Kürd ulusal güçlerinin birlik olamamasının antopolojik, sosyal, tarihi, siyasal, kültürel ve arka planı çok kalabalık nedenleri vardır. Tek bir nedenle açıklanamaz.
Peki bu nedenler?
ANTOPOLOJİK olarak; Kürd ulusu oluşum itibarı ile çok kültürlü, çok lehçeli, çok ağızlı, çok dinli, hatta çok etnikli gurupların ilişkilenmesinden oluşmuştur. Ancak bu çok çeşitlilikleri içinde barındıran Kürd ulusu, sağlıklı bir şekilde geçmişini çözerek modernleşme sürecini olgunlaştıramamış ve pre-modern ilişkilerin derin etkisinden kurtulamadan işgal ve ilhaklara uğramıştır. İşgal, sömürgecilik ve son yüz yıldaki ağır parçalanmışlık, soykırım ve milli pazarına sahip olamama, her yönü ile Kürd toplumunu gelişimini tıkamış ve rahatça kendisini aşmasını engelleyen bir nedendir.
SOSYAL olarak; Kürd Milleti ve Kürdistan parçalanmış, bölüşülmüş, paylaşılmış ve varlığı inkar edilen soykırıma tabii tutulan bir sürece sokulmuş, ancak bu süreçten çıkamamıştır. Sadece beş devletin egemenliği altında da değil, kapitalist-emperyalist ya da yaşanan reel sosyalist devletlere kadar tamamı ittifak halinde şu ya da bu şekilde Kürdistan’ı sömürgeleştiren devlet ya da devletlerin arkasında durarak uluslar arası anti-Kürd bir kuşatmayı Kürdistan’a yaşatmışlardır. Kürdler 200 yıldır özgürlük uğruna çırpınan ancak ülkesi ile preslenmiş bir ulus halk olarak özgürlük özlemlerini ve umutsuzluklarını iç içe bugüne kadar taşıyarak getirdi. Ayrıca Kürdistan Rus-İran, Rus – Osmanlı, Osmanlı-Rus, Osmanlı-İran ve İslami Arap Ordularının dini savaşlarının alanı olageldi Bu durum Kürdistan toplumunu parçaladı, barışı yaşayamadan ve aksine savaş alanında, savaşı yaşayan bir toplum haline getirildi. Savaşın bu ağır sorunlarını yaşayan toplum savunmaya konumlanmak durumunda bırakıldı. Kürdlerin direnişi, ancak kendilerini yok edilmekten kurtarmaya yetti, özgürleşmeye yetmedi. Bu savunma psikolojisi modu, Kürdlerin soy kenetlenmesini adeta kemikleştirdi ve aşiretten millete geçişi zorlaştırdı. Kürdler, bırakalım ekonomik pazarına sahip olmasını, zengin Kürdistan’ın kaynaklarına rağmen adeta açlıkla terbiye edildi. Kürd ulus toplumu, diğer parçalanmışlıklarının yanı sıra, ekonomik olarak da iliklerine kadar parçalandı, bu asaletli ve pek çok medeniyetin sahibi olan otokton topluluk, kendisini işgal eden imparator devletlerin savaşında taraf durumuna düşürülerek, kendileri için ekonomik pazar oluşturmaya iradeleri elerinden alındı. Bu süreç 1800 yıllarından sonra Osmanlının merkezileşme süreci ile daha da nefes alamaz duruma getirildi. TC döneminde ise fiziki bir yok edilme sürecine tabi tutulunca, toplum parçalanarak bugüne geldi. Bu sosyal parçalanmışlık, sağlıklı bir ulusal savunma gücü olarak ortaya çıkarak yol almasına da engelliyordu. Olan ulusal direnişler parçalı kalıyor ve kendi içinde bir iktidar nüvesi olmayı başaramayan bir sosyal iletişim bile sağlamadan sönümlerken, devlet “tedip ve tenkil hareketi” dediği fiziki soykırımlarla her defasında hedeflediği Kürdistan’ın bir bölgesini yerle yeksan ederek geçiyordu. Bu durum Kürd toplumunun yeniden toparlanıp, kendisini özgürleştirecek düzeyde karşı koyamamasının derin izlerini Kürd toplumunda sağalmaz yaralar bırakıyordu.
SİYASAL ve TARİHSEL olarak; Kürd toplumu 20 yüzyılı ağır jenosidal süreci esas olarak teslim olmadan, ancak 20 yüzyılın tüm zaaflarını 21. Yüzyıla taşıyarak, modern bir örgütlenmeyi yaratamadan geldi.
