Rus Ordusu ile İngiliz donanmasını kıskacında kalmış Osmanlı Sarayı’nın başındaki II. Abdulhamid ve devleti zor durumdadır. Osmanlı kamuoyu, hükümeti, orduyu ve Abdulhamid’i yoğun eleştirilere tabii tutar. “II. Abdulhamid’in İstanbul’u terk ederek, Bursa’ya çekileceği” söylentilerinin yayıldığı günlerdir.
Kamuoyu, kaybedilen topraklar ve İstanbul merkezinin karşı karıya kaldığı zor durumdan tüm yönetimi, bu arada hükümeti de sorumlu görürken, Abdulhamid’e karşı en ciddi muhalefeti yürüten de hükümet olur. Kasım 1877’de yapılan ikinci seçimde de kayıtsızlık içinde yapılır ve yaklaşık birinci seçimdeki gibi olur.
13 Aralık 1877’de Dolma Bahçe sarayında yapılan ve Avrupa’dan ve farklı milliyetlerden Osmanlı tebaasının temsilcisinin meclis açılışında yer alır. İki gün öncesinde Sırbistan ve Plevne’nin düşüşü ile kamuoyunun çöken moralsizlik İstanbul’un yüreğine inmişken, II. Abdulhamid’in, Meclis açılış konuşması okunur. Osmanlı devletinin Rus saldırıları karşısında düştüğü durumu dillendirirken, bu arada ilginç bir şekilde Hıristiyanlar ve Yahudilere özel yer verir ki onları sivil savunma ve askerliğin içine çekmeleri, yeni bir “açılış” olarak sunulur.
Yeni Mecliste pek çok mebus, Osmanlı kayıpları karşısında, Sultanın konuşmasına, savaşın yürütülüş şekline açıkça dile getirip eleştirerek, ilk meclisten daha sert eleştiriler sunar. Serasker Rauf Paşa, meclis önünde hesap verir. Meclis, sadrazam ve nazırları da eleştirilerek, üst düzey memurlara verilen rüşvetleri dillendirirler. Askeri yöneticilerin, “Rus Ordusuna karşı pasif Davrandıkları”nı dillendirirler. Rauf Paşa, meclis önünde hesap vermek durumunda bırakılır. Sadrazam Edhem Paşa, Meclis üyelerinin bu eleştirilerine gerekli cevabı veremediği gerekçesiyle, sesiz sedasız görevinden uzaklaştırılarak yerine Ahmed Hamdi Paşa atanır.
Bazı Meclis üyeleri, sonunda eleştirilerini II. Abdulhamid’in gözde ve sadık yakınlarına yöneltir. Bunun üzerine, Ahmed Hamdi Paşa, Damad Mahmud Celalleddin Paşa, Dahiliye Nazırı Said Paşa, bu eleştiriler üzerine, “Meclise güvensizlik” önergesi vererek, psikolojik üstünlüğü ele geçirmeye yönelirler. Bu arada II. Abdulhamid, Ahmed Hamdi Paşa’yı azil ederek yerine Ahmed Vefik Paşa’yı “başvekil” olarak atar. Bu girişimler de meclisi susturmaya yetmez -ki bu “Atamanın Kanuni Esasi’ye uygun değil”- eleştirilerine mazhar kalır.
13 Şubat 1878’de İngiliz donanmasının Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara’ya girmesi üzerine, Mebuslardan Astarcı Hacı Ahmed, “Görüşlerimizi kaale almıyorsunuz, olan sonuçtan meclis sorumlu değil…” şeklinde, muhtemelen Avamdan ilk kez Sultan Abdulhamid’i direk hedef alan eleştiriler yapar. Sultan, çılgına döner, “Her tür fedakarlığı yaptım ve yapmaya hazırım. Artık dedem II. Mahmud’un yöntemlerine(otokritik) geri döneceğim.” sözünü eder. Ertesi gün, Astarcı Hacı Ahmed’i tutuklar ve meclisi dağıtır. Bir gün sonra da “Gözüpek” Astarcı Hacı Ahmed’i tutuğu gözaltından salıverir. Diğer pek çok mebusu ise Meclis Başkanı Ahmed Vefik Paşa tarafından İstanbul’dan uzaklaştırıp, kendi memleketlerine dönme cezalarını vermek üzere Sultanı ikna eder!
