“Erkek gibi kadın” derler, kadını yücelttiklerini sanırlar.
“Karı gibi erkek” derler, erkeği aşağıladıklarını sanırlar.
Ancak bu ve buna benzer sözler, öncelikle kadını vurur. Kadını aşağılar, hem de yedi arş yerin dibine sokarcasına, silikleştiren, çirkinleştiren, hakaret ve sınırsız inciten sözlerdir.
Bu kavramları yaşamımızda kritik etiğimizde, zihnimizin ne kadar kirlendiğini, egemeni, muktediri, kibiri nasıl meşru gördüğümüzü anlar, utanırız! Bahar gelmişken, bahar temizliği gibi, zihnimizi kirden paklarsak kendimizi ödüllendirir, hayata anlam katar, eşitlik ve etik değerler ve özgürlük kavramını daha içerikli, anlamlı kılarız!
“Erkekleşen kadın!” diyerek kadını onure etmedikleri, aşağıladıkları açıktır. Erkeğin kendisi ile yüzleşmesi, erkek kimliğini özgürleştirmesi, baskı ve baskın kimlik olmaktan çıkarmasıyla mümkündür. Erkeğin, kadınla kendini mukayese etmesi, anlaması, hissetmesi ve eşit kılmak için mücadele etmesi ile özgürleşebilir. Bu emsal; egemen millet, egemen sınıf ve egemen ülkelerin kendilerini özgürleştirmesi için, köle ve köleci ilişkilerden, baskın olmaktan vazgeçmesi, vazgeçirilmesi, sönümlenmesi, arınması ve eşit olması ile mümkündür. Kadın, kendini yaşayarak özgürleştirmesi ile kendisini ve erkeği özgürleştirebilir.
Eşit olmayan her ilişki, her yaşayış huzursuzluk, kavga ve mutsuzluk vesilesidir. Türkün kendisi ile yüzleşmesi, sömürgeci, soykırımcı siyaset üzerinden yarattığı Türkiye Devleti, Türk milleti ve tarihini doğru algılaması ile mutlu olması mümkündür. Türk’ün, Kürd’ü, Ermeni’yi, Rum’u, Süryani’yi hissetmesi ve Türklük adına, ona yapılanların insanlık suçu olduğunu bilmesi ve kendi aidiyetini diğerleri ile eşit kılmasını sağlamadığı müddetçe özgür olamaz. Türk’e değil, Kürd’ün kendisine benzemesi, özgürce kendini ifade etmesi, yaşaması, yönetmesi ile özgür olabilir. Kadının kendisi olması, özgürleşmesi, erkeğin zincirlerinden kopmasıdır. Erkeğin kendisi olması, kadının özgür olması, erkeğin özgürleşmesidir. Ezilen ulusun özgürleşmesi, ezen ulusun zincirlerinden kopması, özgürleşmesi ve onurlu olmasını sağlar. Avrupa; Asya, Afrika vs. karşısında kibrini yenmesi ile insanlığını içselleştirip, eşitliği tatbik ederse özgürleşir. Gerçek eşitlik olmazsa, barış değil, kavga ve savaş olur. Ezilip bükülerek, şuna buna benzeyerek, özgür olunmaz. Herkes kendini özgürce yaşarsa, özgürlük, bağımsızlık, mutluluk, huzur ve barış olur...
***
Egemeni, erkeği kutsayarak, idol hale getirerek, erkeksi davranışları gösterilerek feminist tutum ve düşünce geliştirilemez. “Erkeği öldürmek” ise hiç çözüm değildir. Çözüm; kimlikleri yok etmek ile değil, eşitlik üzerinden problemleri kişilikli-onurlu kılacak tarzda ele alma becerikliliğini, hünerini göstermektir. Özgür yaşama kavuşturma mücadelesinin geliştirilmesi esastır. Bunun için düşünce ve duruş göstererek, kamuoyunu kazanmak ve seferber etme becerisini sergilemektir. Yakın Doğu’da, Orta Doğu’da, feminist kadınlar ve hareketler, erkek liderleri, erkek egemen sistemini, ideolojiyi henüz bütünlüklü, eleştirecek bilgi ve analize tabii tutacak derinlikli, etkili eserler oluşturacak güçte olamadılar. Kadınların, zaman zaman erkek egemen ideolojiye tepki koymaları haklı, ancak bu tepkilerin, bilinç ya da aydınlanma neticesinde olduğu kanaatinde değilim. Çoğu tepkisel ve bir pratiğin harekete geçirdiği, kendiliğindenci hareketlerdir. Böyle olduğu için yanıp sönen bir tepkimenin ötesine geçemiyor.