Kürd ulusal hareketinde 5 Ekim 1927 tarihinde Lübnan’ın Bıhemdun kentinde programsal olarak bağımsızlığı hedefleyerek kurulan ve Kürdistan’daki azınlıkların da ittifak ve desteğini alan HOYBÛN ilk modern olmanın nüvelerini içinde barındıran programsal düzeyde kararlar geliştirmeye çalıştı, ancak bunu güçlü bir örgütlenmeye eriştiremedi. HOYBUN Kürdistan’ın diğer parçalarını unutmamasına rağmen, Tek hedefi Türk sömürgeciliği idi. Bu duruma itilmesinin nedeni Kürdistan’ın kuşatılmışlığı idi. Ağrı Direnişi’nin moral gücü ile kurulmuş, ancak Ağrı Direnişine önderlik yapacak kapasiteden çok uzak kalan HOYBUN kendisini süreklileştiremedi.. Sadece pisikolojik ve programsal olarak İhsan Nuri Paşa’nın daha önce Osmanlı Ordusunda Bazid’de yaptığı askerliğin sağladığı bölgeyi tanıma durumu ile esas olarak inisiyatifini kullanarak Ağrı Direnişçilerine yetişmiş ve onları organize ederek direniş cephesini Kürdistan-i kılarak, sınırlı Kürd birliğini Ağrıda sağlamıştı. Ağrıdaki Kürd aşiretleri de İhsan Nuri Paşa’nın önderliğini kabul etmiştir. Haydari, Celali, Bekiri, Sipiki vb. aşiret bağları güçlü olan sosyal ve siyasal yapıların bu oranda yan yana gelip birlik oluşturmaları ve dini bir misyonu olmayan İhsan Nuri Paşa gibi birini lider olarak kabul etmeleri Kürdistan tarihinde önemli idi ve bir ilk idi. Burada İhsan Nuri Paşa’nın eski bir tecrübeli asker olması, HOYBUN gibi siyasal Bağımsızlık stratejisine sahip örgütlenmeyi arkalaması, tamamen Kürd milliyetçi ve bağımsız bir siyasal programla tüm sınıf ve katmanları ayırımsız ulusal cephede örgütleme hassasiyetini göstermesinde yatmakta idi. Yenilgisinin nedeni ise esas olarak dış ittifaktan yoksun olmalarının yanı sıra Türk Ordusu’nun İngiliz Tarım uçaklarını Ağrı Dırenişinde kullanmalarının yarattığı panik, Sovyet ve İran’ın Türk devleti ile Kürdlerin karşısında ittifak ile kuşatma, İran’a karşı tedbirsiz olmaları, Sımko’nun Türkler ile İttifakı, Doğu Kürdistan’daki pek çok Kürd aşiretinin Türk ve İran güçleri ile ittifak halinde Ağrı Direnişini ittifaksız bırakmasının ötesinde, arkadan kuşatması, sömürgecilerin modern öncesi sosyal yapıdaki aşiret yapılarını birbirlerine karşı kışkırtarak Ağrı Direnişi’nin üzerine çok basit vaatlerle tarafına çekmesi ve direnişin üzerine sürmesi, Kürdleri kendi içinde çatıştırarak, dağıttıkları görüldü.
Ağrı Direnişi’nden sonra Dersim katliamına karşı yer yer olan Kürd direnişi ise, ulusal program ve bilinç bakımından çok geri idi. Aşiretler Rêya Heqîyê İnancına sahip olmaları, direnme azminde olmalarına rağmen, sosyal olarak modern öncesi sosyal yapıda idiler ve bu saldırıya karşı birliklerini sağlayabilecek bir eğitim ve ulusal bilinçten yoksun idiler. Alişêr ve Vet. M. Nuri Dersimî gibi Kürd milliyetçisi şahsiyetlerin olması, hareketi organize etmelerine yetmiyordu. Dersim savunması, Dersim’in tamamını kapsar bir durumda da değildi, Hozat, Munzur ve Harçik vadisine sıkışmış, dağları mevzi etmiş bir savunma sağlamaya çalışılıyordu.. Daha önce gücü olmasına rağmen, 1925 Piran ve 1926-1931 Ağrı Direnişlerine destek vermemesi, direnişte de yalnız kalınmıştı. Ayrıca; “Dersimliler İslama inanmadıkları için, Müslüman olmayan Kürdler Dersime yardıma gitmez!” diyen ve tüm mesaisi Kürdleri takip etmekle geçen ve tanıyan Umumi Müfettiş Abidin Özmen’in dedikleri gibi oluyordu. Burada da görüldüğü üzere ulusal bir program yetersizliği ve bölgeye hapis edilmiş bir hareket var. Ancak aydın bir önder olarak Koçgiri direnişi ve ardındaki yenilgi sonrasında Alîşêr, Zarife Xan ve birkaç direnişçinin Munzur Bölgesine geçmeyi başarmaları dikkatleri Munzur vadisine çekmişti. Alişêr; bırakalım tüm Kürdlerin Ovacık’takî direnişe koşmalarını, “Ovacığın aşireti, zapt eyledi memleketi, geriden haber gelmedi, Hozat çekmedi gayreti!” diyerek “Aman aman!” diye imdat ediyor, ama karşılığını bulamıyordu.. Kürdler yıne ittifaksızlıklarının ceremesini, Munzur’a kattıkları kanlarıyla al al ediyordu.
