin ve herkesin aracıdır.
Birlikte yaşamak sanattır ve birlikte yaşayan toplumun tüm kesimlerinin gönüllüğü ile var olur. Bu sanatımız bölgemizde de 1843 ve ardından 1915’ten itibaren irademizin dışında koparılmaya başlandı ve sonrasında da bir daha asla eskisi gibi olamadı. Bu nedenle, özellikle Kürtlerin nefret söylemine karşı uyanık olması ve uzak durmasında yarar vardır.
Bir örnek vermek gerekirse; bir vekil, tutuklu diğer iki vekilin 8 Mart 2017’ye ait mesajını TBMM’de okudu ve ardından bir başka vekilin 6 yıl önce yaptığı bir konuşma için tutsak edildiğini belirttikten sonra ekledi: "Yahudi işler kötüye gidince eski defterleri karıştırırmış, bu ona benziyor.” Vekilin son cümlesi nefret söylemine bariz bir örnekti ve ne partisinin yönetiminden, ne diğer partilerden, ne diğer vekillerden ve ne de seçmenlerden bu söyleme bir itiraz gelmedi. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere; nefret söylemi iktidardakine, güçlü olana ait, özgü değildir; nefret söylemi her bünyede var olabilir, sızabilir ve yerleşip güçlenebilir. Nefret söyleminin en büyük düşmanı deşifre edilmesi ve tartışılmasıdır. Herkes kendine bir öteki bulabiliyor!
Türkiye’de ‘batıcılar’ cumhuriyet savunusu ya da cumhuriyeti yerleştirmek amacıyla dini hedef haline getirmeye çalışmış ve istedikleri gibi (yani batıcıların ve batının hoş göreceği gibi) bir din oluşturmak için çaba harcamışlardır. Türkiye’deki İslamofobinin temelleri o dönemlerde atılmış ve yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Dikkat edilirse, diğer ülkelerde iktidarı elinde tutan elitistkesimler o ülke vatandaşlarının dinsel geleneklerine ve yaşam tarzına Türkiye’deki gibi yabancılaşmamıştır ve ötekileştirmemiştir. İslami gelenekleri yüzünden geçmişte dışlanmış bu kesimler, şimdilerde Türklüklerinden asla feragat etmeden, İslamofobi ve Türkofobi söylemleri etrafında kendilerini korumaya, inşaya devam ediyor.
Nefret söylemlerine uyanık olmaz, karşı çıkmaz ve deşifre etmezsek, nefret suçuna dönüşmesinde payımız kaçınılmazdır. Nefret söylemi suça dönüşemese de yani sadece söylem düzeyinde kalsa bile insanlık dışıdır.
Nefret söylemini teşhir ve ısrarlı mücadele hafife alınmamalıdır. Nefret söylemi evrensel bir sorunudur. İnsan, nefret söylemleri yüzünden aşağılanan ya da tedirginlik hissedenlerin adına da utanç duyabilmelidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.