MÖ. 2.500 yıllarında oluşan doğa dininden sonra, kendinden önceki dinin etkilerini taşımakla birlikte, semavi dinler doğa dini olmaktan ziyade siyasi birer aksiyon olarak ortaya çıktılar ve yaklaşık her biri 1500-1.600 yıl yaşadıktan sonra çözülme sürecine girdikleri görülüyor.
Bunlardan;
Yahudilik; MÖ. 1.600 yılarda oluştu, gelişti ve Miladı yıllarda çözüldü.
Hıristiyanlık; Milat ile ortaya çıktı, Roma imparatorluğunun yayılması ile genişledi. MS. 16. yüzyıldan sonra yaşanan Reform ve Rönesans hareketleri ile çözüldü.
İslamiyet; 7. yüzyılda ortaya çıktı. Dayandığı “Darul Harp” şiddet siyaseti ile Yakın Doğu ve Orta Doğu’da etkili oldu. 21. yüzyılda ise şiddete karşı oluşan reaksiyonlar ile çözülme sürecine girmiş ve krizleri yaşıyor.
Bu süreçte, insana dair din, felsefe, insanın evrimleşmesi, eğitim ve yaşama dair ana bilgileri yeniden hatırlamanın/hatırlatmanın değişim açısından yararlı olduğunu düşünmek isabetli olur!
Evrimleşen İnsan!
Antropoloji çalışmalarında, bugüne kadar insanlığın tarihsel oluşum ve dönüşümü başlıca aşağıdaki evrelerden geçerek geldiğini anlatır!..
1- Biyolojik düşünme ki bu her zaman vardır...
2- Sihirsel düşünme, 5 milyon yıldır vardır.
3- Mitolojik düşünme, 50 bin yıldır var.
4- Tanrısal düşünme, MÖ. 10 bin yıllarından beri var olunmuştur.
5- Felsefi düşünme, MÖ. Binli yıllarda ortaya çıkmıştır. Bu aşamaya kadar insanlık sistemli düşünmeyi yapamamıştır.
6- Dinsel düşünme ve dinin siyasete kullanılması, MS. 3-18 asırlar arasında yaşanmıştır.
7- Akılcı düşünmeye, 18. Yüzyıldan sonra geçmiştir.
8- Bilimsel Düşünme, 19 yüzyılda!
9- Akılcı ve bilimsel düşünme, 20 yüzyılda geçmiştir.
10- Lojik ve dijital düşünme daha yenidir.
Dünyaya Yayılan İnsan !
İnsanlığın yaratılış öyküsü, Afrika'da, Büyük Sahra'nın güneyinde başlandığına işaret edilir. Afrika'dan Asya'ya, sonra Avrupa'ya doğru yayılır.
Erectos süreci yaklaşık, bir milyon 700 bin yıl yavaş bir evrimleşme ile tamamlanır.
Taşı yontan, ateşi bulan Erectos sürecinden, Homo Sapiens/Akıllı insan dönemine geçiş yapar. Homo Erectos sürecindeki insan atasının kafası yassı, Homo Sapiens dönemindeki insanın kafası ise daha yuvarlak olduğu görülür. Bu durum, Erectos'a göre Sapiens'deki beyin yapısının daha büyük olduğu tespit olunur.
Antropologlar, her buldukları eski kafatasları üzerinde farklı sonuçlara vararak, düşüncelerini doğal olarak değiştirirler. Ancak insanlığın, bir önceki sapiensten evrimleştiğine dair, tarihin 160 bin yıl öncesine kadar vardığına eminler.
Bilim insanları, yeryüzündeki tek insan türünün Homo Sapiens olduğunda fikir birliği etmiş durumdadır. DNA üzerindeki yoğunlaşan bilimsel çalışmalar, ırkların varlığını külliyen sorgulamaktadır.
İnsanlık, farklı iklimlere, farklı coğrafyalara, farklı yeryüzü şekillerine yayıldıkça farklı biçimlerde evrimleşme hallerini yaşar. İnsanların renk, fiziki uzunluk, incelik, kalınlık, bodurluk, kemik yapıları vs. sahip olmaları, hatta farklı dil aileleri, etnisite ve dillere sahip olmaları yaşadıkları doğa koşullarının ve doğaya hüküm etmelerinin neticesinde şekillenmiştir.
Bu arada insanlar, dünyaya yayılıp doldururken, ilk etapta Afrika, Asya ve Avrupa'ya yayılmasını anlamak zor değil. Ancak, insanlığın Güneydoğu Asya'dan Avustralya'ya geçişleri daha da tartışma konusu olarak duruyor.