Demokrat ve özgürlükten yana erkeklerin, zaman zaman feminen hareketleri eleştirmesi ya da analize katılmalarına, kendilerini feminist değerlendiren kadınların; “Sen/siz erkeksiniz, bu tartışmalara katılmanız ‘erkeğin elinin sopasıyla kadının mücadelesine karışmasıdır.” şeklinde tanımlamaları, kalem ile sopayı ayırt etmeme körlüğüne kadar düştükleri görülür. Oysaki kadınların özgürleşmesi, erkeğin de daha onurlu ve özgür yaşamasını getirecektir. Kadın insanlığın iki cinsinden biridir. İnsanlığın özgürleşmesi ve gelişmesinin yarısıdır. Kadın doğuştan fiziki olarak erkekten daha zayıf ama daha zarif ve naziktir. Bu durum, kadının erkekten daha egemen ya da daha altta olmasını gerektirmez. Çünkü dünyada beliren her insan, insanlık aleminin bir ferdi, üyesidir. Her insan alt kimlikleriyle insanlığa ait olan haklarını, eşit yaşamak hakkına sahip olur. Bu hakkı bir cinsin diğeri aleyhine, hatta diğer bir aidiyetin kendi lehine kullanmaya kalkışması, insanlığa ait eşitliği etiksizce ihlal etmesi anlamına gelir. Burada erkek ya da kadın bakışında, iki ince yalakalığı dillendirmek gerek.
Erkeğin; kadını överek ya da gözüne girerek, kadını kullanma, duygu ve fikirlerini yanıltma kurnazlığı, kadını basit ve kullanmaya, yalakaca davranıp, aslında kadını yanıltmayı hedefleyen düşüncesi, eşitliği ve özgürlüğü değil, “överek gözüne girme, yanıltma ve faydalanma” taktiği de çok geri ve tehlikeli bir erkek kurnazlığıdır. Bu davranış bir aydın ve özgür insanın tavrı değil, kadının gözüne girmek, duygularını okşamak ve yanıltmak için “övmek” eşitlik ve özgürlüğü geliştirme amaçlı olmayan bir tutumu esas almaktadır. Bu durumdaki erkeklerin, er ya da geç anlaşılacağı muhakkaktır. Ancak yarattığı güvensizlik, samimiyetsizlik anlaşıldıktan sonra da kadının yaşamında bir travma olarak devam eder.
Kadınların, erkeklere yaklaşımında biat edici davranışları vardır. Erkeğin zafiyetleri karşısında kadınlığını kullanmaya kalkışması, faydacı yaklaşımı, kendini zayıf ve bakıma muhtaç olarak göstermesi, kendini ezik gören, takıntıdan kurtulamayan marazi davranışlarının da önemli bir zaaf olduğu gözden kaçırılmaması gerekir. Türkiye’de ve Kürdistan’da, birkaç istisna dışında; “çağdaşız”, “feministiz!”, “moderniz!” diyen kadınların, zihnimizi açacak sağlıklı bir Kemalizm eleştirisine, erkek egemen ideolojinin beslendiği muhafazakâr, dini ve gelenekleri karşısına alıp eleştirebilecek bilgi ve aydınlanma gücüne de eriştiğine rastlayamadık.
Arap ülkelerinde, ciddi bir İslamiyet, Muhammed, Ali eleştirisini ne gördük, ne duyduk. Ancak enine ve derinliğine bir biat kültürünün yerleşip, genel geçer bir durum olarak kadının dünyasını kararttığını, bu genel geçer duruma karşı ciddi eleştiri ve kendiliğindenliği aşan, bilinçli karşı koymaların yaşanmadığını görmekteyiz. Feminist kadınlardan, BAAS’çı Saddam, Esad, Kaddafi, Arap emaret ve emirlerine, İran İslam Cumhuriyeti’ne vb. ciddi analizler, eleştiri olmamıştır, etkinliklerle teşhiri yaygın yapılmamıştır.
