Her insan, kendi yaşam eforu içinde sorunlar yumağıdır. Işi, düşündükleri, duyguları, sevgileri, eğitim ve öğrendikleri, hastalıkları, uğraşları, ulusal ve toplumsal sorunlarıyle çatışma halindedir. Bu çatışmalı hal, çoğunlukla insanı kalabalıklar ortasında, yanlız yaşattığı, hayatın gerçekliği değil mi?
Sorunlar, her insanın hayatını, duygularını ve uykularını parçalamış ve bir de bunları büyütükçe yaşamını kısaltmıyor mu?
Ama nadir de olsa, bu makus talihe teslim olmayanlar da vardır.
Stephen Hawking\'e, \"iki yıl yaşayabilirsin\" deyip, ölümü biçen doktoru, ondan önce ölmüştü. Çünkü o tekrara değil, beynin değişim gücüne inanmıştı.
Bu inanışla, çağın dehalığında başa oynamayı amaç edinip, ölümü değil, yenilikleri tasarımlamıştı.
Bunu hissettikçe de nadir de olsa bazı insanlar yaşama sarılıyor. Bu, hayat sevgisiyle yoğurularak, bireyi ayrıntıları düşünmeye itiyor. Gözlemlenen belirsizlikten çıkmak uzere genellikle insanlar, kendilerini ayrıntılarda boğmaya başlar. Bazı insanlar ise nadir de olsa, o ayrıntıları seçmeye vururur kendini. Bu yeni bir güç ile yeni buluşlara sürükleme azmi ve başarısından zirveye taşıyabilir o insanı... Tıpkı kanser ile mücadele etme ciddiyeti ile savaşmaya koyulmak gibi. Cemal Süreya, 1938\'de çocuk denecek yaşta, Dersim\'in Pülümür\'ünden, kara vagonlarla sürgüne sürüklenenlerin arasındadır. Genç yaşında karşılaştığı çaresizliği ile boğuşurken, 1943\'de okuduğu Dostoveyski ile tamamen huzursuzluga süklenmezseydi, o ironi, sevgi ve gizemli şairliği yakalamayabilirdi.. Yaşam savaşı, insanı inceltikçe, narin duygulara vesile olunduğunu, mideden düşünenler değil, beynin savaşı ile kazanılacağını kaç kişimiz bilincindeyiz. Çünkü beyin, an gelir ki, ilgilendiği şeyler ile bedenindeki amansız hastalığı unutarak, kaale almayarak, hayattı uzatan, bedeni ölmüş, beyni ile yaşamayı başaran, sadece yaşayan da değil, tarihe geçen bilim insanına örnekler de yaratır, tipki Stephen Hawking gibi. Acaba, poker masasında yerçekimi kanununun mucidi Isaac Newton\'u hangi travmatik çatışmalar ile bu buluşunu gerçekleştirmiş oldu? Insanlığın \"deli\" diye alay ettiği Albert Einstein, nasıl bir yaşam sürecinin ardında atomu parçalayarak, dinin tabularıni yerle yeksan ederek, insanları önyanılgılariyla başbaşa bırakarak, geleceğe iz bırakarak gitti? Ya Galile \"dünya yuvarlaktır\" dediği için asılmadan önce, neleri yıkarak geldi? Oysaki o, daha o karanlık delhizlerde nice olguları ışık tutabilirdi ki biz tüm insanlık için yaşaması gereken bir dahiyi orada giyotine vermediler mi? Peki bilimin ışığı olan onca insan, illahi bu kadar acıyı yaşamak zorunda mıydı? Kürtlerin acılar, enfaller, katliamlar, tabuular cihanindan, karanlığı yarıp, bilime uzanmanın yol hikayesini anlamak istiyorsanız, bu yıl Ingilterede \"dünyada yılın bilim insanı\" seçilen, matematik profesörü Koçer Birkar\'a sorun, Kürdistan\'ın Merivan\'ından Londra\'ya kaç Alan Kurdî\'nîn yaşadığı sonucun tehlikesini geçerek, bu çıtayı yakaladığının acı hikayesini bir anlatabilse! Şu anti-Kürt çemberi yarıp, altmış yıldır, \"Türk Tarih Tezi\"ni deşifre ederek, Ittihat ve Terakkî\'nin Kürt ulus gerçekliğini imha siyasetini deşifre eden İsmail Beşikci\'nin kılı kırk yararak, aydın onurunu bilim dünyasında nasıl koruduğunu, iliklerimizde hissederek bir çözebilsek!
O acılar yaşanmadan da güzel icatlar, keşifler, tezler, sözler yaratılamaz mıydı?
Hangi toplumsal acıların bilinci ile Lev Tolstoy, bir edebiyat devi olarak, duvarın dibine kendini yığarak terk etti yaşamı ve okurlarını? Sevgi, aşk, bilinç ve despotizmin acıları değil miydi ki o dev aristokrat çocuğunu insanlıktan alan?
Galiba, J. J. Rousseou\'nun dedigine gelecegiz. En büyük acı toplumsal sözleşmenin marazı hal kazanmasından gelir ki, kanserden beterdir. Hangi hastalıklı akıl, dev kitleleri Beyoğlun\'da 6-7 Eylül 1955\'de, işinde, gücünde, sanatında, üretiminde olan o toprağın insanlarına saldırtıp varlıklarını talan ettirdi?
Hakikaten, dünyada Yahuduleri, bilimde , sanatta, ticarette, siyasette, diplomaside, felsefede, matematikte, fizikte, teknolojide, iletisimde ve üretimde başat kılan şey ne idi? Ancak, bilimin, sevginin, aşkın gücü çileli kanser kadar insanı düşündürür, ama güzel şeyler de bırakan kişilerle, geleceği yakalayarak, o gerici toplumun yüzüne tükürürcesine çarpar, yıkar, geçer ve insanlığın ufkuna umut bırakarak gider. Beynin yaratıcılığı güçlüdür, her travmayı yenebilir... Insanların travmalarını, hastalıklarını, acılarını, beynin ufku ve açısı çözer. Ancak derin izler bırakarak! Yetet ki tutulan aklın açısını genisletmeyi, egolara boğmadan, düşürmeden açmayı bilelim....
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.