Bu makale serisinde, tarihsel süreç içerisinde entelektüel birikimin tarih ve ulus bilincine olan etkisi ve milliyetçilik teorisi üzerine düşünceler ele alınmaktadır. Çalışma, entelektüel kavramının tanımı ile başlamaktadır. Edward Said’in entelektüel tanımından hareketle, entelektüelin toplumun aklı, vicdanı ve cesareti olarak nasıl rol oynadığı incelenmiştir. Ayrıca, bir toplumun entelektüel birikim oluşturmadan tarih ve toplum bilinci geliştiremeyeceği ve bu bilinçler olmadan milli bilincin de gelişemeyeceği vurgulanmıştır. Milliyetçilik teorisi bağlamında, Benedict Anderson ve Anthony D. Smith gibi önemli düşünürlerin görüşlerine de yer verilerek, milliyetçiliğin kökenleri ve yayılması konusundaki teorik çerçeve üzerinde durulacaktır. Çalışmanın bütününde milliyetçilik olgusunun Kürdistan’da sömürgeci ilhakın gerçekleştiği bölgeler ile gerçekleşmediği bölgelerdeki yansıması üzerinde durulmuştur. Son olarak da toprağa bağlı milliyetçiliğin Kürd edebiyatına etkisi anlatılmıştır.
1. Sömürgeci İlhakın Gerçekleşmediği Alanlar
Şimdi de Kürdistan’da sömürgeci ilhakın gerçekleşmediği bölgelerinde, entellektüel birikim ve bu zemin üzerinde filizlenen tarih, toplum ve ulus bilincinin seyrini irdeleyelim. Özelllikle bu olgunun üzerinde düşünülmesi, araştırılması ve çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Kürdistan coğrafyasında Osmanlı'ya mutasarrıf ve askeri komutan vermiş bölgelerle, vermemiş bölgeler arasında siyasal durumun farklılık gösterdiğini bugün bile gözlemlemek mümkündür.
Örneğin Barzan- Behdinan bölgesi hiçbir dönem sömürgeci imparatorluklara komutan ve mutasarrıf verilmemiştir. Hasan Yıldız’ın “20. Yüzyılın başında Kürd siyasası ve modernizim” ile “Aşiretten ulusallığa” eserleri bu konuya ilişkin zengin tespit ve bilgilere yer verilmiştir. Kürdistan’ın Barzan-Behdinan bölgesinde sömürgeci ilhak gerçekleşmemiş ve bu nedenle eğitim, öğrenim bu topraklar üzerindeki medreselerde yapılmıştır. Basılı materyaller yine bu topraklar üzerinde hayat bulmuştur. O dönemin önemli Kürd aydınlarından Hiznî Mukriyanî, Matbaayı Kürdistan’ailk getiren Kürdolog olarak da dikkat çekmektedir. Matbaayı önceHalep’tekurmuş,dahasonraRevanduz’agetirmiştir.ÖldüktensonrakardeşiGîwMukriyanî,matbaayıRevanduz’dan Hewlêr’etaşımıştır.