Daha sonra, insanlığın ayak basamadığı diğer iki kıta, Kuzey ve Güney Amerika'ya Portekiz ve İspanya'dan çıkan servet arayıcılar tarafından keşif edildiği söylense de, Amerika'ya geçen insanların ana çoğunluğu Avrupa'dan göç almış, İngilizce ve İspanyolca yaygın kullanılan dil olmasına rağmen, Amerika'ya ilk göçün nereden gerçekleştirildiği de tartışılmaktadır. Zira Asya kıtasının, Sibirya’nın kuzeydoğu burnu ile Amerika, 85 km. yakın! Buradan geçiş üzerinde de yoğun tartışmalar var.
“Adem’in ve Havva’nın Çocukları” senaryosunun da başka bir masal! Ama sadece büyük bir masal olduğu açığa çıkıyor…
Fikir ve Fikirlerin Oluşumu!
Önce aileden çevreden 0-6 yaş arasında alışkanlık ve karakter kazanılır, sonra ise giderek dışa açılır...
Tabi küçük yaşlarda da duyum önemli işlev görür. Duyum beş duyunun (duymak, koklamak, dokunmak, tatmak ve görmek) oluşturduğu somut veri toplanır. Bu veriler beynin loplarında değerlendirilerek, kortekslerde ayrışmaya ve bir laboratuvar misali tepkimeye tabii tutulur. Algı ve algılama işlemi harekete geçerek kavranma sürecine tabii tutulur. Algılama bazı alanlarda yoğunlaşır, yani dikkati cezp ve bir alana yoğunlaşarak düşüncenin oluşmasını sağlar.
Algılamak aynı zamanda anlama sürecidir. Bu sürede imgeler devreye girer. Yani kişinin kendiliğinden kattığı yorum ve olgu üzerinde kurduğu hayal ve mantık devreye girerek sonuçlar çıkarır...
Çıkarılan bu sonuç fikirdir.
Fikirler, eğitim ve sağlıklı/doğru betimlemelerle geliştirilebilir ya da dışarıdan zikir olunan fikirlerle saptırılarak yanlışa da yönlendirilebilir.
Bu süreçten sonra artık fikir oluşmuştur. Fikir oluştuktan sonra üzerinde mühendislikler oluşturulmaya başlanır.
Felsefe!
Felsefe, kavramlarla yeni bakış, yeni düşünme, yeni yaşam için sorgulamak, eleştirmek, sistematik, diyalektik düşünme ve özgürce sunmaktır.
Felsefe ile ilgilenmek, ortaya konulan düşünceleri öğrenmek ve olanlardan farklı, sistemli, tutarlı kavramlarla mantıklı bilgi sunmaktır.
Ezberci, dinci, tabucu ve diktatörlükle yönetilen toplum ve sistemlerde felsefe yapmak, felsefi düşünmek zor iştir.
Çocukların ergenlikten önce somut bilgiden çok, soyut şeylerle, resmi ideoloji, dini tabu ve sloganlarla beyinlerinin doldurulması, gelecekte soyut kavramlarla, doğru düşünüp değişimi sorgulamaları, yakalamalarını engeller ve zorlaştırır.
Diktatörce, dini ve tabu ile yönetilen sistemiler, felsefi düşünmeyi engeller. Musa’yı, İsa’yı, Muhammedi vs. kişileri, milletleri tabulaştırmak, “Türk’e Tapmak”, “Kemalizm’i ilahileştirmek”, “Bir Türk dünyaya bedel”, “Her şey Türklük için” diyerek kibirin pohpohlandığı, şovenizminin müfredat olduğu sistemler, felsefi düşünmeyi zorlaştırır.
Bu nedenle zihinlerde oluşturulan “karakolları yıkamadan”, felsefi düşünülemez. Dini ve diktatör sistemler, felsefi düşünmeyi öldürdüğü gibi, filozoflarla, entelektüellerle alay etmeyi teşvik eder. Mezopotamya, Anatolya ve Rumeli, felsefenin diyarı iken, çorağı oldu.
İlk Felsefeci Thales 'in Didim'den, Heredot'un İzmir'den, Hereklitosun egeden çıktığını kaç Müslüman, Türk, Arap, Fars öğrenci bilir. Resmi ideolojinin aracı olan eğitim, sorgulayıcı düşünmeyi engeller. Sorgulamayı engelleyen ve bunları gizlemekle meşgul olanların felsefeden söz etmeleri riyakarcadır! Sorgulayan değil, biat ettiren kültür önemli bir kast olarak zihinlere kazınmayı amaçlar ve esas alır.
Din ve Felsefe
Din, bütünsel ve somut bir bakış olmadığı için, felsefi bir düşünce değildir.
