Turgut Özal, 1989 yılında, Hakkâri’de yaptığı bir konuşmada, “Kürd Sorunu”na gönderme yaparak, “Federasyonu tartışa biliriz!” demişti.
1991’de, Süleyman Demirel, “70 yıldır inkâr ettiğimiz Kürd realitesi vardır,” demişti.
1999’da, Mesut Yılmaz, “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer!” demişti.
2005 yılında, Diyarbakır’da yaptığı konuşmada Recep Tayip Erdoğan, “Kürd sorunu benim sorunumdur. Ben çözerim!” demişti.
“Akil insanlar” ve Kürdi değerleri kullanarak; Ahmedê Xanî, Şiıvan Perver, Ahmet Kaya, Yılmaz Güney gibi popüler Kürd şahsiyetlerini ismen dillendirerek “Kürd çözümünde rol sahibi” olduğu ve” ezber bozduğu” mesajını vererek, zaman kazanma, taban tutma ve “devlet sorunu çözer” beklentisi yaratılmak istendiği ancak gerçek durumun böyle olmadığını artık açığa çıkmış bir durumdur.
Bu demeçler, farklı başbakanlar tarafından, muhtelif zamanlarda dillendirilse de, devlet aklı olarak, Kürdleri alt statülere çekme teorik tuzakları ve manevraları idi. Zira bu açıklamaların sahipleri, Kürdlere karşı hep şahin durdular. Bu taktikler, Kuzey Kurdistan’da karşılığını bulurken, Güney ve diğer Kurdistan parçalarında ise statü çıtasının otonomiden bağımsızlığa taşınarak çıtanın yükseldiğini gözlemledik. Bu durum biraz da Güney Kurdistan Federe Yönteimi ile Bağdat arasındaki ilişkilerin bir türlü işlevlilik kazanmaması da bu süreci hızlandırdı. Ancak açığa çıkan duruma rağmen Güney Kürdistan partileri bağımsızlık konusunda yeterli bir titizliği gösteremedikleri de göze çarpmakta idi.
Türk başbakanlarının tüm söylemlerinin hedefinde; “Bağımsız Kürdistan girişimlerini engellemek!” olduğunu, 2017 yılında Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, aleni olarak açıkladı.
Bu söylemlerin tamamında, Türkiye’nin bir tek hedefe kitlendiğini gösteriyor. Kürdlerin Statü özlemlerini önlemek üzere, stratejik düşünme, sistemden kopmaya yönelmelerini bertaraf etmek, avantajlı durumlarını zamana dağıtmak suretiyle ötelemek, zaman kazanmak, Kürd diplomatik girişimlerini bertaraf etmek ve şartları lehlerine çevirerek idare etmek olduğunu anlamamak siyasi saflık olur.
Kürd siyaset sınıfı, birlik içinde olmazsa da, yaratılan lehteki dış şartları yerinde kullanma, yakalama becerisi göstermezse de bölgeyi idare edenlerin koruma ve teşvikleriyle de olsa da, bugüne kadar Kürdler cephesinde durum kotarılmış ve daha da belirgin bir güç olarak ortaya çıkmış bulunmaktadırlar. Bu Kürdleri, bölge devletleriyle mukayese ile tercih edilir bir duruma taşımıştır.
