DEVŞİRMELER ve DEVLETSİZLER kitabı, uzun zaman üzerinde çalıştığım konuları içeriyor. Ancak oturup her konusunu bir kitap boyutunda yazmak için olanağım olmadı. Bu nedenle makaleler şeklinde sunmayı daha uygun gördüm.
25 yıl yayıncılık yaptım. Tabi yayıncılık faaliyetine başlamadan önce de çalışmalarım çoğunlukla kitaplarla geçti. Yoğun bir tartışma, okuma ve zaman zaman yazma denemelerim oldu. Ancak yazılarımı kitaplaştırma konusununu ihmal ettim. Tüm zaman ve çalışmalarımı kitaba vermiş olup, kendi görüş ve yazılarımı kitaplaştırmamış olmam, çevremde abesle karşılandı. Teşvik edilince de yazdığım makalelerin başlıcalarını edit ederek, gelitirerek ve yeni makale ve araştırmalarla takviye ederek, bu kitapta toplayıp düzenlemeye çalıştım. Zira kitaplaştırılamayan her yazı kaybolmaya mahkumdur.
Bu çalışmalarda, yazım ve yaşama dair bakışta, bazı hususları esas aldım. Zira yaşamı doğru algılamak için bu gerekli idi;
Yaşamın gerçekliğinden hareket etmek. Görmek. Dinlemek. Algılamak. Okumak. Kavramlaştırmak. Sorgulamak. Kuşkucu olmak. Değişikliğe açık olmak. Öğrendiğini tartışmaya açmak. Fikirlerini yeniden tanımlamak. Bilgiye dayalı olmayan fikirlere itibar etmemek. Bilimsel düşüncede samimi olmak. Etik davranmak. Hile katmamak. Eleştiriye açık olmak ve dikkate almak. Bilim yöntemini esas almak ve buna uygun davranmak. Kendini her adımda yeniden ve yeniden yenilemek. Sınamak. Özeleştiri ve empati ile içiçe yaşamak vb. metodları titizlikle dikkate alarak yazmaya çalıştım.
Yazdıklarım, her yazı ve görüş için geçerli olduğu üzere, tartışılmaya ve katkı sunulmaya muhtaç olduğunun bilinci ile yaklaşmak, önyargı ile reddetmemek ya da kabul etmemek, ancak bilim metoduyla tartışmaya açmak geliştirici olur. Buradaki yazıların ekseriyeti, resmi ideolojiyi, özelikle toplumun önyargısı haline gelen anlayışları eleştiren yazılardır. Bu aydın duruşunun, devrimci düşüncenin de gereğidir. Yazılan makaleler biraz da beni, düşüncelerimi, anılarımı yansıtıyor.
Elbette yaşamımın yaklaşık yarım asırı, soykırımcı sistemle hesaplaşarak geçti. Tabuları hedefledim, “Kürdler ve Kürdistan var” dediğim için, en yakın çevrem tarafından bile “deli” diye lanse edildiğim oldu. 45 yıl evvel, egemen sistemin söylemi ile bana; “anarşist”, “terörist” deyip, çocuklarını benden uzak tutmak için çırpınan yakınlarım, sonradan gelip; “Biz seni nasıl da yanlış anlamışız, beynimiz nasıl da dondurulmuş, kendimizden yabancılaştırılmamızın neticesinde, seni ve düşüncelerini abes, uzak, absürt, yabancı, zehir gördük. Ancak asıl biz, bizim seni tanımladığımız çerçevede kendimiz olduğumuzu anlayınca, senden ve kendimizden utanır olduk.” diyenlere çokça rastladım. Ben, Lev Tolstoy’un “Kendini değiştirmeden, dünyayı değiştirmek mümkün değil!” vecizesini örnek aldım!
Bırakalım insanları, ‘doğadaki canlılarla, hayvanlarla kendimizi özdeşleştirerek, onları sevmeksizin kendimizi sevemeyiz’ düşüncesinden hareketle, sevgi bağımızın yanlış, eksik, sahte ve samimi olamadığına inandım. Bu eleştiri ve davranışım, zaman zaman insan yerine konulmama, aşağılanma, itibarsızlaştırma, devletin şekillendirdiği bürokratik zihniyetin ilkel ve katı ruhsuzların, çürümüşlerin hedefi haline gelme ve onlarla mücadele etmek zorunda bırakıldım. İnsanlığa yabancı bu canavarlaşan hal, bazen en yakınımıza sokulmuş ve ruhumuzu söndürüp, bizi bizden çalmış bir hale getirildiğimiz aşikar değil mi?