Bu arada, Margaret Thatcher ile Tansu Çiller’in başbakanlıkları dönemlerinde, kadın görünümü altında, fazlasıyla erkeksi davranış ve icraatlarıyla, adeta kadınlara olduğu kadar, insanlığa eziyet olduklarını biliriz. Kürdistan’da sömürgeci sistemlerin en baskıcı erkek ideolojiyi tatbik ettiklerini yine en iyi Kürd halkı bilir. Doğan Güreş, Mehmet Ağar ve Tansu Çiller dönemi bir karabasan dönemi idi. Bunu yaparken de kadınlığını, anneliğini de dillendirmekten uzak durmadı. Tüm dinlerde kadınlara ayrılan yer, biat eden bir toplumsal cins olarak zihinlere yerleştirilmiş ve yaşama uyarlanmıştır. Bunu düzeltmek için, özellikle erkekler tarafından ya da erkeksi bir “babacan” tavırla; “Kadın haklarının mücadelesini ben vereceğim!” diye ortaya atılan ve yapılan yapmacık davranışlar da marazidir. Kadını beklentiye alan, ama egemen ideolojiyi sürdüren bir taktik söylem olduğunu bilmemek zor olmazsa gerek!
Toplumsal ilişkilerde, devrimci dönüşüm, egemen olanın kendisiyle yüzleşmesi, egemene karşı ezilenin yanında eşitliği, özgürlüğü savunanın yanında saf tutması ile mümkündür. Etik olan, insani olan da bu davranıştır. Burada, “erkeği öldürmek” davranışının hastalıklı olduğu kadar, kadını biat etmeye zorlayan anlayışın karşısında sert tutum almamak, teşhir etmemek de o kadar yanlıştır. Kadının, feminist düşünce ile erkek egemen düşünceye karşı koyması, ezilen milletin kendini gerçekleştirmek üzere, ezen ulus şovenizmine karşı savaşı, bakış olarak, felsefe olarak örtüşmektedir. Durum bu olunca, insanlığın mücadelesi eşitlik ve özgürlük için, egemen ulusun şovenizmine, egemen cinsin anlayışına, egemen ülkelerin kibrine, dini gericiliğin muhafazakâr ve değişmeyen tutuculuğuyla hep egemeni kayıran felsefesine, üreten mazlum sınıfların ezilmesine vb. karşı mücadele elzemdir. Bunlardan birini ihmal etmek mücadelenin bütünlüğünü ve özgürlüğe yürüyüşü sakatlar.
Aynı şekilde, şu an Kürd dünyası içinde sıklıkla kulağımıza seslendirilen ve “Devrimimiz kadın devrimidir!” demelerine rağmen, kadınlar, Abdullah Öcalan’a asla bir eleştiri sunabilmiş değildir. A. Öcalan, başından geçen evliliği; “Düşmanın mahremine girerek işi kotardım, Kesire Yıldırım’ı, beni takip etmek için kullandıklarını, ama ben üstesinden çok zor olsa da gelebildim…” diyerek açıklıyordu.
Ama bu, lider kültüne takılarak irdelenmez ve hiç tartışılmaz olmuştur. Kadınlar, burada liderin yarattığı biat içerisinde kalarak, durumu irdelemez, sessiz, suskun kabul eder görünüp, geçiştirdiler. Abdullah Öcalan’ın, Mustafa Kemal’i öven sözlerine de bir eleştiri sunamadılar! Mustafa Kemal’ın eşi Latife Hanım, 1975’e kadar yaşadı. Ancak Mustafa Kemal hakkında olumlu, olumsuz bir eleştiri ya da kritik yapmadı ve sırlarıyla toprağa verildi. M. Kemal’in kendisinden neden ayrıldığını da yazamadı, açıklayamadı, biyografisi bile yazılamadı, dört-beşinci ağızdan ve mübalağalı şekilde yazılanların da esasta uyduruk ve yalakaca olduğu şüphesizdir.