Türkiye’nin adeta sarkaç gibi dış siyasetteki vizyonsuzluğu, Orta Doğu hedeflerinden Yakın Doğu’ya, Yakın Doğu’da ise içine kapanmış, Beşer Esad’ı düşürmekten ittifakına, Rusya’ya heyheyleşmeden, yalvararak Rojava Kürdistan’ında, Başur’dan Akdeniz’e varan ve siyasi ve ekonomik açıdan hayatı önemde ve saygınlık sağlayacak olan Kürd koridorunu kesmek üzere, eski stratejisini her adımda tam bir siyasi öngörüsüzlük ile değiştirerek, balıklamasına daldığı karmaşıklığı idare edemez olduğu da görülmüş durumdur. Şimdilik, Rojava Kürdistan’ında, pazarlık gücünü elden bırakmamak üzere Rusya, Efrîni korur durumdadır. Türkiye Cerablus Azez, İdlib hattını tutmuş ancak adım atamaz haldedir. Tıpkı Kıbrıs(1974) ve Zap(2007) gibi dışarıya dönük kara hareketinde askeri sınavı geçemeyip, bu üçüncü girişiminde de tökezlediği, görünen tekerrürdür. Ayrıca Türkiye geçmişte işlikte olduğu güçlerin istemine uygun görevlerini yerine getirmemiş (2003 teskeresi) bir sicile sahiptir ve güven verememektedir. “Minbic’ten girip Rakka’dan çıkacağız” sözünü Dişişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ağzında deklere etmesinin ardında, “Suriye operasyonlarını başarıyla bitirdik” açıklaması bir fiyasko idi. Sonrasındaki “Rakka operasyonu bizim işimiz” demeleri, kendisine işin verilmediğini gördük. Bu Türkiye’nin ağırlığını sergilediği bir durum idi. Boşluktan girme girişimi ile Şengal ve Derik’teki bombardıman ile de dünyanın diplomasi ve askeri siyaseti nezdinde kendisini tam rezil etmiş bulunmaktadır.
Bu savaşın, bir III. Dünya Savaşı olduğu her geçen gün daha da tescillendiği bir süreci izlemekteyiz. Mevcut savaşın, I. ve II. Dünya Savaşları’ndan farklı bir özelliği; savaşan büyük güçlerin kendi teknolojilerini sahaya sürmelerine rağmen, karasal güçlerini savaştırmak istemeden, savaşı uzun sürece yayarak sonuca gitmek istemeleridir. Bu arada yerel güçlerin bütünüyle olmazsa da, ekseriyeti ile taraftarlığı tam oturamamıştır. İki güce karşı, savaş halinde olan bir siyasal İslam’ın var olduğu da ortadadır. Bu savaşın geçmişten gelen dini ve mezhepsel olguyu da savaşın bir harcı konumuna sokarak çelişkileri karmaşıklaştırdığı aşikardır. Ayrıca Kürdistan’ın parçalanmışlığından kaynaklı Kürd ulusal hareketinde de birlik durumunun sağlanmadığı, hatta birinin bir diğerini tehdit ederek “kan gülüne çeviririz” sözlerini ettiği bir duruma geldiğinin mevcut olduğuna şahit oluyoruz. Bu tehditkar durumun, Kürd özgürlük hareketine zarar verdiği tarihsel olarak anlaşılmamışsa, kronik bir hastalığın Kürdlerde bilince vurmadığını söylemek abartılı olmayacaktır.
Bu karmaşık durumun ortaya çıkardığı ile mevcut savaş, kısa sürede çözüme gitmeyecek, 30- 40 hata bir insanın ömrüne sığacak yıllara uzuna bilecek bir zamana yayılacaktır. Bu uzun süreli III. Dünya Savaşı kahredici düzeyde tahripkardır. Savaşa karışan güçler, dünyanın bütün emperyalist güçleri de olsa büyük insan trajedilerine vesile olacaklardır.
Bu savaşın bir özelliği de, Siyasal İslami çözmeyi hedeflemiş olmasıdır. Orta Doğu’da laiklik ve burjuva demokrasisinden uzaklaşarak ticareti, serbest dolaşımı ve kapitalist pazarı tahrip eden Siyasal İslam üzerinden kastlaşmış kişi diktatörlüklerinin de çözülerek tasfiye edilecek bir sonuca gitmeyi içinde taşmaktadır.