Osmanlı İmparatorluğunda, I. Meşruiyet dönemi, bir yılı aşkın sürede böylece sona erer. Aslında daha önceden Meclisi tasfiye etme düşüncesi olan Sultan II. Abdulhamid, Ahmed Vefik Paşa’nın “Daha iyi ve demokrat bir yönetici” olduğunu söylerken, esas amacı için “Başvekil” olarak atadığı ve planını hayata geçirmesi, sadece bir taktik olduğu anlaşılır. Sultanın bu kararında, Ruslarla yaptığı pazarlıklar ve isteklerinin ne olduğu merak konusu olarak kalır. O dönemde Rusya’da Çarlık meclisinde de böyle bir meclis gurubunun bulunması, Çar II. Nikolay’ı zaman zaman eleştirir olması tesadüfi değil, dönemin ruhuna uygun olarak, ayrıca dönem itibari ile meclislerdeki çok seslilikler yükselmeye ve sultan, kral vs. olan devletlerin yöneticilerine eleştirilerin yaygınlaştığı bir süreç yaşanmaktadır. Acaba Meclisi olası ateşkes ve barış antlaşmalarının önünde “Engel” gördükleri için mi dağıttılar? Bütün bu sorular tartışılır kaldı!
Rusya askeri üstünlüğünü bir Barış Antlaşması ile kalıcılaştırmak ister. Bunun için Rusya, görüşmeleri Ayastefanos(Yeşilköy)’de sürdürmeyi uygun görür. . Ayastefanos Antlaşması ile Rusya, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında hakimiyet, Avrupa’da Osmanlı egemenliğinde çıkan topraklarda hakimiyet ve Adriyatik Denizine inme, Doğuda Bazid Kars Ardahan topraklarını elinde bulundurma, savaş tazminatı alma vs. konularında önemli üstünlükler sağlar. Antlaşma, “Osmanlı İmparatorluğu için bir felaket” olarak tanımlanır. arada antlaşmanın 16. Maddesinde, “Ermenilerin yaşadığı vilayetler”den söz edilir ve “İmparatorluk, buralarda yerel ihtiyaçların gerektirdiği iyileştirme ve ıslahatı gerçekleştirmeyi tahüt etmelidir” denilir, “İyileştirme” denilen şey ise, “Ermenilerin Kürtler ve Çerkezler karşısında haklarının garanti altına alınması ve güvenliklerinin ıslahı” yani “emniyet” olarak izah edilir.
Gregoryan Ermeni Patriği Nerses, Ayastefanos’ta İgnatyev ile görüşerek, 16 maddedeki temmeniyi yetersiz görür, 16 Madenin, “Erzurum, Van, Muş ve Sivas vilayetlerinde özerklik” şeklinde düzenlenmesini ister. Ermeniler için, “Net olmayan madde” değiştirilmez ve bu Ermenileri hayal kırıklığına uğratır. Tabii Ermeni Sorunu’nun görüşülmeye açılması, başlangıcı olması açılmasının işareti olmuştur.
Fakat Avrupalı başlıca emperyal devletler, Özelikle İngiltere, Almanya-Macaristan başta olmak üzere, Ayastefanos Antlaşmasını kabul etmezler. “Sorun sadece Rusya – Osmanlı Devletlerinin sorunu değil, bizi de ilgilendirir!” diyerek, müdahil olmak üzere, “Yeni bir konferansın olmasını” dillendirirler ve Ayastefanos Antlaşmasının hayata geçmesini engellerler. II. Abdulhamid, Viyana ve İngiltere’nin bu çıkışını, “Tüm çabalarıma rağmen savaşa müdahil olmadılar, şimdi bu itirazları yaparak, Rusya’yı geriletmek üzere savaşa müdahil olurlarsa, bu bizim lehimize” olur şeklinde yorumlayarak, “Ayastefanos Barışı bunu başarabilir!” diye duruma sevinir.