Devletin Dersim’de köklü bir katliam yapacağına dair TBMM’de Tunceli Kanunu(1935) gibi özel kanun çıkarıldı, Abidin Özmen “Kürd Raporu”(1936), “İsmet İnönü Şark Raporu (1934)”, Celal Bayar “Kürd Raporu”(1935) yayınlandı., bu ittihat eskileri, Ermeni Soykırımında çırak, Kürd Soykırımında usta olmuş yöneticilerin, saldırıları ortada iken, şimdi Dersim’in Munzur ve Harçik Vadisinde Rêya Heqîyê inancındaki Kürdler kökten katledilecekti, ancak gerek Dersim Kürdleri, gerekse de diğer bölgelerdeki Kürdler, olacak bu katliam, aleni planlanırken, Kürd siyasileri ne farkında idi, ne de farkında olmayı yaratabilecek durumda idi. Bu alakasızlık, duyarsızlık, bilgisizlik ve bağımsızlık projesindeki zayıflık, yetmiş bin insanın telef edilmesi, otuz bin insanın sürgün edilmesi de bize gelecek açısında bir fikir yaratmadı, biz Kürdler kendi modernleşmesini yaratmak yerine, devletin soykırımcı, Kürdleri ve Rêya Heqîyê inancındaki insanları yok sayıcı Türkleştirme modernleşmesine biat ediliyorduk!
Bu uzun sürece yayılan soykırım siyaseti, Kürdleri çürütürken, Kürdler kendi siyasal modernleşme süreçlerini geliştirmek yerine, devletin kapısına düşürülen çocuklarının tedrisatıyla, kendini inkar eder, köle sahipleri gibi düşünür oldular, soykırımdan kurtulmanın yolunun kendi inkarlarından geçtiğine kendilerini inandırıyor oldular…
Kadı Mihemed’in vesayeti
Dersim’in ortadan kaldırma katliamından sekiz yıl sonra, 1946’da, İngiltere ve Sovyetler arasındaki gerilimden oluşan olanaklar ile kurulan Mehabad Merkezli Kürdistan Cumhuriyetinin durumu da önemlidir. Bu, Doğu Kürdistan’da, Sosyalist eğilimli KAJK’ın Sovyetlerin telkinleri ile tasfiye edilerek, yerine PDK-İran’ın kurulmasından sonra onun önderliği ile gerçekleşti Ancak mücadeleye katılan güçler farklı sınıflardan oluşuyor idi. PDK-İran’ın program hedefi; İran’a Demokrasi Kürdistan’a özgürlük” idi. Tek yanlı ilan edilen Otonom Mahabat Kürd Cumhuriyetinin silahlı gücü yaklaşık 22 bin insandan oluşmuştu. Bu gücün 14 bini aşiretlerin desteği, üç bin insan PDK-İran’ın kendi kadro gücü, dört bin kişilik güç Mele Mustafa Barzani’nin Önderliğinde 1944 yılında Güney Kurdistan’dan Doğu Kürdistan’a geçen güç idi, bin kişilik güç ise Kuzey ve Kafkas Kürdistan’ından iştirak edenlerden idi. Sovyetlerin manevi desteğinin kesildiğini, Tebriz Merkezli İlan olunan Azeri Otonom yönetimine İran Rejiminin saldırısı neticesinde 40 bin Azeri’nin İran Rejimi tarafından katledidiğini öğrenen Kürd aşiretleri, el altından Mehabad Cumhuriyetinin denetimi dışında İran Rejimi ile ilişki kurmaya, desteklerini Mehabat Cumhuriyetinden çektiklerini beyan ettiler. Gelinen aşama ile Mehabad Kürd Cumhuriyetini İngilizlerin desteklediği İran saldırıları karşısında savunup korumalarına güçlerinin yetmeyeceğini hesapladılar. Cumhurbaşkanı Qadı Muhammed ile Genel Kurmay Başkanı Mele Mustafa Barzanî aralarında yaptıkları istişarede, Mele Mustafa Barzani 560 peşmergesi ile Cumhuriyetin Merkezinde göklere çekilmiş Kurdistan Bayrağını alıp Önce Güney Kürdistan’ın dağlarına, Oradan