Kısa süreli yerel antlaşmalar ve dallaşan çatışmalar geçicidir. Doğu ile Batı arasındaki çatışmalar ise uzun süreli savaş olarak sürecektir. Bu uzun savaş dünya ekonomik sistemini de sarsacaktır, ancak savaşın esas mağdurları bölge halkları olacaktır. Kürdler ise bu savaş meydanının ortasında ve karasal alandaki en önemli aktörü olarak hem mağduru hem de geleceklerini sömürge statüsünden çıkararak kazanmaya en müsait kesimdir.
Bu savaşta; gerek başını Rusya’nın çektiği Doğu Cephesi ve gerekse de ABD’nin başını çektiği Koalisyon güçleri ya da Batı Cephesi diyebileceğimiz taraf, Akdeniz Havzasını, Yakın Doğu ve Orta Doğu’yu terk etmek istemeyeceklerdir. Böyle olunca da bölgesel düzeyde antlaşmalar olmazsa –kaldı ki bu çok zayıf bir ihtimal olarak durmaktadır- barış koşullarını yakalamak zordur. Misal; Akdeniz Havzasını, Orta Doğu ve Yakın Doğu’yu Batı Cephesine bırakmak. Kore, Uzak Doğu ve Doğu Avrupa’yı Doğu Cephesine bırakmak gibi bir çözüm zor olsa da olasıdır!
Rusya ve Amerika, bölgeyi parçalama konusunda çok yönlü siyasetler uygularlar. Burada Kürd milli siyaseti, Kürdistan’ı yeniden bölüştürmemek için de bağımsızlık ve toprakları yönetme konusundaki tutarlılığı gerektirir. Efrin, Rusya garantörlüğünde, Haseke –Cizre ABD garantörlüğünde olursa Kürd yönetimi nasıl olacak? Amerika’nın yeni siyasetinde il düzeyinde yerel yönetimler oluşturarak yeni bir idari sistem oluşturma gayesi taşıdığını geçmiş yazılarımda da değinmiştim. Bu Kürdistan ve diğer ülkelerin yeniden ve yeniden bölüşülmesi, parçalanması riskini de birlikte taşımaktadır. Kürd hareketindeki bu bölünme ve devletlerin küçük küçük alanlar tutması siyaseti, Kürdistan’a menfi bir sonuç olarak yansıma tehlikesini taşımaktadır.
Bir diğer durumda ise İran ve hilali hedefine yayılmış Irak Şii iktidarı tarafından da desteklenen Haşdi Şabi ile ittifak halinde hareket eden PKK, İran’a karşı konumlanan ABD ile ilişkileri nasıl sürdürebilir ya da ABD bu ilişkiyi nereye oturtacaktır? Bu, PYD ile KCK güçleri arasında yeni durumlar, kopuşlar, bölüşmeler ve uzaklaştırmalar, ‘ders verme’ler yaratmaz mı?
İnsanın aklına gelecekte, Rakka’yı yönetme konusu ile operasyona katılan Kürd ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri açısından mümkün görülemeyen zorlamalar göze gelmektedir. Bu durumda, Rakka yönetimini Cerablus Yönetimi ile takas edilerek Kürd Koridorunun Akdeniz’e açılabilme imkânı ve pazarlık ortamı oluşamaz mı?
Şiiaların operasyon yaptıkları Musul sorunu da kısa sürede çözülemeyecek ve operasyonu yapanların yönetemeyecekleri bir alandır. Bu da ayrıca müzakerelerin uzun tartışmalarına konu olacak bir alandır.
Asla ABD ve RUSYA bu savaş alanını terk etmeyeceği görülmektedir.. Bölge çatışarak, çatıştırılarak ve zorlu diploması ile şekillenebilecektir, krizlerle içiçe yaşayacaktır.
Bu uzun sürece yayılan III. Dünya Savaşıdır. Eğer ABD, Doğu Avrupa’da, Uzak Doğu’da taviz verir ve çekilirse Rusya da Akdeniz havzasında çekilebilecektir. Ak Deniz’i kolay kolay kimse terk etmez. Kuzey Kore, Afganistan vs. doğuda alan tutmak için hareket eden ABD’nin savaş siyasetinin sonucunda nereye varılmak istediğini de görebilmek önemlidir.
