İnsana insan eliyle gelen savaş, savaştan başka yol bırakmayan işgalci hakim uluslar içinde felaket olur. Savaş ve sömürgecilik, kendisine yabancı milletlerin ve toprakların başka devletler tarafından zorla istila edilmesidir. Bir devletin bir başka ülkeyi işgal ederek zengin kaynaklarına el koymasıdır. Tabii bu tanım Türk, Arap, Pers rejimlerin Kürdistan işgali, insanlık dışı uygulamaları yanında çok çok hafif kalıyor. Çünkü sadece Kürdistan ve Kürdlerin zengin kaynaklarını gasp etmediler, sürekli öldürdüler. Dilini, eğitimini, varlığını gasp ederek soykırımlardan geçirdiler.
Sömürgecilik her ne kadar haksız pozisyonundan kaynaklı karşıtını zorunlu bir nefsi müdafaa ve haklı savunma savaşına mecbur etse de, savaşlar aklın devrede çıkarıldığı bir felakettir. Yugoslavya çarpıcı bir örnekti. Zenginlik içinde yaşayan Yemen, Irak ve Suriye'nin bu duruma geleceğini kim bilebilirdi? İç savaşlar bireysel ahlaksızlığı, bencilliği, toplumsal duyarsızlığı geliştirir. Bu durum Türkiye’de hat safhaya getirilmiştir. Türkiye'nin Suriye, Rojava işgali, cihadist terörle içiçe geçme çıkmazı, ekonomik krizi ve kitlesel şiddeti tarihinin hiçbir döneminde bu kadar yanyana gelmemişti.
Sendikalar, dernekler, cemaatler, okullar, ihaleler, şirketler, hukuk kurumları, yargı organları, ordu, hiçbir zaman bugün olduğu kadar gözü dönmüşçesine iktidarın temel örgütlenme alanı ve tek bir elde yönetilmemişti. Türkiye'de; üniversite hocaları, yazarlar öğretmenler, gazeteciler, muhtarlar, imamlar hiç bu kadar ajanlaştırılmamıştı. Üniversite, lise öğrencileri, memurlar işçiler, emekçiler hiçbir dönem toplumsal olaylara, hayat pahalılığına ve yaşanan ağır katliamlara karşı bu denli hiçleştirilmemişti.
Siyaset akılla yapılır, sadece kanlı bedenlere, şehit ticaretine kilitlenmişse, egosantrik bir hal almışsa vaziyet görünenden de vahimdir. Eğer Türkler mecliste, sokakta Kürd linçlerine sessizliğini sürdürürse, onlar vurulsun bizde yaşayalım ahlaksızlığı devam ederse, iş kopma noktasına dayanır. Türklerin Kürd katliamlarına karşı ''bana ne'' tavrı ve egemenlerine karşı üç maymunu oynamaları gerçekten ürkütücüdür. Çoğulculuğu tekleştiren, ırkçılığı yaygınlaştıran, savaş politikasını sürekleştiren totaliter rejimin alternatifi, türlü yöntemlerle karşı koymaktır. Kürd ulusun bağımsızlık mücadlesi ile dayanışmaktır. Demokrasi mücadelesi, toplumsal sokak muhalefetin örgütlenmesidir.
Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi, herbir parçada ulusal iradesini, pekiştirmeme zaafı, Türk devleti için tarifsiz bir cesaret ve saldırganlık haline gelmiş. Hata bu daimi saldırganlık Ankara hükümetini bir öldürme makinesine çevirmiştir. O nedenle Kürdlerin doğru yönetilmeme zaafını fırsat bilen Türkiye devleti, bütün savaşlarını savunmasız Kürd halkına karşı bir ''zafer'' havasında propaganda etmesi kaçınılmaz olmuştur. Kürd siyaseti çıkış yapmalı, ezber bozmalı, bu kırılmaya çözüm üretmelidir. Kürdlerin bağımsızlık mücadelesi jenerasyondan jenerasyona nöbetleşerek sürdürülen, gözyaşı ile devredilen, duygusal, köklü bir millet sosyolojisidir. Doğru yönetilmelidir.
AKP hükümeti, Kemalist cumhuriyetin 90 yıllık anti demokratik, inkârcı, çağdışı sistemin bir çocuğudur. Eğer Türkiye belirtildiği gibi 90 yıl laik cumhuriyet tarafından yönetilseydi islami gericiliğe direnirdi. Türkiye ekstremist İslam’ın merkezi, Ankara hükümeti cihatın sözcüsü olmazdı, uluslararası İslamist çetelerle birleşip Kürdlere dört cephede saldıramazdı. Dün cumhuriyet tarihinde yaşanan insanlık dışı katliamlara tavır almayanlar, bugün AKP diktatörlüğün katliamlarına sesiz kalarak yol veriyorlar.
Türklerin ırkçı eğitimden kaynaklı sorgulayıcı olmayan kafası, Mustafa Kemal’in, laik cumhuriyet adı altında başlattığı inkâr, imha politikası, Tayyip'in İslam cumhuriyeti ile devam ediyor. AKP hükümeti, Türk milliyetçiliğini iktidar hesapları için azdırdı, etnisite ve inançları birbirine düşmanlaştırdı. Dini totalitarizmi, siyasi İslamı devletleştirdi. Her nefes alışında Türkiye partisi olduğunu söyleyen HDP'i bile hazmedemediler. HDP üzerinden Kürdleri kürdlüklerinden arındırdılar. Yurtsever potansiyelini etkisizleştirdiler.