da Oramar ve Aras’ın kıyılarını takip ederek, Nahcivan üzerinden Sovyetler Birliği topraklarına vardılar. Cumhurbaşkanı Qadı Muhammed ise “biz sorumlular dışında kimseye dokunmayın, katliam yapmayın” şartı ile İran güçleri ile anlaştı. Qadı Muhammed 31 Mart 1947'de Başbakan Haci Baba Şeyh ve Savunma Bakanı Muhammed Huseyin Han Seyfi Kadı Kürlerin birleşmeleri, ülkeleri Kürdistan’ı özgürleştirmeleri için tarihi bir “VASİHATNAME” bırakarak idam edilirken, arkadaşları ile gururla ölümü göğüsledi. Ama Kürdler Qadı Mihemed’in bu Vasiyetini bugün yerine getirmede ekseriyet olarak farkında olamamış ve uymamışlardır. Bu Kürd tarih bilincinden koparılmışlıkları ile ilgili bir durumdur.
Kürdler Sömürgeci devletlerin elindeki kılıç olan islama sarıldıkça, kendilerini kaybeder oldular. Oysaki Kürdler Kürd millet şuuru ile hareket ederek, herkes özgürce kendi dinini yaşayarak da Kürdistanı özgürlüğe taşıyabilir. Bugün tehlikede olan İslam dini değildir, tehlikede ve saldırı hedefinde olan Kürd ulusal varlığıdır, özgürlüğüdür. Bu çağda halen bunu düşünmeyecek kadar şuursuz Kürdlerin olması, esef vericidir.
Rojhılat Kürdistan’ı, 1973’e kadar sesiz geldi. Özellikle 1979’da Iran’da Şah iktidarının düşmesi döneminde büyük fırsatlar elde ettiler, ancak “Özerklik” şartına bağlı kalmaları nedeniyle Qadı Mihemed’in vasiyetini yeniden gerçekleştiremediler. Çünkü Kürdlerde bağımlılık ruhu, bağımsızlık ruhunu felç etmiştir.
Kuzey’de neler yaşandı?
Bu süreçte 1970’lı yıllara gelindiğinde, Kuzey Kürdistan’da ilk modern ve profesyonel örgütlenme, Dr. Şivan (Dr. Sait Kırmızıtoprak), Çeko (Hikmet Bulutekin) ve arkadaşları tarafından başlatıldı. Ancak bu örgütlenmenin toplamda 1.5 yıllık bir ömrü oldu.. Bu süreç de ilk örgütsel hazırlıklar ve teorik alt yapının sağlanmasına yoğunlaşmıştı. Tam bu süreçten çıkıp kitleselleşme ve tüm Kürdistan sathında askeri mücadeleyi örgütleme aşamasına geldiğinde, Kuzey Kürdistan örgütlemesini tasfiye eden bir operasyon gerçekleşti. T-De KDP liderleri öldürüldü, diğer partililer ise bir kısmı adeta Kürdistan dışına “tehcir “ edildi. Avrupa’da penaber edildi. Bir kısmı ise pasifize edildi, yaşananların konuşulmaması koşuluyla “suskunluk cezası” verilerek, Türkiye’ye ya da Kuzey Kürdistan’a gönderildi. Bu siyasal damar Küzey Kurdistana 1975’ten sonra “Bağımsızlık” ve “askeri mücadele” savunusu ile yeniden ortaya çıktılar.
Kuzey Kürdistan’a yapılan bu operasyondan evvel, İran KDP’sine de yapılmış, Süleyman Muini ve arkadaşları aleni olarak öldürülmüş, cesetleri İran’a teslim edilmiş ve tasfiye edilmişti.
Tek tek her tarihsel kesit ele alınıp incelendiğinde, Kürdler, birlik sorunundaki marazları ile yenildiklerini ve tüm eforlarına rağmen köle kaldıklarını görürüz. Bugünün avantajlı durumu, eskisi gibi bir anti Kürd nizamın olmaması ve oldukça zayıflamasıdır. Bu sürecin iyi değerlendirilmesi için çok ince eleyip sık dokumaya gerek de kalmamıştır. İç birliğini sağlayan, diploması için seferber olan Kürd siyasal sınıfının elde edemeyeceği bir Kürdistan yoktur.