Bu savaş sürecinde, Kürd siyaset sınıfı da bu sürece uygun bir birliktelik, ittifaklar, savaş ve barış siyasetini tespit ederken, bir hedef belirlemeden yapamaz. Bu hedef bağımsızlık olursa kazanımlarına kazanım katabilir. Kürdler açısında bağımsızlık dışında bir hedef bu süreci karşılamayacaktır ve Kürdleri araçsal bir konuma sokarak, özne olmaktan çıkaracaktır. Kürd siyaset sınıfı parçalanmış hali ve iç dinamikleri ile bunu karşılayabilecek kabiliyette değildir ve marazıdır, zaaflıdır.
Astana ya da Cenevre toplantılarına katılıp katılmamak Kürdler arasında bir çözümün yaratıldığı ya da kaybedildiği telaşına kapılmak da doğru değildir. Katılanlar ise sağlıklı ve tatmin edici bir ulusal demokratik birliği arkalarına alarak, tutarlı bir bağımsızlık stratejisini savunmadan katılarak bir sonuç çıkarmaları mümkün olmayacaktır.
Kürdistan’ın birliği ise bütün Kürdistan parçalarının birlik ve bağımsızlık stratejisine sahip olmaları ile mümkündür.
Kürdistanlıların; bugün birlik olamayıp, parçalanmalarının esas nedeni alt statülere takılıp kalmalarıdır. Kendilerinin stratejik statü hedeflerine uygun i kurumlaştıramamalarının neticesinde, dış etkenlerle oluşan olumlu havayı değerlendirme olanakları ile sağlıklı ilişkilenmeme sebeplerini de kullanıp zaman kaybetmeden değerlendirememektedirler. Bu dış etmenlerin iç dinamikleri yönlendirmesi ile Kürd siyaset sınıfı bir yere oturtulmuş durumdadır. Ancak iç güçler bunu kendilerinin iç dinamiklerinin başarısı olarak propaganda etmelerinin yarattığı yanılsama ile kendilerini de doğru değerlendirme imkânından alıkoymakta ve uzaklaştırmaktadırlar. İç ve dış dinamikleri birleştirebilecek modern bir programı sürdürme iradesini gösterememektedirler.
Bahsini ettiğimiz dış sebepler olgunlaşmış, ancak sahadaki partiler ve etkin Kürd askeri güçlerine önderlik eden yapıların modern partiler olmadığı için, bu dış olumluluğu Kürd Milli Kurtuluş ve özgürlük mücadelesinin yararına ve yerinde kullanma konusunda ketum bırakmaktadırlar. Zira sahadaki partiler, parti çıkarlarında aktif olmaları ile bağımsızlık statüsünü savunup güç durumuna gelmeleri ve kullanmalarını zora sokmakta ve basit muhtariyetlere takılıp küçük oyuncular olarak sahada didinmektedirler.
Bu beceriksizliği dış dinamiklerin destek ve teşvikine muhtaç kalmış bir Kürd hareketi sahadadır. Ordu birliklerinin kurulması, ağır ve modern silahların yanı sıra, mukabil eğitimin verilmesi etkinlikleri Kürdleri nereye taşıyacağı hususu merak konusudur. Bu kendiliğinden sürülüş kendi projesi olamayan ve başkasının projesine malzeme edilen bir aktör olmayı getirirken, siyasi manevrada harcadığı bedel ve efora karşılık düşecek güçlü sıyası sonuçları elde etmesini önlemektedir.