İspatlanması mümkün olmayan, deney ve gözleme dayanağı ve olasılığı bulunmayan, tamamen hayal üzerine kurulmuş inançsal düşüncelerin felsefe dahiline alınması ve değerlendirilmesi mümkün olamaz.
Felsefe olgulara dayanan bir bakıştır. Böyle olduğu için, "din felsefesi" kavramı afaki ve felsefenin ne olduğu bilinmeden kullanılmaktadır, doğru değildir.
Din güzellemeleri yapmak için, bilimsel kavramları bilmeden, tanımlamadan ve keyfince kullanmak literatürü anlamsız hale sokar ve sakat eder. Dini güzelleştiren sözler ile “İslam şiddete karşıdır!” ya da “Hıristiyanlık iyilikseverdir!” gibi propagandalara düşmek, felsefi düşünmeyi geriletmeye hizmet eder.
O halde, "felsefe ve felsefi bakış nedir?" sorusunu cevaplamak gerekir. Bütünsel bakış zorunluluğu olmayan metafizik düşüncede uydurma senaryolar, masallar vardır, felsefede ise yoktur...
Bilim, bilgi ve felsefe ile ilgileneceğine, din, masal ve uydurmalarla, olmayan cennete gitmek üzere vakit öldürür!
Din, sadece vakit öldürtmüyor, etrafını uyuşturup, sağlıklı düşünmesini de engellediği için gericidir...
Bilim, felsefe ve sanat birbirini besleyen, geliştiren, bilgi disiplini ile birbirini destekler ve tamamı yaratıcı zekaya dayanır.
Felsefe hakikati ararken, sanat güzeli arar. Siyasal din ise iktidarı kaste taşır ve korur.
Din, kendini “felsefenin içinde” sayarak, esasında felsefeyi basitleştirerek hizmetinde kullanmaya çalışır.
Felsefenin, dini kendi hizmetinde kullanmaya ihtiyacı yoktur.
Felsefe, dini sorgulayıp eleştirmekle ortaya çıkmıştır.
Din ve felsefe, varlığı anlamlandırmaya, insanı ve evreni açıklamaya çalışır.
Felsefe dinin denetimine girince, kendi bağımsızlığını ve özgünlüğünü kaybetmeye başlar.
Reform ve Rönesans ile aydın topluma evirilen insanlık, yeniden felsefeyi dinin etkisinden çıkararak geliştirmeye başlar. Artık din, felsefe için araştırılacak, sorgulanacak, tabuları deşifre edecek bir ünite olmaya başlanmıştır. Böyle değilse felsefe, felsefe olmaz.
Din ve felsefenin kullandığı kaynak ve yöntemler farklıdır.
Felsefe, bilgi kaynağı olarak, insan aklı, mantığı ve bilimi esas alır.
Dinin bilgi kaynağı ise Tanrı'dır. Bütün bilgi, vahiy yoluyla veya Tanrı’nın elçileri tarafından getirilen “kutsal” kitaplardır!
Felsefe; eleştirel, kuşkucu, akılcı ve sorgulayıcıdır. Dinde; anlamak ve bilmek yerine, iman ve inanmak vardır. Dinde bilgiler, inanç yoluyla mutlak değişmez ve gerçeklik olarak kabul edilir ve inanılır.
İman, bir şeyi anlamadan, bilmeden kabul etmektir.
Din, bilgisini gerekli akıl ve deney kanıtlar ile desteklemez, gerçekliliğini ispat etme zorunluluğunu duymaz.
Din, siyasette araçsallaştığında, bu minvalde ona inananlar felsefi düşünme yetisini kaybeder.
İnanç, bireyseldir. Bireyi aşarak toplum ve sistem sorunu haline getirilerek ele alındığında, o artık siyasetin aracı olur!
Siyasete bulaştırılmış din ve inanç, siyaseti de kirletir.
İran, Afganistan, Türkiye, Arabistan başta olmak üzere pek çok Arap vs. ülkelerdeki istikrarsızlığın başat bir nedeni de siyasal islamın özündeki şiddettir.
İran'da kadının saçı, Arabistan'da kadının çarşafı, Türkiye'de kadının başörtüsü, Afganistan'da kadının yaşamını şekillendirmek için dinin nasıl araçsallaştırıldığını aleni olarak izliyoruz...
İnanç, yaşam, giyim ve ibadet devletin, siyasetin sorunu değildir... Olursa, siyaset kendi alanı dışına taşır ve ilahileşir ki, Ali Şeriatı”nın deyimi ile bu, "Toplumu sürü, devleti 'Tanrı' ve inananları “eşekleştirmeyi hedefler" ki bu inanç ötesi idari bir yönetim amacı haline getirilir...
Artık bu ülke ve toplumlarda din, siyaseti dizeyin etmek için, kanlı kılıç olur.