Kürd siyasal gurupların Kuzey Kürdistanda Bağımsızlık stratejileriyle ortaya çıkmaları olumlu idi. Ancak uluslar arsı sol ideolojik çatışmaları Kürdistan’a taşıyan grupların ekseriyeti “Her Ülkede Tek Parti Önderliğinde sınıfsal, ulusal ve toplumsal mücadele…” düşüncesi ile ortaya atılarak, sömürge bir toplumda tek parti mücadelesi dayatıldı. Bu tek partiyi hakim kılmak üzere, birbirlerini zorlama “hain”liklerle suçlamaları, dışındaki önder konumdaki kadro ve partileri tasfiye etme uğraşılarını iş edinmeleri, esasta kendilerini güçsüz kılan bir yöntem idi. Bu hem düşünsel, hem güç bakımından böyle idi. Bugün PKK dışındaki partilerin taban tutamaması, PKK’nin ise düşün dünyasının bu kadar düşük olmasında bu rekabetin yarattığı tahribatın büyük etkisi vardır. Cephe ve kongreleri güçlendiren düşün, akademik ve eylem özgürlüğüdür. Ancak Kürd hareketi bunu birbirine bağlama, olanak sunmanın aksine, engellemeye kalkışmaktadır.. Bu marazı duruma karşı koyacak güçlü bir aydın ve yol gösterici kadroların yetersizliği bu olumsuzluğu aşmalarını önlemektedir.
Yine sömürgeci, soykırımcı bir siyaset altında olan Kürdistan toplumunda “sınıf mücadelesi ulusal mücadele ile iç içedir” ideolojisi güdülerek, Kürdistan’da olmayan Feodalizmi tasfiye etme yerine yer yer kazanılması gereken aşiretler ile, zengin, yarı zengin aşiret liderlerine karşı eylemler geliştirilmesi, .esasta sömürgecilerin işine yaradı, işgalcilerin Kürd sosyal dinamiklerini birbirine karşı kullanmalarına güç kazandırdı. Koy koruyuculuğunun güçlenmesini sağladı. Oysa ki Frantz Fanon; “sömürgelerde sınıf mücadelesine başvurmak, sömürgecinin işine yarar. Sorun sömürgecilere karşı bütün bir ulusun seferber olmasıdır!” der. Ancak bu anlayışa Kuzey Kürdistan’daki hareket çok uzaktı. Kürd aşiret liderlerinin Cumhuriyet dönemi boyunca sürgünden sürgüne, katliamdan katliama, idamdan idama gönderildiklerini tahlil edecek akıl fukaralığında idik ve algılayamadan “Kahrolsun sömürgecilik”in yanına “Kahrolsun Feodalizm” demeyi ihmal etmiyor, “Kahrolsun Ağalık, Şeyhlik ve Seyidlik” sloganlarını atarken, devletin sloganları ile aynıleştiğimizi fark edemiyorduk. Zira, devlet, Kürdleri birbirine düşürmek, teşhir etmek için, bize sömürgeci siyasetini yutturmak için, bizim mücadele yönümüzü sömürgeciliğe değil, Kürd ağa, Şeyh ve Seidleri ile çatışmamızı sağlamaya çalışıyordu, biz de bu siyasete düşüyorduk.
Kürdçenin, anadilin kullanılmaması asimilasyona mı hizmet ediyordu?
Zira, Kuzey Kürdistan siyaset sınıfı, Türkiyeci, grupçu, ittihatçı anlayışları fazlasıyla içselleştirmiş ve Türkiye solundaki sosyal-şoven ideolojiyi Kürd kitlesine taşıyor olmuştu.. Bugünkü yaygın Türkçeyi kullanıp, Kürdçeyi unutan yaygın bir kadım Kürd devrimci kitlesinin olması, durumun vahametini gözler önüne sermek açısından ibret vericidir. Bugün Kürd devrimcilerinin “Türk ve Kürd milliyetçiliği birbiri kadar tehlikelidir!” sözü gelinen vahim durumu ortaya koyması bakımından esef vericidir.
İç çatışmalar birlik önündeki engeller mi?