Şunu bilmek gerekir ki, emperyalist güçler bile Suriye’yi artık birleştiremez. Ancak iki devlet, “birlik olunsun”, “birlik kalınsın” diye aktif duruyorlar. Bunlar Türkiye ve İran’dır. Ancak Türkiye ve İran da kendi içinde parçalanmaya açıktır. Bu durumla karşılaşmamak için var güçleriyle, tüm korkaklıkları ve tarihi tedirginlikleri ile sahada “birlik” nakaratını tekrarlamaktadırlar. Bunların “birlik ve bölünmezlik” stratejilerine “ulus devlet dönemi kapandı” diyen PKK çizgisi de stratejik olarak, şimdilik bunların yedeğine düşen diğer bir vaka-i güç olarak duruyor.
PKK ve diğer Kürd siyasal çevreleri, dünyada meşruiyetini ancak milli kurtuluş zemininde bir programı savunarak sağlayabilir. PKK, Kürdistan’da bağımsızlığı savunduğu zaman, hiç kimse kendisine “terörist” demedi, diyemedi, dese de inandırıcı olamadı. PKK, siyasal statü programını aşağıya çektikçe, Dünya’da prestiji düştü ve “terörist” değerlendirmeleri yaygınlık kazandı, meşruiyet durumu zora girdi. Burada da anlaşılmaktadır ki, PKK kendi meşruiyeti için siyasi hedeflerini netleştirdikçe, bağımsızlığı savundukça, Kürd ve Kürdistan sorununu milli bir şuur ile sahiplendikçe, “terörist” değerlendirmelerini de boşa çıkarmayı başarabilecektir. PKK bu gel git stratejileri ile bu “terörist” suçlamasını bertaraf ederek aşması zor görünmektedir. Hele hele İran’a yakın durarak bunu aşması daha da zora sokmaktadır. Bu itham ile diploması masasına inmesi mucizedir. Diploması masasında yer alsa bile eli güçlü bir aktör olamayacaktır. Gücü ve stratejik doğruluğu yerinde ve uyuşan güç kaale alınır. PKK’nin gücü yüksektir, ancak stratejisi yani hedefleri, modern davranış özgünlüğü düşüktür.
Ayrıca Kürdler için bilinmesi önemlidir ki Amerika, batı ve medeni dünya, Orta Doğu’da ancak Kürdler ile kendi güvenliğini sağlıyor. Bu açıdan sadece Kürdler batıya ve Avrupa’ya muhtaç değildir, ABD, Batı ve modern Dünya da Kürdlere muhtaçtır. Yoksa ABD ve Batı, Kürdlerin kaşına gözüne aşık olduğu için “Kürdleri korumalıyım” diye ittifak ve iltifat geliştirmiyor. Burada yaklaşımlarının sebeplerini sağlıklı algılamak ve bu süreci doğru değerlendirerek ilişkiler, olası konsensüsler ve uzun sürece yayılacak, daha kalıcı, sağlıklı ilişkiler yürütüle bilinir. Bugün bu değerlendirmenin bilincinde olmak Kürdler için önem arz ediyor.
Terör konusu gündeme gelmişken, Birleşmiş Milletlerin ve Avrupa Konseyi’nin “2016’da Türk Devleti’nin Sur, Şirnak, Cizre, Nusaybin vb. şehirlerde yaptıkları” ile ilgili raporları - öncesinde yapılanları bir yana- tek başına bile “Devlet Terörü” değerlendirmeleri için önemli ve yeterlilikteki belgelerdir. Yine İran Devleti’nin idam uygulamaları ile “Terör” tanımlaması açısında, orijinal örnekleri ile dünyada dahi emsalini bulmanın imkânı yok gibidir.
Bu “terörizm” iddialarına, milli davranmaksızın, hukuki olarak karşısına dikilmek güçtür.
Terörizm konusunu tartışırken, Türkiye “Hendek- Barikat” olarak adlandırdığı süreci diline palansak etmekte ve kendisini savunmaya çalışmaktadır, “teröre karşı“ haklılığını, meşruluğunu savunmaktadır. Ancak bu haklı dediği uygulamalarına karşılık bulamadığı için, dünyada izole olmaktadır. Türkiye’nin hiçbir dönem diplomasideki performansı bu kadar düşük olduğu bir dönemi olmamıştır.