Felsefe ise olguya, gerçeklik ve deney ile yaklaşır, bunlar üzerinden somutluk üzerinden, ürettiği kavramlar ile izahata dayanır.
Yanlış Eğitim Sistemi, Bilim İnsanını ve Filozoflar Yetiştirmeye Engeldir!
"Türkler’in, gerek antik dönemde ve gereksede günümüzde, neden filozof üretemedikleri üzerinde düşünülmelidir."
Çünkü, "Bilimle uğraşanlar bile bazı durumlarda felsefe, yani sistematik düşünme yapmayı bilememeleri ve kuram üretememeleri söz konusu olabilir... Eğitim ve öğretim sistemleri her kademede düşünür üretmeye yönelik değildir. Hatta tam tersi, mevcut düşünürlüğü bile öldürmeye yöneliktir.
Pedagojik olarak, ergenlik çağına kadar çocuklara somut, görülebilen şeyler üzerinde eğitim verilir. Soyut eğitime, yani felsefi eğitime ergenlikten sonra geçilir.
Ancak Türk eğitim sisteminde, kreşteki çocuklara bile propaganda içerikli sloganlar, resmi tarih, din dersi adı altında kuran ayetleri ezberletiliyor...
Bu müfredata tabii tutulan çocuklar, sorgulama, irdeleme ve gelecekte felsefi düşünme yeteneğini kaybediyor.
Türk eğitim sistemi, çocukların gelecekte bütünsel düşünsel davranma yeteneklerini kırıyor... Bu eğitim sisteminden geçen bireyin, filozof olması şans eseri bile değil, ancak mucizevi olabilir.
Bilim, laboratuvar ve kuram olmak üzere iki aşamada yapılır.
Laboratuvar aşamasını yapıp kuram yapmayan kişi, bilim insanı değil, laboranttır. “Laborantlığın bilim sayıldığı yerde, bilim üretilmez. Felsefi fikir ve bilimsel bilgi icadı yapamamanın nedeni, düşünme işlemiyle kuram üretmemesidir." (Felsefe Nasıl Yapılır? Prof. Dr. Niyazi Kahveci, Doğu Kitabevi, 2021 İstanbul, s.43)
Anlaşılan resmi ideolojinin, ezberci ve tabucu eğitimin yapıldığı sistemde laboratuvarcılar, deneyciler çıkabilir, ancak bu felsefe yapmanın F'sini bile çıkaramaz!
Türk eğitim sistemi, ittihatçı ideolojinin propagandası ile sınırlıdır. Merak uyandırıcı, araştırmacı, kuşkucu ve sorgulayıcı eğitime ve öğretime kapalıdır, açık değildir.
Yeni Düşünce!
Beşeri akıl; olgu, obje ve olayı bir düzene koyarak, ilişkileriyle düşünerek, sonuçlar çıkarmayı hedeflemektir.
Buna hazır olmak için ;
Öncelikle zihni düşünmeye hazırlamak gerekir. Bu hazırlık zorlu bir süreç ve çaba ile mümkündür.
Eflatun, "Gerçeği öğrenmek, uzun ve sarp yollardan geçmek ile mümkündür" der.
Bernard Shaw, "Yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa, bilin ki o yol sizi bir yere ulaştıramaz." der.
Kestirmecilik, kolaycılık, fikirlerin tekrarı olur, ancak yeniden üretimi olmaz. Fikirler, anlama ve adlandırma ile başlar. Görülenlerin içindeki gerçek varlığı keşif edip, ortaya çıkarmadan yeni düşünce üretilmez.
Düşünce üretmek için özgür birey olmak önemlidir. Bütün baskılara, etkilere rağmen özgür düşünmeyi bilmek ve ısrarla sürdürmeksizin yeni düşünceler tespit etmek güçtür.
Kişi, kendi zihnindeki düşünme engelini yıkmaksızın özgür düşünmesi mümkün değildir. Yani düşünmeye çalışan insan, "kafasındaki karakolları yıkmak" suretiyle özgür düşünebilir.
Kişinin kendini özgür kılması yetmiyor, aklını da özgür kılması gerekiyor.
Aklın özgürlüğü, onu sınırsız kullanmaktır.
Aklın özgürlüğünü alıkoyan, sınırlayan tüm engelleri, barikatları, zorlukları, iktidarları aşarak düşünmektir.
Edinilmesi gereken bir diğer şey ise, düşünce özgürlüğüne bağlı olarak, bilinç özgürlüğünü sağlamaktır.
İnsan bilinci, 0-6 yaş arasında, küçük yaşlarda oluşur. Özgür düşünce bu temel üzerine inşa olur.