1974’ten 1998’e kadar KDP ve YNK, savaşında Kürdler 4.500 savaşçısını birbirinden öldürüldü! PKK hemen hemen tüm dışındaki partilerin kadro hatta önderlerinden insan öldürdü. Abdullah Öcalan; M. Ali Brand ile yaptığı röpörtajda “Devletin öldürdüğü PKK sayısının 2/3’ünden fazlası kadarını biz içimizde öldürdük!” bu itiraf bir başına ağır soruşturmayı ve yargılamayı gerektirir bir durumdur. Ancak Kürdlerin kendilerine ait bir mahkemeleri olmadığı için, failler hem savcı, hem avukat, hem yargıç durumunda oluyorlar. Bu diğer Kürd hareketleri için de geçer bir durumdur.
1992 ve sonrasındaki yıllarda Kuzey ve Güney çatışmasında, üç bin özgürlük savaşçısı yaşamını yitirdi. Aynı şey Rojhılat ile Güney, Rojava kendi içinde bunları yaşıyor. Bu Kürd hareketinin kendi kendisine harakiri çekmesi değil de nedir?
Kürdler bütün bunları soğuk kanlıca değerlendirmek ve dünya milletlerinin yaşadığı eşitliği kendine tatbik etmek durumunda olursa bu gardion düğümünü açabilir.
Partiler artık kendilerinden olmayan Kürd aydınlarının, Kürd yurtseverlerinin ölülerine, şehitlerine bile gitmeyecek kadar gayrı milli olmuş durumda iken, ulusal birlik farazi olmuyor mu?
Partiler güzel birlik çağrıları yapıyorlar, ama pratikte dostane ilişkilerden uzak duruyorlar, nasıl oluyor bu?
Kürd partilerinin birlik sorununun çözümlenememesinin esas engeli, partilerin Kürdistan değerlerine bağlılık ve bağımsızlık konusundaki samimiyetsizliğidir. Alt düzeyde statü istediklerinde, ufukları ve rekabetleri küçüldükçe küçülüyor, alt düzeydeki amaçlar için, kendi içlerinde mücadeleye yöneliyorlar. Adeta muhtarlık ve muhtariyetlikler için birbirleri ile rekabet eder, çekişir ve hatta savaşır durumda kalmışlar. Bağımsızlık stratejisini savunmadan ulusal birliği savunmak mümkün olmaz! Ülkenin ve milletin birliğini savunmadan, bağımsızlık hedefi ile taçlandırmayı hedeflemeden, ne diye birlik savunulsun ki.. Birlik birlik için savunulmayacağına göre, ne diye birlik sorusu olsun ki? Sırf günlük manevralar için, basit propagandaları için, mazlum Kürd milletini özgürlük ve bağımsızlığa değil de, partilerini rakip partilere egemen kılmak için birlik savunuluyorsa, bu taktik mevcut olumlu süreci Kürdlerin aleyhine kapatmaya hizmet edeceği için reddedilmesi, eleştirilmesi ve bağımsızlığı savunmadan olmayacağı bilince çıkarılmadan olmayacağı anlaşılır kılınmalıdır. Bugünden yarına ulusal birlik gerçekleşecek bir durum yoktur. Ancak bugünden yarına mevcut savaşın içerisinde dostane davranmayı sağlayarak ilerlemek önemlidir.
Kürdlerin partileşme süreçleri modernleşerek gelişememiş, aksine kitleselleştikçe daha çok köylü ve işsizler ordusundan kadrolar devşirerek güç kazanmışlardır. Bu kitleyi eğitecek, aydın kılacak, bir parti ya da partilerin eğitimlisi olmadığı için de partilerini modernleştirme doğrultusunda dönüştürme becerisi gösterememektedirler. Modernleşemeyen toplumlar için, “en vazgeçilmez şey lider ya da liderlerdir”. Oysaki köylülüğü ve pre-kapitalist ilişkileri çözülmüş toplumlar için, proje, hedefler, programlar önemlidir. Burada Kürdlerin program, hedef, projelerin kritik edilmesi çok önemli olmamaktadır. Pratik eylemlilik, kitleleri sürükleyen şey olmuştur. Bu da kısa vadede bazı başarılar getirse bile, sürü durumunda hareket eden bir halk için sonuç iyi olmayacaktır.
Niye sadece partilerin aydını olma dayatılıyor, düşünce merkezlerimiz neden cılız?