Bu tuhaf durum gelişirken, II. Abdulhamid bir de içerdeki bozukluklar ile baş başadır. En büyük sorun, Osmanlı devletinin işgal ettiği topraklarda, diğer din ve inançlardan Müslümanlığa devşirdiği insanların, Rusya’nın Romanya, Bulgaristan ve Adriyatik’e kadar yeniden işgal etmesi ile Osmanlı topraklarına doğru “korku” içinde, sel gibi akması/göç etmesi, Rusya’nın Müslümanlardan “öç alma” tarzında yorumlanır. Zaman geçtikçe, Makedonya, Trakya, Ege’ye dolup taşan – bir kısmı Anatolya ve Osmanlı hakimiyetindeki diğer alanlara nakil edilir- insanların iaşe, bakım, taşınma ve yerleştirme sorunu da Osmanlı devletine düşer. Yoksulluk içindeki bu kitleler birlikte getirdikleri hastalık da ayrı bir toplumsal sorun olarak varlığını derinden hissetmiştir.Muhacirlerin yaydıkları asayiş sorunu da başlı başına ayrı bir dert üretmiştir. Bu muhacir kitleler, daha sonra Türklüğe evirilmeleri suretiyle önemli bir fonksiyon yüklenmiş olduklarını, bugün daha net görmekteyiz.
II. Abdulhamid’in rüyasındaki bir diğer sorun ise, abisi ve sabık Sultan V. Murad’ın “Bu zor durumdan faydalanarak!” kendisini yeniden “Sağlıklı haliyle” karşısına çıkıp, tahtından edeceği korkusudur. Her an “Bir darbenin olabileceği” kabusu içinde kıvranmasıdır. Bütün bu heyhullalar içinde yaygınlaşan dedikodular ve Ali Suavi’nin tiyatral “Çırağan Darbesi” II. Abdulhamid’e yaşamı zehir eder. Bu tiyatral darbenin ve korkunun; “II. Abdulhamid’i istibdada taşıyan başlangıç” olduğunu iddia edenler bile olur.
Ayastefanos Antlaşmasını kabul etmeyen İngiltere İstanbul Büyükelçisi Henry Layard, Abdulhamid ile yaptığı bir görüşmede,” İngiliz parası ve subayları ile Rusya’yı yeniden Balkan dağlarının gerisine sürebileceğini” dillendirir. Rus askeri birliklerinin, Osmanlı Sarayının kapısına dayanması, Avrupa diplomasisini de harekete geçirmiştir. Avusturya ve İngiltere el altında Ayastefanos Antlaşması’nı yeniden ele almak ve gözden geçirmek üzere Rusya ile görüşmeler yaparken, Osmanlı devletinin yetkilileri bu görüşmelerin dışında bırakılır.
İngilizler Osmanlılar üzerindeki ikili ve çelişkili kararlarını ve diplomatlarını yeniden düzenler. Konuya ilişkin edilgen siyaset güden Lord Derby geri çekilir ve Salisburg atanır. “Büyük Osmanlı devleti” ya da “Sömürge Osmanlı toprakları” stratejisinden vazgeçilir. “Osmanlı topraklarını asgariye indirerek, daha küçük ama daha dirençli devlet” politikası izlenmeye karar verir. Avusturya- Macaristan Balkanlardaki Rus etkinliğini sindirmez ve bunun için harekete geçip, Rusya’nın işgal yoluyla, Osmanlıların daha önce işgal ettikleri alanları, bölge milletlerinin farklı şekillerde özerk yönetimlerine erişmek suretiyle kendi nüfus alanlarına çevirmeyi ve bu yolla Osmanlı Devletini rahatlatmayı ve üzerinde etkili olmayı planlar.
Rusya Kars, Ardahan ve Bazıd’i aldıktan sonra, Fırat vadisine yönelmiş, Musul hattı üzerinden Basra Körfezi ile Lübnan üzerinden Akdeniz’e inmeye, doğuya doğru açılarak İran ve Hindistan’a, sonra da Mısır’a açılmanın planlarını yaptığı, İngilizler tarafından bilinip hesaplanmaktadır. Ermenilere verilen “Şartları iyileştirme” teminatı da muğlaktır ve bu husus da İngiltere için bir belirsizlik olarak düşünmektedir. Bütün bu Yakın Doğu, Kafkasya, Orta Doğu, Rumeli, Ege adaları içinde Girit’in de bulunduğu Doğu Avrupa ve Kuzey Afrika’ya alanlarının tamamını kümülatif bir yol siyasetinden değerlendirerek, Osmanlı Devletinin hakimiyet alanlarının yönetilmesini masaya yatırarak müdahil olmayı zorunlu görür. Bunun için bir üs alanı olarak İngiltere yönetimi Disraeli, Avrupa’nın “Asya’nın anahtarı” dediği Kıbrıs’ı kapmaya karar verir. Bunun için İngiltere 24 Mayıs 1878’de İstanbul Büyük Elçisi Salisburg, Layard’a gönderdiği mektupla, Abdulhamid’e bir savunma ittifakını içeren öneriyi sunar. İngiliz hükümeti, yapılacak Berlin ’de Kongresi’nde “Rus saldırılarına karşı Osmanlı hükümetini desteklemeyi” taahhüt eder. Tabi iki şartı da ekleyerek.. Birincisi Kıbrıs’ı İngiliz hakimiyetine bırakacak, ikincisi ise Ermeni ve genel olarak Hıriston halklarının reform taleplerine olumlu yaklaşacak, bunun için Sultan II. Abdulhamid’in İngiltere’ye 48 saat içerisinde cevap vermesi istenir.