Özgür düşünce, otoriteleri reddeder. Onun emir ve işleyişi, baskı ve şekillendirmesini kabul etmez.
Özgür düşünce, din, resmi ideoloji, aile ve çevre baskısından kendini bağımsız kıldıkça özgün düşünmeye hazırlayabilir ve düşünce üretmeye teşvik eden bir ortamı hazırlar.
Toplumun, çevrenin baskısından ve dışında kendini bağımsız kılarak düşünmek, toplumda yanlış yerleşen fikirleri hedef almak, ancak özgür düşünen insanların eleştirileri ile mümkündür. Yerleşik dini bağnazlığı, şovenizmi gerileterek, yeni düşünceler üretmek, kendini eğitmekle mümkündür.
Zihin İle Hafıza Farklı Şeylerdir!
Bilgisayarın remini yükselterek çok sayıda dosyayı hafızasına yerleştirebilirsiniz, ama bilgisayara zihin koyamazsınız.
Zihin akıcı ve düşünce üreten akıldır, hafıza ise depoya alınıp yerleştirilen bilgilerdir.
Ancak zihin, hafızadaki bilgileri kullanabilir. O halde zihin olmadan, bilgisayarda depolanmış bilgileri kullanmak mümkün değildir.
Zihin ile hafızanın aynı olduğunu ya da karıştıranlar var. Çoğunlukla zihin bir hafıza gibi kullanıldığı için, sadece ezberleri tekrarlamakla sınırlı olur. Bir USB gibi kullanılır ki, bu USB’ deki bir müzik parçasına tıklayıp, söyletmeye benzer!
“Zihnim çalışmıyor” demek yerine, "hafızam çalışmıyor" diyenler gibi.
Çünkü çalışan hafıza değil, zihindir! Zihinsel çalışmayan beyinler felsefe üretemez. Zihnin sağlıklı çalışması için hafıza önemli bir araçtır. Hafızayı kullanmak, okumak, beyni okumaya alıştırmaksızın zihnin sağlıklı ve sonuçlar çıkarması için çalışmasını aktife etmek güç olur.
Okumak
Okumayı, uzun irdeleme sonucu, önceden ve üretilen hazır fikirleri sadece almak, ezberlemek ve tekrarlamak için değil, düşünme işlemini yapmayı öğrenmek ve fikir üretebilmek amacı ve esasıyla okumak önemlidir. Bunun için zihne okuma formatını atma çalışmalarını yapmak önem kazanır. Bunun için;
Filozofların çalışma tarzını nasıl yaptıklarını merak ettik mi?
Misal, onların bir metnini ya da kitabını alarak on kez okumaya sabrınız var mı?
Bir kez değil, beynimizin sistemli ve sistematik düşünmesi için formatlamak üzere, metni 10(on) kez okumayı niçin ve nasıl kararlaştıralım?
1- İlk okumayı üstün körü okuyarak, metinle ilk kontak kurmaya başlayalım.
2- İkinci okumada, kelimeleri tanımlamaya bakalım. Bu kelimeler bize basit gelse de , metindeki tanımlama ve tarza göre anlamlarına yeniden bakalım.
3- Yabancı olduğumuz terminolojiyi yazarak, anlamlarını karşısına yazarak yeniden düşünelim.
4- Metindeki tüm kelimelerin anlamlarını bilmiş olarak, bir daha okuyalım.
5- Metnin içeriğini anlamak amacıyla okuyalım. Metni okurken düşünce yapmayalım. Metinden ayrıldıktan sonra düşünme yapılım... Çünkü, beyin aynı anda iki işlemi birlikte yapamıyor. Düşünürken de okuma yapmamamız gerekiyor.
6- Kitabın içeriğinin ne olduğunu anlamak için okuyalım.
7- Bize asıl lazım olan amaç için okuyalım. Bizim için lazım olan, amaç olan; "filozofların düşünmeyi nasıl yaptıklarını" öğrenmektir. Sadece bunun için okuyalım.
8- Beyin sistemli düşünmeyi aldıktan sonra, Metin yeniden okunarak, kendi eksik düşünüş tarzı ile mukayese ederek, artı ve eksilerini tespit etmek için okuyalım.
9- Artık beyin sistemli olgu, obje ve olayı bütünsel değerlendirmek suretiyle, sistematik düşünmeye formatlanmış olarak okuyabilir..
10- Artık sıra metni analitik yöntemle basitten karmaşığa, karmaşıktan basite okuyarak düşünmek ve bütünü yeniden kurarak okumak ve sonuçlar elde etmek için hazır olur...
Artık kritik edebilir ve üzerinde yaygınca tartışmaya geçebiliriz! Tartışmak, diyalektik düşünmeye başlamaktır.