Kürdlerin Ting-tank gibi araştırma merkezleri, veri toplayıp sunan kurumları yok ya da yok denecek kadar azdır. Aydınları ve kanaat liderleri de son derece cılız ve siliktir. Zira partiler de var olan aydınların olmasını bile gereksiz görmüştür ve görmektedir. Durum bu olunca, partilerin düşünsel faaliyet yürüten kişi ve kurumlardan rahatsızlık duydukları genel geçer bir durumdur. Abdullah Öcalan “Biz çobanlardan generaller yaratık, ancak aydınlar ancak yoz ilişkiler geliştirmekle uğraşıyorlar!” derken, aydınlara karşı nasıl bir korku ve dolayısıyla itibarsızlık yarattığı ortada değil mi? Aydını, yazarı, edebiyatı, özellikle romanı olmayan toplumun ulus olma şanslarının olmayacağı genel bir kanı olarak kabul görmüşken, Köylülüğü kutsarken, aydınları sıradanlaştırma tutumunun bir kastı yoksa, modernleşmeden uzaklaşmayı yeğlemek neye yarar. Her parti “kendi aydını”nı örgütlemeye çalışırken, aydının bağımsız kişi, bilim ve bilimsel yöntemle düşünen, siyasi refleksten ziyade doğrusunu söyleyen, doğruya angaje olmuş, ona uygun tavır geliştiren kişiler olurken, siyasilerin belli bir siyasi hedef için hiyerarşi içinde hareket ettikleri bilinirdir. Böyle olunca, partili aydınların düşün serbestisi de partisinin hedef ve sınırları içinde olduğu, dışına çıkamayacağı bilinir bir durum olmuştur. Partilerin kendi içinde demokrasiyi işlevli kılamadığı bilinirken, aydınların bu işlevsizlik içinde kendi özgür, aykırı düşüncelerini nasıl ifade edebilme olanağı olabilsin ki? Olamayacağı açıktır.
Birlik ve kongre için Kürdistanın bağımsızlığı, Kürd ülkesinin önceliği ve temel ulusal ve egemenlik haklarıma bağlılık ve savunmamı gerekli?
Kongre’de, cephede ve herhangi bir ittifakta temel sorun, partilerin birbirlerine karşı güç ve egemenlik sorunu değil, Kürd ulusunun ve Kürdistan ülkesinin özgürleşmesi sorunu esas alınırsa birlikler kurmanın koşulları oluşturulabilinir.
Kürd ulusunun ve Kürdistan ülkesinin birliğini, ulusun, ülkenin bağımsız ve özgürleşmesini stratejik düzeyde özleyip benimsemeksizin, ulus, ülke, tarih bilincinden uzak kalıp, ulusal duruşu; parti, gurup, lider tutkusundan ileri tutmaksızın, ulusal birlik, ulusal kongre, ulusal cephe vs. olamaz!
Stratejisi ulusal bağımsızlık üzerine şekillenen partiler ulusal kongreyi sağlayabilirler. Aksi halde egemen devlete bağlı muhtariyetler, yerel yönetimler, egemen sistemin içinde reform amaçlı stratejilere sahip partilerin, egemen ulusun bir otonom yönetimi olmayı hedefledikleri için, ezilen ulusun partileriyle değil, egemen ulusun partileri ile demokratikleşme programlarına uygun kongreler yapabilirler..
Ezen ulusun kitlesini arkalayıp muhtariyet/ özerklik stratejisine sahip partilerin, ezilen ulusun partileriyle ulusal kongre yapmaları ise egemen ulusun sömürge toplumundaki statüsünü perçinlemeye, mazlum milletin bağımsızlık özlemini yaralamaya, dağıtmaya, parçalamaya ve parçalayıcı siyasetin yer etmesine hizmet eder. Hatta sadece parçalarda bağımsızlık stratejisini savunan, aynı parça içindeki partiler (KDP-Irak, YNK, GORAN, YEKGİRTU, KOMELE, KDSP vb. ) ile parçaya dayalı ulusal kongrelerini savunabilirler.
Fakat bu partilerin şayet diğer parçalara dayalı bir stratejik amaçları yoksa kongre değil, sağlıklı dayanışmalara girmeleri için kongrelerinde bir karar çıkarmaları, geleceğin ulusal kongresine bir girişim, bir zemin hazırlayabilirler.
“Türkiyelileşme”, “Suriyelileşme”, “Iraklılaşma” “İranileşme” siyasetinin yer ettiği ve halen bu stratejiye uygun beyanatların derin izlerinin olduğu bilinir. Ancak bugün pratik sahada bu stratejinin çöktüğü de bilinir. Bu bilinirliliklere rağmen PKK bu stratejisine dair köklü ve inandırıcı bir eleştiri ve özeleştiri yapmış değildir.
Kürdistani amaçlarda asgari müşterek olmadan birlik ve kongre olamaz mı?