Kayyum sadece Kürdler için icat edildi. Selahattin Demirtaş, AİHM’ni kararına rağmen emsal teşkil eder korkusuyla serbest bırakılmıyor. ''Bizi bağlamaz'' diyor Tayyip Efendi. HDP'i, AKP ile CHP'nin iktidar rant yarışında birine yamamak, olmazsa linç ederek doğu şüpheleri haline getirmek bir devlet projesi gibi yürütülüyor. Aklı selim herkes kabul eder ki, cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir muhalefet partisi günümüzün CHP'si kadar halk kitlelerini manipüle ederek iktidarın korku imparatorluğuna malzeme olmamıştır.
Yıllardır dağlarda, şehirlerde Kürdler öldürülüyor. 50 milyon Türkiye toplumun yarısı bilerek bilmeyerek savaş yanlısı ise, diğer bir yarısı suskunluk içinde izliyor. Bu sessizlik devam ettikçe Tayyip'in Efrin, İdlip krizine kilitlenmiş savaşı durdurulmaz...! Hergün laiklik demagojisi yapan kaç Türk partisi, örgütü, savaşa karşı sokağa çıktı? Kaç üniversite, sendika, sivil toplum, dernek ve iman sahibi Müslüman Kürd katliamlarını protesto etti.? Türkler, hiçbir ulusal, inançsal statü hakkını kabul etmediği, periyodik katliamlarını izlemekle yetindiği Kürdler üzerinde mi, laikliğini kurtaracak? Kemalistlerin, cihatçı AKP hükümetin baskısından şikayetçi olması sevindirici, fakat inandırıcı değildir.
Sokak muhalefetinde Kürdleri öne süren, yalnız bırakan Türk solu CHP'ye çalışıyor. CHP'nin ''muhalefet'' tarzı AKP'nin iktidar malzemesidir. Türk bürokrasisi, koşullara göre biçim alan Kemalistler ile İslamcıların iktidar, muhalefet rantını toplumu uyuşturmak ve özellikle Kürd ulusal bağımsızlık mücadelesini tasfiye etmek için kullanıyor. Mustafa Kemal, Fransa'dan kopya ettiği ''laik'liği türk cumhuriyetin başına nasıl geçirdi ise, Recep Tayyip Erdoğan'da 90 yıl sonra aynı sessizlikte ırkçı cumhuriyeti din farkıyla retorik ediyor.
Tayyip Erdoğan, Mustafa Kemal'den neyim eksik dercesine ana okullardan üniversitelere ezberci din ideolojisi ve tek tip öğreti sistemini hiçbir karşı dirençle karşılaşmadan çuval gibi toplumun başına geçirmesi Türklere hiçmi bir şey anlatmıyor? Araplar, terör estiren yöneticilerine itiraz etseydi Kürdlerin bir asırdır yaşadığı cehennemi yaşamayacaktı. İç düşman olarak kabul edilen kürdlerin dört cephede vurulmasını bir film gibi izlerseniz ektiğinizi biçersiniz. O nedenle Türkiye toplumu, iktidar ve ''muhalefetin'' ortak çabasıyla kalabalık bir et yığını haline getirilmesine itiraz edilmelidir...
Türkiye cumhuriyet tarihi tahrifata dayalı, baştan sona yalan ve yalancı kahramanlar üzerinde kurgulanmış bir iç savaş tarifi olduğu belirtilmelidir. İttiraz ve sorgulanması yasak tarihlerin hainleri kahraman, gerçek kahramanlar ise hain diye anlatıldığı bilinmiyor mu? Mustafa Kemal, Yunanistan'a karşı kahramanlık madalyasıyla ödüllendirdiği Çerkez Ethem gibi komutanları bile iç ayaklanmaların bastırılmasında kullandıktan sonra hain damgasıyla Yunanistan'a sığınmak zorunda bırakmadı mı ? Kazım Karabekir ve benzer cumhuriyet yöneticilerin dörte üçünü hain, dış güçlerin ajanı olmakla cezalandırarak kimini kaçırtı, kimini imha etti, kimini ise susturmadı mı?
Eğer bu tarihi gerçekler Türklerin kalın kafalarına işlenseydi, Tayyip'te benzer yolu izlemeyecekti. Dolayısıyla Kürd katliamlarıyla toplumu susturmayı ve cihatçı çeteleri Ankara'da ağırlaması o kadar kolay olmayacaktı. TC. Cahillerini olduğu gibi okumuşlarını da ezberci tarih anlatımına öyle bir şartlandırmış ki, İslamcıları Osmanlı'ya, ''laikçileri'' Kemalist cumhuriyete yönlendirmekten zorlanmıyor. O nedenle ''laiklikten'' İslam’a geçişi, ''barıştan'' savaşa geçişi gibi akıl almaz bir sessizlik ve sorumsuzluk içinde izliyorlar.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.