Diyalektik,
Diyalektik: "Tartışmak" anlamına gelen ve Grekçe "diyalegestai" sözcüğünden türetilmiştir. Diyalektik düşünmek bir yöntemdir. Analitik(Çözümleyici) ve sentetik(birleştirici) işlemlerden oluşur. Çelişkiler ve zıtlıklar üzerinde yapılan düşüncedir. Mesela bilgisayar, diyalektik mantık üzerine kurulmuş ve geliştirilmiştir. Zıtlar, birliktelikler, değişim ve izlenmelerde diyalektik düşünme geliştirir.
Diyalektik düşünmenin ilk savunucusu; İzmir, Selçuk, Efesli Herakleitos (MÖ.540-480) idi.
Herakleitos;
“Her şey değişim halindedir.
Zıtlar yan yana ve birlikte yaşar. Bu düşünceler için de geçerlidir.
Sonuç başlangıç, başlangıç sonuç ise sonuçtur.
Her şey özdeş yani benzersizdir.” tespitlerini yapmıştır.
Din ve Thales!
'Görülmeyen, varlığı ispatlanmayan bir şeyi savunmak beyni buruşturur. Bir olguyu, düşünceyi sorgulamak ise beyni geliştirir.'
Antik dönem filozofları, mesela ilk felsefeci, yani felsefenin babası olarak bilinen Didimli Thales (MÖ. 6. yüzyıl), ilk felsefeye, çok tanrılılığa inanan Grek halkına, aristokratlarının her birinin, “Yeryüzündeki bir temsilcisi” olarak kendilerini göstermelerini eleştirerek, felsefi düşünmeyi ve felsefeyi ortaya çıkarır...
Diğer yanda ise halen bazı insanların daha 5 milyon önceki sihirlere inanarak yaşamaları, beyinlerini dini masallarla doldurmaları, buruşturmaları sonucu, mantıklarını uyuşturmuş ve hatta yitirmişlerdir...
Bir de "Dine karışma", "Din hassastır", "Din çarpar", "Dini eleştirirsen cehenneme gider, kor ateşte yanarsın", "Cehennemi boylarsın!", "Dinsizin katli vaciptir.", “İslam insanlığın güzellik dinidir”, “İslam barışçıl, demokrat, hoşgörü dinidir!” diyerek eleştiriye bariyer koyar, "Din çarpar" diye korku, tehdit, şiddet, tecavüz vs. yaygınlaştırmak suretiyle, bariyer koyarak, insanların dini sorgulamaya yönelmeleri engellenir.
Din, Bilim ve Felsefe
Din, tanrının buyruğu olarak bilinir, inanmak ve inanılanı savunarak yaşamı esas alır...
Bilim ve felsefe ise, kuşkulanmak, merak etmek, eleştirmek ve sorgulayarak yaşamı ve gelişmeyi esas alır.
Dinin kuralları, Tanrıdan gelindiğine inanılır ve tereddütsüz uyulur.
Felsefi düşünmenin kuralları;
- Sistemli düşünme
- Sistematik düşünme metotları,
- Sistemli düşünme çeşitleri,
- Analitik düşünme,
- Eleştirel düşünme,
- Diyalektik düşünme
- Öğrenerek gelişme gibi çabaların sürekliliğini bilerek, yaşamı sürdürmektir.
Din, yardana inanır.
Bilim ve felsefe: Öğrenme, öğretme ve üretmenin sınırsızlığını bilerek, bu prensipleri uygulayarak yaratıcı bir şekilde yaşar!
Din; tabu, basit, sıradan, teslimiyetçi, haybeden ve uyuşturucudur.
Bilim ve felsefe; düşünmeyi, değişmeyi, üretmeyi, araştırmayı, keşif etmeyi, sorgulamayı, sürekli işleyen merak etmeyi, daha iyisinin olabileceğini bilerek ilerlemeyi hedefleyen hareketli yaşamdır.
Din, tartışmasız kabul eder...
Bilim ve felsefe, "acaba" ile tartışmayı, denemeyi ve sınamayı esas alır.
Din, yalvarış ve yakarış ile ölüm sonrasındaki yaşamın güzelliğine endekslidir.
Bilim ve felsefe, yaşarken ki güzelliği esas alır.
Din, Allah korkusu, kültü ve kültürü ile yaşar.
Bilim ve felsefede, insan ilişkilerindeki kural ve etik ile yaşar.
Bilim tamamen deney ve gözlem ile sınırlı iken, felsefe geleceği düşünme, kavramlarla olasılıklar üzerinde soyut kavramlar oluşturarak, sistemli mantık yürütme ve düşünmeye açıktır.