Yakın Doğu halklarının tabii tutulduğu imha, sadece bir halkı hedef almıyor,Türk ve Müslüman olmayan tüm halkları hedef alan soykırımlardı. En ağır olanı da bu aleni soykırımların dünya tarafından görülmek istenmemesidir. Aydın ve demokrat olmak, yaşanan bu süreci, biraz da bu gerçeğin görülmesi ve gösterilmek istenmesinden kaynaklıdır. Yakın Doğu halklarının sistematik olarak soykırıma uğramasının ilk asrını geride bıraktığımız bu dönemde, daha yeni yeni Ermeni Soykırımı’nın bazı devletler tarafından yarım ağız da olsa kabul edilmesinin yanı sıra, diğer halkların İttihat ve Terakki Cemiyeti(İT-C) öncesi ve sonrası temsilcileri tarafından “Soykırım” olarak dillendirilmemesi, sorunun dünyada ciddiyetle ele alınmaması ve gereğinin yerine getirilmediğinin bilincinde olmak ve sorgulamak önemlidir.
Yaşananlar bir Kürd, Ermeni, Rum, Pontus vs. sorunu olmaktan ziyade, tüm halkların, ulusların ve dünya insanlığının sorunudur. Irkçılığa, şovenizme, soykırıma, sömürgeciliğe, diktatörlüğe vb. gayri insani sistem ve sistemlere tutum alma sorunudur. İnsanlıktan, insan haklarından, özgürlüklerden, demokrasi ve bağımsızlıktan yana olma sorunudur. İnsanlığın çürütülmesine, karşı tutum alma sorunudur.
Bilimsel çalışmalarda, sosyal bilimlerde kavramları doğru kullanmak, çarptırılan kavramları tartışmaya sunmak ve tartışmak elinizdeki kitapta çok önemli bir yer tutar.
Yakın Doğu’nun mazlumlarından söz ederken, sıklıkla karşılaştığımız olgulardan biri de ezilen cins olarak ‘Kadın Sorunu’nu tartışmadan geçmek doğru olamazdı. Elbette her toplumsal aidiyetin kendini tartışması en doğal olanıdır. Ancak bazı belirgin eksikliklerle karşılaşınca, konuya müdahil oldum ve görüşlerimi sunmaya çalıştım. Zira ezilenlerin sorunu, tüm insanlığın sorunu halini aldıkça çözüme ulaşılabilinir.
Kitapta yer yer anılardan hareket ettiğim de oldu. Çünkü anılar, insanı tarihin yanılgılarından alır, onu kendisi yapar. Yazılan anılar, meraklı okuru yeniden düşündürür, derinleştirir, değiştirir, tecrübeli kılar ve onu geleceğe taşır. Yaşananlar ve söylenenler, sözden çıkıp yazıya aktarıldığında, tüm unutulmuşlukların, suskunlukların, ikiyüzlülüklerin karşısında tanık olur, insanlığın kendisiyle yüzleşmesini sağlar. Anıların ve düşünülenlerin yazılması gerekir. Zira anılar geleceğe tecrübe ve bilgi katar. Yaşamı olgunlaştırdığı kadar, bilgiyi ve olayları ilişkilendirir, yaşamın doğru algılanmasını sağlar. Bu nedenle yer yer anılara da yer verdim.
Devşirmeler ve Devletsizler kitabını yayına hazırlarken, öncelikle yazıları tarih sırasına göre sıralamak istedim. Ancak gördüm ki, yakın konuların kitapta birbirinden uzak olmaları, konunun anlaşılmasını zorlaştırır ve okuru bıktırabilir düşüncesi ile makaleleri tarih sırasına göre değil, konularına göre sıralamayı daha uygun gördüm. Ayrıca bazı yakın makaleleri, birleştirerek işledim.
Makaleler, yazım ve redaksiyon düzeltmeleri dışında, yazıldıkları tarihteki gibi yayınlanmıştır. Bu açıdan bugünü değil, yazıldıkları tarih ve koşullar göz önünde bulundurularak değerlendirilirse yerinde olur. Bu makalelerin ne kadar gündemi yakalayıp yakalamadığını, ortaya koymada bir değerlendirme fırsatını da verir.