Daha önce de çokça tartışıldığı üzere, “Hendek Savaşları”nın pek çok sebebi var. “Stratejik derinlik” hesabı, Suriye, Rojava, Kobanê’de yaşananlar, DAİŞ ile mücadele ve devletin güncel politikaları ile değerlendirmek önemlidir. Ancak burada şunu belirtebiliriz ki, PKK bu savaşı yanlış hesapladı ve devletin savaş stratejisinin üstüne düştü. Kürd dinamiklerini önemli ölçüde Kuzey’de tahrip etti. Yeniden kendisi ile yüzleşme konusunda da net bir durum ortaya konmuş değildir.
Görmemiz gerekir ki, Türk Devleti, diğer parçalardaki gelişmeleri kontrol ederek, Kuzeyi kontrol etmek istiyor. Bu nedenle Güney Kürdistan, Rojava ve Kuzey Kürdistan’da Kürdler ile savaşan bir devlet olgusu vardır. Bu değerlendirmeyi yaparken, bazı Kürd kesimleri “ Biz herkese düşman olmak istemiyoruz.” sözü ile ortaya çıkıyorlar ki, bu doğru değildir. Kürdler, bu devletleri düşman görmezse de bu devletler zaten Kürdleri düşman bellemiş devletlerdir. Bu anlaşılmadan, sömürgeciler içimizde kendine dost bulur ki bunlar Kürdler içindeki truvalara dönüşmeye açıktırlar. Böyle olduğu içindir ki sömürgeci güçler zaman zaman Kürd cephesinde vekalet savaşını sürdürür imkanlar yakalamaktadırlar.
Kürdler, “Musul ve Rakka ‘da savaş var, bunu bizim sürdürmemiz nedendir? diye sorar. Burada büyük bedeller veriliyor. Kürdler bu bedeli hangi hedefler için veriyor. Bu da birlik halinde bir ulusal siyaset ile ve belgeleyerek, antlaşmalara vardırılarak sürdürebilinir.
Kürd siyaset iradesi, yurtseverlik zemininde bağımsızlık üzerine şekillendirmeden hiçbir savaşın sonucunu kendini yönetecek bir statü ile hayati bir durumu elde etmeyecektir.
Bu arada, ABD (Pentagon)’inn YPG’yi ağır silahlar ile donatma önerisi ve kararı ortaya çıktı. Bu durumda bazı Kürd güçleri, küçük hesaplarla, tıpkı 2014’te Kandil’deki PKK’nin; “Almanya Güney yönetimine milan silahı gibi etkili anti tank silahlarını vermesin!” dediği gibi, şimdi de ENSK temsilcileri; “ABD, YPG’ ye ağır silahlar vermesin!” diye ortaya çıktığını duyuyoruz. Bu “Kürd hesudluğu” ile Kürdler, kendine zarar veren keskin sirke misalini hatırlatmaktadır. Kürd Partilerinin birbirlerini kazanma, kenetlenme yerine, birbirini iten, uzaklaştıran hastalıklı ruh halinin modern olmayan ve ufuklarının dar halinden kaynaklı olabilir diye düşünmekteyim.
III. Dünya Savaşı’nda mazlum Kürdlerin ne istediği önemlidir. Bu savaşın sonucunu ucuza kapatmaları durumunda yazık ederler! Çünkü Kürdler; özgürlük ve bağımsızlığa çok muhtaçtırlar! Özgürlük ve bağımsızlık Kürd milletinin hakkıdır, bu hak bugünden yarına ertelenemez ve es geçilemez.
Tekrarı pahasına da olsa belirtmeliyim ki, III. Dünya Savaşı uzun sürecek, ancak bağımsızlık hedefli bir strateji Kürdleri özgür ve demokrasi içinde mutlu kılacak, diğer halklar ile birlikte bir huzurlu yaşayışı sağlayabilecektir ve zafer kılacaktır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.