Bazı Mantıksal Safsatalar
1- Aceleci Genellemeler: Düşünce ve yaşamda acele ile planlanan ve sonuçta varılanın aksi olunması halidir. “Haftada bir ev inşa ederim!”, “Otuz günde, otuz kitap okurum!” vb.
2- Sınırsız Genellemeler: İstisnaları göz ardı ederek yapılan akıl yürütmeleridir. "Asla!", "Hiç bir zaman!", "Her zaman!", "Bütün!", "Daima" vb. kelimelerin kullanılmasıdır. “Bütün Kürtler kumraldır!”. “Sen geldiğinde hep yağmur yağıyor.", "Her Türk süper zekidir!", “Kürt ise PKK’lıdır!” vs.
3- Otoriteye Baş Vurma: İddianın doğru olduğu sonucunu, otoriteyi kullanarak varma. “Bak başbakan da böyle düşünüyor!”, "Kürtler, Türk’tür" kabul etmeyen cezalandırılır! gibi.
4- Soru Safsatası: Soruya "Evet" ya da "Hayır" şeklinde, kısa cevap verdirecek duruma zorlamak! Açıklayıcı davranmaya engel olmak!
5- Karalama, Kişiliğe Saldırı: Düşünce ve kurumu değil, direk kişiye saldırarak, kişiyi hedef alarak, tez ile alakası olmadan, kişinin şahsını hedef alarak, haklı ve doğru yanlarını gizleme... Ya da sistemi korumak için, kişiyi suçlama… “Dersim Tertelesini Mustafa Kemal ve TC değil, Celal Bayar ile Fevzi Çakmak yaptı!” ya da “Nuri Dersimi, Dersim Tertelesini planladı ve kaçtı!” vb.
6- Duygulara Hitap Ederek: İddiasını kabul ettirmek için, duygu istismarıdır. “Senin baban çok iyi bir insan idi. Asla Senin gibi düşünmezdi...”, “Senin böyle düşündüğünü öğrenen sevgilin, senden vazgeçer. Lütfen böyle düşünme!” vb.
7- Hakikate Zıt Faraziye: Geçmişte olan bir olayı, mutlaka yeniden olacak ve aynı sonuca vardıracak diye göstererek, yanıltmaya baş vurmak. “Kürtler devlete biat etmez, İslam’ın prensiplerini yaşamazsa, Ermeniler gibi üç ay içerisinde sonları getirilir. Der El Zora değil, Somali’ye bile gönderir ve hatta tamamını yollarda telef ederler.” vb. söylemler.
8- Yanlış Kıyas: Bir birine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyastır. Bu aynı zamanda özdeyiş prensibi ile çelişkilidir. “Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler birbiri gibidir. Kürtler de onlardan farksızdır.”, “Yok canım, Kürtler Türk’tür, Zazalar asil Türk’tür!” vb.
9- Bilinmeyene baş vurmak: “Yanlışımı göster, gösteremiyorsan haklıyım!” demek gibi.
10- Toplum Genelini Referans Gösterme: “Sadece ben değil, dünya alem dünyanın düz olduğunu söylüyor ve Galilei'nin yanlış olduğunu biliyor. İncil'de bile dünyanın düz olduğu yazılıdır. ‘Dünya Yuvarlaktır.’ diyen yalan söyler!” gibi.
11- Geçmiş Yanlışları Olumlama ve Vazgeçmeme: "Babam da böyle demişti, yanlış olması mümkün olamaz!" diyerek, yüzleşmeyi ve geçmişe yeniden bakmayı ve sorgulamayı engelleyerek, kendini dayatmak.
12- Zorunlu Değil, Zorlama Sonuç Elde Etme: Olgu, obje ve olay dikkate alınmaksızın, elde edilecek doğru sonuca göre değil, elde edilmek istenen sonuca göre düşünmeyi kabule zorlamaktır... "Zafer bizimdir, zira Allah büyüktür!" Ne alaka?
Bu mantıksız safsatalara sıklıkla karşılaştığımız durumlardır...
Özdeşsiz ve İnkarcı iddia!!
Mantıklı düşünme, yani akıl yürütme prensipleri açısından, özdeşlik, yani olguyu olduğu gibi kabul etmek ve tanımlamak zorunludur. Felsefede, özdeşlik ilkesi olmazsa, sağlıklı birey ve toplum aklıyla oynamak, alay etmek ve hatta tecavüz etmek olur.