Buradan da görüyoruz ki toprağa dayalı milliyetçiliğin gelişebilmesi için gerekli olgular olan okul ve üniversite işlevi gören medreseler, matbaa ve basın ve yayın faaliyetleri güney ve doğu Kürdistan’ın sömürgeci ilhakın gerçekleşemediği alanlarda hayat bulmuştur. Yine Barzan -Behdinan bölgesinin en önemli liderlerinden Şeyh Abdüsselam Barzani kendi toprağındadır ve burada Kürd dili için ve bağımsızlık mücadelesi yürütmektedir. Bu örnek toprağa bağlı olanların düşünce yapısının toprak temelli milliyetçilik biçiminde şekillendiğini gösterir. Şeyh Abdüsselam Barzani, Brifkan köyünde Kürdistan’ın çeşitli bölgelerinden gelen Kürd ileri gelenleri ile yaptığı toplantıdan sonra Osmanlı devletine gönderdiği mektupta Kürdçe eğitim için can alıcı bir talebinin olması ileri bir öngörünün sonucu olduğunu görüyoruz. Bunu büyük bir tehlike olarak fark eden Osmanlı devleti bu masumane talebi isyan olarak değerlendirmiş ve Şeyh Abdüsselam Barzani’yi yakalama kararı çıkartılmıştır. Şeyh Abdüsselam yakalanmış ve Musul’da idam edilmiştir. Sömürgeci devletlere mutasarrıf ve bürokrat vermeyen ve kısmide olsa özgür kalmış Barzan ve Behdinan’da entelektüel birikim ulusal bilincin yeşermesine milli bir damarın kalıcı hale gelmesine sebeb olmuştur. Bugün bu perspektifle Kürdistan’a bakıldığında bu bölge siyasetçilerin toprak temelli milliyetçi ve bağımsızlıkçı diğer bölgelerin ise gayri milli Türkiyeci, İrancı ve Irakçı ve Suriyeci olduğunu görüyoruz. Barzan, Behdinan’da melalar, aydınlar medreselerde mili bilinci oluşturdular. Bu nedenle Barzan, Behdinan ve Kafkasya Kürdistan’ında toprak temelli milliyetçilik oluşmuştur. Bu olgunun üzerinde önemle durulmalıdır. Toprak temelli milliyetçiliğinin pratik tezahürü olan Barzan-Behdinan olgusu Smith’in tezini doğrulayan bir süreç olduğunun altını çizmek istiyorum.
Kürdistan’ın diğer bölgelerinde gerek aydın ve ileri gelen liderlerin sürgün edilmiş olması ve sömürgeci ilhakın gerçekleştiği bölgelerdeki ileri gelen ailelerin imparatorluk merkezlerinde eğitilen gençleri mutasarrıf ve askeri komutan olarak görevlendirilmesi entegrasyonu ve birlikçi düşüncenin gelişmesine sebep olmuştur.
Barzan, Behdinan ve Kafkasya Kürdistan’ı dışında entelektüel birikim diasporada olmuştur.[1] Oluşan bu birikim sağlıklı bir zeminde değil ütopik Kürdistan tahayyülü üzerine kurulmuştur. Bilhassa, 1980’lerden sonra politik kaygılarla yaşanan göçle birlikte başlayan diaspora ve sürgün yaşamlarında Kürd aydınlarının ‘vatan’ tahayyülü ve milliyetçilik idealinin, Kürdistan yerelinde yaşayan Kürd aydınlarının ‘vatan’ tahayyülü ve milliyetçilik idealinden faklılık arz ettiğini rahatlıkla görebiliriz. Diasporadaki aydın çevrelerin Kürdistan tahayyülü topraktan kopuk olduğu için toprak temelli milliyetçiliğe oturmuyordu. Bu düşünce soyut ve fantezi olarak kaldı. Buralarda toprak temelli milliyetçilik maalesef oluşmadı. Toprak temelli milliyetçiliğe negatif etkileyen bir diğer iki unsurda Türk resmî ideolojisinin vesayetindeki marksist-sosyalist ideoloji diğeri islamist ideolojidir. Bu iki akım da uzun bir süre Kürd hareketini asıl rotasından koparmış ve sağlıklı bir zemine oturmasını engellemiştir.
Son olarak vatandan yani topraktan kopuşun Kürd edebiyatı ve sanatı üzerindeki etkisine değinmek yararlı olacaktır. Diasporada yaşayan yazar, aydın ve siyasal liderlerin Kürdistan’da yaşayan aydın, yazar ve siyasal liderlerle arasındaki zihinsel mukayesesi böylece daha iyi anlaşılacaktır.