Bunlar aşılmadan ulusal kongre çalışmaları, Kürd ulusu açısından olumlu bir karşılık bulmaz. Bulsa dahi, Kürd bağımsızlık girişimini engellemekten başka bir işlevi olmaz. Ulusal kongreyi yapacakların, öncelikle Kürdistan’a taşıdıkları, Suriye, Türkiye, Irak, Iran “dahil olma” kavramlarını dillerinden çıkarma zorunluluğu vardır. Ulusal kongreyi yapabileceklerin, Kürdistan merkezli, özgürlükçü, demokrat, bağımsızlıkçı ya da bağımsızlığa net ve açık bir yapı olarak ortaya çıkması ile mümkündür. Ulusal Kongreyi yapacakların birbirlerine karşı, “hain”, “uşak”, “işbirlikçi” vs. kavramlarından uzak durmaları gerekir. Ulusal kongreye gidecek partilerin öncelikle şu ana kadar Kürdlerin ortak paydası olarak şekillenen yurtseverlik, bayrak, ulusal marş konularında net olması gerekir. İç ve bir birileriyle yaşadıkları kavgalarda yitirilen değerler hususunda, önce kendi içinde, sonra da birbirlerine karşı köklü bir eleştiri ve özeleştiri ortaya çıkaracak, bağımsız bir heyetin de bunu gözlemesi için müzakere ve raporlarla yardımcı olması için kurumların, bağımsız araştırma ekiplerinin oluşması gerekiyor. Yoksa bir parti yetkilisi çıkıp; “ben böyle dedim oldu!” lüksü ile Kürdistan sorunu hakkında olur olmaz yargılara varması kabul edilemez.
Ulusal birlik olmazsa yaratılan değerler ve yakalanan fırsatlar kaçabilir mi?
Amerika, Avrupa, Esad, Abadi’nin Yakın Doğu’da Kürd hareketinin geldiği durumda, müzakereye gelememelerinin gerekçesine, 400. 000 (dört yüz bin) kadar Kürd askeri ordusuyla, federe devletiyle, basın ve medyasıyla, dünyanın gözleri önünde cereyan eden teröre karşı mücadelesiyle Rojava’da var olan direnişi ile, Rojhilat ve Bakur’daki direnişi ile dudak uçuklatan bir kümülatif Kürd hareketi, gelip strateji ve birlik sorunlarını aşamayarak emeklerinin ve haklarının heba olmasına, edilmesine yol vermektedir. Kürdler bin yılların ‘makus talihini’ parçalayacak tarihi bir momenti yakalamışken, birleşmeyi beceremezse elindeki fırsatı kaçıracak günlere gebedir. Bu nedenle hassasiyeti itinayla değerlendirme devrindeyiz, ertelemeye gelmez!
Herhangi bir birliğin ön şartlarından biri, bireylerin, gurupların, partilerin biri birini; eleştiri, düşünce ve ifade özgürlüğünün güvencede ve kullanılabilinir olduğuna güven vermelidirler. Çünkü düşün hayatı özgür eleştirinin vazgeçilmezliğini zorunlu kılar ve bilim, sanat ve toplumsal, ulusal mücadele de olmazsa olmazdır.
Kürd Kurumları, bunca aciliyet ve ağır sorunlarla iç içe yaşayan Kürdistanlılar, Kürdlerden ziyade, egemen ulusun solu ya da farklı akımlarıyla “stratejik birlik” çalışmalarına girmeleri doğru değildir.
Kürd halkının acılarını, tarihsel hassasiyetlerini, bayrağını, ulusal marşını görmezden gelerek, egemen ulusun “değerleri”ni siyasi yalakalık düzeyinde savunanların “ulusal Birlik” çağrıları başka başka kasıtlar içerir.
Bu olumsuzlukların aşılarak, Kürdistani bilincinin, kültürünün sahiplenilmesini, oluşmasını, gelişmesini gerekli kılmaktadır. Bu bilince ulaşanlar, kendi örgüt çıkarlarını değil, Kürdlerin, Kürdistan’ın genel çıkarlarını ön plana koyabilir.. Önemli olan soyut bir birlik değil, çoğulluk içinde bir arada durmadır. Birlik sorununun içeriğine hakim ve bilincinde olmak önemlidir.
Savaşta Kürdlerin gücünden yararlanmak için tüm egemen devletler hesap yaparlar, yapabilirler. Ancak önemli olan Kürdler kendi özerinde yapılan hesabı görerek, bu çatışma sürecinde Kürd ulusunu ne kadar özgürleştirip, Kendi geleceğini belirlemek için, girdiği mevziyi nasıl kullanabileceği ve ulusunu muzaffer, ülkesini bağımsız kılacağıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.