Türk olmayanı "Türk" olarak tanımlamak. Kürt dilini, "dil değildir", hatta "Kürtçe, dağ Türkçesidir. Kürtler, dağ Türklerdir." tespitleriyle, mantıktaki özdeşlik yani (Misal: Kürt, Laz vs.) kimliksel varlığını, özdeşlik prensibini ihlal ederek, bile bile şoven hislerle mantıksızlığa sapmış olunur. Ayni özdeşlik durumu, Kürt olana, "Kürtlükle alakası yok!" hatta Arap olana, durup dururken "Senin Kürtlükle, Lazlıkla alakan olamaz!" gibi spekülatif sözler savurmak gibi. Bu sapma, felsefi yani bütünsel olan "Üç O" olarak bilinen "Olgu", "Obje", "Olay" şeklinde düşünmeyi yaralar.
Zira özdeşlik ilkesi, bir şeyin kendisi olması ve başkasıyla aynı şey, yani benzer olmamasıdır. Benzer olmadıklarına dair gözle görülür bir realite var, ancak bu realiteye rağmen, ikna edici, mantıklı bir sebep olmamasına rağmen, inatla bu çelişiği ve gerçek olmayan durumun eğitim alanlarından sokağa, medyadan resmi kurumlara kadar mütemadiyen tekrarlanması, geçerlilik durumu yani meşruiyeti olmamasına rağmen, mantıklı düşünme kurallarını da tamamen ortadan kaldırarak işliyor.
Özdeşlik, çelişmezlik, yeter sebep, üçüncü olasılığın ve halin imkansızlığı, tutarlılık, gerçeklik ve geçerlilik gibi mantık ilkeleri dışında düşünme ve düşünmenin ötesinde, devlet ideolojisi, yani resmi ideoloji olarak bir kabus gibi topluma şiddetle giydirmeleri, toplumun her kesimini ağır bir cendereye sokmuş ve sürdürmüş olması ile mantıksal düşünüşün zayıflığının ötesinde, tamamen dışında hareketi, hatta hakareti mevcut...
Bu durum pratikte, herkesi "Türk" kalıbına sokma, Türk olmayanların yanı sıra, gerçekte Türk olanları da ağır bir mantıksızlık içinde bırakarak, bütünsel düşünmelerini yaralayarak, yalan, riyakar, ırkçı, şoven, faşist siyaseti tetikleyerek, çürüyen toplumsal ve kimliksel varlık kavgasını zorluyor.
Bu mantıksız iddia, yaşamı çekilmez bir devlet-toplum, devlet-kimlikler savaşı üzerinden, muktedir ve ezilenin sürgit halde didişmesini getirerek, yaşamı zehirliyor. Bunun jenosidal siyaset ile sürdürülmesi, tarifi ağır insanlık suçlarına, sonuçlarına tekabül ediyor.
Eşekleştirme;
Yabancılaşmış, kendine ait yerel ve evrensel bilinçten kaçışı hangi etki ile olursa olsun gerçekleşmiş birey ve toplumlar, Ali Şeraiti’nin deyimi ile "Eşekleştirilmişlerdir."
Aydın, bilinçli ve kendi toplumunun özgürlüğünü sağlamak için mücadele etmiyorsa, "Eşekleştirilmiş" olmasındandır.
Bilge İnsan!
Bilgelik, dinleyen, eleştiren, öğrenen, merak eden, sınayan, sorgulayan, geniş düşünen ve düşünce üretmeyi uğraş edinen insandır.
Bilge insan, köle ve kölecilik ilişkilerini aşan ve reddeden, özgür düşünen, demokrasiyi sindiren, kibiri ve kini yenen insandır.
Bilge insan, yerel ile evrenseli birlikte analiz ederek, yabancılaşmayı reddeden insandır.
Bilge insan, asimilasyonu, sömürgeciliği, soykırımı reddeden, özgürlük, demokrasi, bağımsızlık ve dünyayı, evreni, doğayı sevmenin bilgiyi geliştirmek için de gerekli olduğunu bilen insandır.
Bilge insan, ırkçılığı, faşizmi, şovenizmi, diktatörlüğü, işgalciliği vs. reddeden, düşünce, eğitim ve yaşam hakkını ve özgürlüğünü savunan insandır.
Bilge insan, önyargıları yenen, yenilikçi ve eleştiri kültürünü edinerek, kusurlardan çıkmayı bilen insandır.
Bilge insan, konuşmaktan çok dinlemeyi, kavramayı ve yazmayı bilen insandır.
Bilge insan, düşün dünyasındaki karanlığa, fikirleriyle tabusuzca ışık tutan insandır.
Bilge insan, kitapseverdir. Okumadan, dinlemeden, sorgulayıp araştırmadan, bilgi sahibi olunamayacağını ve kendini aşamayacağının bilincindedir!
Bilge insan, zor karşısında, bilgiyi savunan insandır...
Bilge insan, bilginin araçlarını ve bilge insanı savunan insandır.
Bilge insan, doğruya, doğru bilgiye tutkun derviştir!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.