Kitaba isim verirken zorlandım. İlk olarak ‘Yakın Doğu’da Devşirmelerin Devleti ve Devletsiz Milletlerin Soykırımı’ olarak düşündüm. Ancak kitap ismi için uzun olacağını düşünerek; ‘Devşirmelerin Devleti ve Devletsiz Milletler’ olarak değiştirdim. Bu da içime sinmediğinden ‘Devşirmeler ve Devletsizler’ ismini seçmeye karar verdim. Kitabın içeriğine bakıldığında, bu başlığın tek tez olarak işlenmediği görülür. Konular çeşitlidir ve işlenirken daha çok şimdiye kadar eksik tartışılan ya da dokunulmayan hususların da tartışılmasının sağlanmasını amaçladım. Bu açıdan aynı ana başlık içerisinde, konudan konuya nüans farklarıyla geçişler yapacak şekilde işledim. Siz de taktir edersiniz ki, her ara başlık bir kitap olacak şekilde bile işlenebilinir. Yaptığım, cesaretli bir tartışma çercevesi sunmak ve hatırlatmakla sınırlıdır.
Korkudan, kendini korumak en esaslı savunmadır. Korku; insanı savunmasız, utanmaz, tutumsuz hallere sokar. İnsanın ruhunu çürütür ve köle durumuna düşürür. İnsanı umutsuz bırakır ve bitirir. Sonra insanlığa karşı her türlü kurnazlığı, kötülüğü yapmaya alıştırır, hileli yaşamı prensip edinen bir hale sokar. İşte devletten topluma sindirilen bu korku, toplumsal bir travmadır, içine düştüğü ruh hali biraz da bunun eseridir. Korkak ve korkuyu yayarak kendilerini korumaya çalışan sistemler, kendilerini ve toplumu çürütürler. Erişilmesi, değerlendirilmesi ve yorumlanması güç bir kısa zamana sığdırılan önemli olaylar birbirini izleyip seri gündem değişiklikleri yaşatılırken, aydınlar ve toplum onu yorumlayamaz ve kanıksar duruma düşürülmeye çalışılır. İnsanlar yaşananlara karşı tepkisizliğiyle, insanlığına karşı sorumsuz vaziyete düşürülerek çürütülür. Azınlık durumunda bırakılan ve kendini korumaya çalışan, toplumun erdemli dervişleri bu çürümüşlüğe, her koşulda karşı koymayı başardıkları oranda aydındırlar. Bu aydın dervişler, toplumun umudu haline geldikçe, toplum kendini yeniden toparlar ve korkuyu aşabilir. Toplum umutlarına sahip çıktıkça, korkuyu, çürümüşlüğü ve köleciliği geriletir, kendisine yakışan onurlu yaşamı, etik değerleri ve yaşayışı geleceğe devir eder. Korkusuz yaşam, özgür tartışma ile başlar. Düşünce ve tartışma özgürlüğü, akademik özgürlük ortamının zorunluluğu, bunun için vazgeçilmezdir.
Cesaret dolu yayıncılık, korkusuz özgürleşme çabalarının karşılık bulacağına eminim. Bunu yaşamak yüreğime heyecan ve huzur verir!
Yaşamımda, düşüncelerimi tartışma ve yazılarıyla besleyen Ali Rıza Koşar, Davut Kurun, Bahoz Şavata, İsmail Beşikci, Fuat Önen ve isimleri bu metne sığmayacak sayıdaki arkadaşlarıma, dostlarıma düşün katkılarından dolayı teşekkür etmezsem vefasızlık olur. Ayrıca Pêrî Yayınları’na düzeltme ve yayınlama hususunda gösterdikleri nazik çabalarından dolayı müteşekkirim.
Yaşamı, Yakın Doğu’da karanlığa gark edilen halklara, bu çalışma ile özgürleşmelerinde bir katkı sunmuşsam kendimi mutlu sayarım. Zira bu aydınlanma çabasının, insanlık tarihine mini bir mum olması ümidiyle.
Mutluyum ki; öğrenmek, bilmek ve gelişmek isteyenlerle başbaşayım!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.