Oysaki reform ve Rönesans’ı yaşamamış Orta Doğu, Yakın Doğu coğrafyasında, yaygın olan biat kültürü, kadının iradesini kırmış, iradesi elinden alınmış, eleştiri özgürlüğü yok sayılmış, toplumun karşısında özgür davrananları, liderden topluma nerede ise tümünün algısında, bilinçaltında, kadını “cinsel obje” gören yaygın zihniyete karşı, ciddi bir duruşun sergilenmediği görülmüştür. “Kadının Adı Yok!” diyen Duygu Asena, Mustafa Kemal’in yaveri Ali Şevki Öndersav‘ın torunu idi. Bu vesile ile Mustafa Kemal’in kadınlara dair fikriyatını, yaklaşımını yakından bilmesi muhtemel iken, açmaması, eleştirmemesi dikkat çekicidir. Mesela Latife Hanım‘ın, Mustafa Kemal‘in cenazesine katılmaması, ölümünün sonuna kadar konuşmaması, yeniden evlenmeyip içine kapanması, adeta yaşamını ev hapsinde yaşar olması, sıkı takibe alınması vb. açıklayabilirdi. Latife Hanım’ın küskünlüğü-kırgınlığı, miras konusundaki sorunlar, “evrak”ın akıbetini vb. kadın duruşu ve farklı bir göz ile inceleyip açıklayabilirken, yapmadı.
Maalesef, tüm olanlar, yaşananlar giz olarak kaldı, kapandı. Erkek egemen toplumunu eleştirmenin yolu, liderlerin erkek ve erkeksi dünyalarında kadını yok sayan zihniyetini görmek, açığa çıkarmak ile işe koyulmaları, kendilerini erkek ile eşit kılacak en yerinde bir tutum olacaktır. Erkeksi iktidarın icraatını esas almayan hiç bir eleştiri, hedefine yönelik bir adım atamamıştır!
PKK geleneğinde de kadının, Abdullah Öcalan’ı eleştirme kudreti elinden alınmıştır. Bu durum çok bariz değil midir? Kürdlerde kadının politik sahaya girmesi, geçmiş Kürd otokton gelenekte de vardı. Ancak ulusal kurtuluş mücadelesi ve sosyalizm fikriyatının etkisiyle, Kürd kadınları da meydanlarda renkleriyle görüldü. Kürd oluşumları içinde, bu halin iyi bir durum olmasının yanı sıra, kadında zihin birikiminin üzerinde yükselip, bilim metoduyla olgunun incelemesi, bizlerin özgürlük algısını tabii bir şekilde açacaktır.
1991-1996 dönemindeki ‘Kürd Aydın Kırımı’ zamanında, 4000(dörtbin)’e yakın katledilen Kürd aydınları içerisinde, bir tek Aytan Öztürk isimli kadın vardı, O’nun da öldürülmesinin sebebi kendisinin kadın, politik ya da aydın duruşundan ziyade, ablası ve yakınlarının Kürd mücadelesindeki yerlerinden dolayı duydukları kindir. Burada irdelenmesi gereken, bu sayı içerisinde kadınların yok denecek düzeydeki oranıdır. Kadınların; “cinsî, ulusal ve sınıfsal olmak üzere” üçlü baskı klişesinin izahının yapılmaya muhtaç olduğu kanaatindeyim. Burada Afrikalı siyahî çocuğun dediği dikkat çekicidir;
“Sistem önce babamı öldürdü, çünkü babam güçlü idi ve bizi savunuyordu. Babam öldükten sonra, annemi teslim aldılar, kirlettiler. Babam öldürüldü, annem kirletilip teslim alındıktan sonra, bizi alıp istedikleri gibi kullandılar. İşleri bittikten sonra ortalıktaki çöpe atarcasına, bırakıp gittiler!”(Franzt Fanon) Bu uygulama Kürdlerin yaşamında da karşılık bulan bir durumdur. Sokaklardaki çaresiz çocuklar, tinerciler, lümpenler, yoksul dilenci çocuklar, bedenlerini satar durumdaki kadınların, Kürdistan’da yaygınlık kazanması, yaşanan kadın intiharlarının vs. halleri tepeden bakılarak, egemenlerin zihniyeti ile yaklaşılıp itham edilirse yanlış olur, yanlış algılanır. Hâlihazırda kadın hareketlerinin bir reaksiyon içinde oldukları ile olumlu, ancak bütünlüklü, donanımlı, düşünce üreten, eser yaratan bir feminist fikriyat ile eleştiri konusunda atak olmadıkları görülüyor. Kadınların düşün dünyasında, kendilerini eksik ortaya koymaları, tüm yönleri ile anlaşılır kılınarak aşılmayı beklemektedir. Tüm bu hususların incelenmesi, tartışılması ve yaşama yansıtılması gerekmez mi?
Ahmet Önal
(Devşirmeler Ve Devletsizler, Pêrî Yayınları, Mayıs 2018, Sayfa 405-412 )
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.