25 mayıs 1878 tarihinde II. Abdulhamid, Layard’ı Yıldız Sarayı’nda kabul eder. Ancak 4 gün önce yaşanan Ali Suavi’nin “darbesi” kendisini çok yormuştur! Konunun müzakeresini yapabilecek durumda değildir ve çekilir. Kendisinin yerine, Başvekil Sadık Paşa ile Hariciye Nazırı vekili Safvet Paşa, Layard ile görüşmeyi sürdürür. Layard, İngiltere’nin siyasi stratejisine ve istemlerini iletir ve Osmanlı devletinin bu projede ekonomik , siyasi ve moral olarak dinamik bir geleceğe açılacağını, krizleri aşacağını anlatır. Osmanlı devletinin bu şartları kabul edememe koşulları yoktur. Ancak vekillerin anlaşma protokolünü imzalama yetkisi yoktur ve Sultan II. Abdulhamid’in onayını almaları gerekmektedir. Sonuçta İngiliz talepleri, istenmeyerek de olsa onaylanır.
II. Abdulhamid’in en çok içine sindiremediği ve hükümranlığını zedelediğini düşündüğü şey, Ermenilere ilişkin “ıslahat” ile Kıbrıs’ta Müslüman haklarının korunması sorununda attığı geri adımın yaratacağı durumdur.
13 Haziran 1878 tarihinde Berlin Kongresi başlar. İngiliz gazetesi Globe; Londra!da yörürülen İngiliz ve Rus gizli görüşmelerindeki pazarlığı ve mutabakatı yayınlar. Sultanın, İngilizler tarafından oyuna getirildiğini bu ifşalardan sonra anlar. Kongrenin ilk oturumunda, İngiliz temsilci Salisbury’in hazırladığı metinde, Bosna –Hersek idaresinin Avusturya – Macaristan’a bırakılmasını önerir. Ayastefanos Antlaşması’ndan beri Emperyal devletler arasında yapılan diplomatik uyumda, Osmanlı Devleti’nin hakimiyet alanlarının küçültülmesi hedeflenmiştir. Tanzimat fermanı reformlarını aratmayan ve daha ağır değişimleri de öngörmektedir. Abdulhamid’in hoşnut olmadığı Berlin Kongresine muhalif olması durumunda, Rusların bunu fırsat bilerek, savaşı harlayacağından çekinmektedir. Diğer yandan Sultan, “Ali Suavi darbesi”nin psikolojik buhranından kurtulabilmiş değildir, yılgın ve çaresizdir.
Sonuçta önüne konulan metini, sindirmeden imzalar ve Berlin Kongresi böylece sonuçlanır.
Osmanlı Devleti, tarihi boyunca, 13 Haziran 1878’de yapılan Berlin Kongresini unutmak ve icaplarını bozmak ile meşgul olur. Rusların kısmen de olsa İngiltere ve Avusturya-Macaristan lehine olan hesapların mutabakatında, geçici rahatlama adına geri durmasını başarmıştır. Ancak orta vadede II. Abdulhamid’in işlerini daha da zora soktuğu anlaşılır olmuştur. Bütün bu görüşmelerde, Yakın Doğu’nun kadim halklarından ve kalabalık bir nüfusa sahip Kürtler ve ülkeleri Kürdistan, “sorun” olarak 13 Haziran 1878 Berlin Kongresi’ndeki masaya taşınmamıştır. Bunun 1806’dan beri Osmanlı devletinin “merkezileşme” politikaları neticesinde beylikleri tasfiye edilerek, sürgün ve şiddetle susturulmaları, Tanzimat döneminde bile Hıristiyan haklara sağlanan “korumacı, koruyucu” siyaseten pay alamayan Kürtler ve Kürdistan’da önemli bir hareketlenmeye vesile olacağı açıktı.
(Devam edecek…)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.