2. Kürd Edebiyatı ve Hayali Vatan “Kürdistan”
Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın ilk yarısında, modernleşme adı altında başlattığı merkezileşme politikalarıyla Kürd Mirliklerinin teritoryal anlamda uzun yıllar sahip olduğu idari ve politik statüsünü ortadan kaldırıldığını anlatmıştık. Bu süreçte birçok kez baş kaldırıp kolektif bir mücadele veren Kürdlerin statüsüzlüğü, 1923 yılında kabul edilen Lozan Anlaşması çerçevesinde belirlenen emperyal ve sömürgeci devletleri tarafından paylaşılması uluslararası resmiyet kazanarak kesinleşti. Bahsedilen dört ülke arasında bölünmüş olan Kürdler, sınırları dahilinde kaldıkları bu ülkelerde sosyokültürel ayrımcılık ve inkâr, ekonomik dışlanma, sürgün, katliam, asimilasyon gibi devlet politikalarıyla karşı karşıya kaldılar. Kürdlerin teritoryal anlamda maruz kaldıkları söz konusu parçalanmışlık hali ve ulusal kimlikten dolayı karşılaştıkları baskı ve şiddet, onların günümüze kadar sürecek olan modern anlamda bir ulusal kurtuluş mücadelesi başlatmalarının dinamiği ve temel kaynağı oldu. Tabii ki, bu mücadele genel itibarıyla bir «Birleşik Bağımsız Kürdistan» tahayyülünü gerçekleştirecek vatan özlemi ve arzusu ile sürdürüldü. Söz konusu ulusal mücadele ve vatan tahayyülü, Kürd entelektüel ve aydın dünyasında üretilen edebi eserlerin önemli bir teması olarak işlendi. Ancak zaman ve mekân bakımından aynı nitelikte bir tema olmadığı söylenebilir. Bilhassa, 1980’lerden sonra politik kaygılarla yaşanan göçle birlikte başlayan diaspora ve «sürgün » hayatında Kürdlerin « vatan » tahayyülü ve milliyetçilik idealinin, Kürdistan yerelinde yaşayan Kürdlerin « vatan » tahayyülü ve milliyetçilik idealinden farklılık arz ettiği, konunun edebi izdüşümünün de bu « farklılık » çerçevesinde vuku bulduğu ifade edilebilir. Diğer bir ifadeyle, «sömürge ulus» kabulü ve bu ulusun «özgürleşme» arzusuna dayanarak işlenen ve «Kürdistan» isminde somutlaşan bu arzu ve tahayyülün edebi işlenişi ve anlatısı, Kürd edebiyat dünyasında diaspora/sürgün ve «vatan» deneyimine bağlı olarak farklı bir niteliğe bürünmüştür.
Genel anlamda ekonomik ve politik nedenlerle Kürdlerin deneyimlediği diaspora ve sürgün sürecinde, Kürd kimliğinin inşası ve bu kimliğe dair milliyetçilik temelli aidiyet duygusu ile “vatan” tahayyülü – «hayali vatan » da denilebilir- Kürd edebi üretiminde en öncelikli motivasyon kaynağı ve temalar olduğu söylenebilir. 1960’lı ve 1980’li yıllarda, temel nedenler -ekonomi ve politika- farklı olsa da iki önemli momentte özellikle Avrupa ülkelerine gerçekleşen Kürd göçü sonrasında oluşan Kürd diasporası, İsveç başta olmak üzere, bazı devletlerin sunduğu politik ve kültürel ortam ile ekonomik destekler dolayısıyla siyasi, sosyal, kültürel ve edebi faaliyetlerde bulundu. Ulusal kimliğin ve aidiyetin varlık bularak sürdürülmesi adına yürütülen bu faaliyetlerden edebiyatın özel bir işlev gördüğü söylenebilir.
Örneğin, Kürd diasporasının önemli sürgün yazarlarından Helîm Yûsiv, Tirsa Bêdiran (2016) isimli romanında anavatanı Kürdistan’ı bir «korku ülkesi », korkunun hakim olduğu bir ülke olarak betimlerken, bir Kürd’ün Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin Kürdistan’da yarattığı hakim korku ortamı nedeniyle Avupa’ya doğru göç etme serüvenini işlemektedir :
Eğer birgün sizden biri korku ile karşılaşırsa, nerede doğduğunu sorun. Size Suriye, Türkiye, İran ve Irak arasındaki bölgede doğduğunu söyler. Korkuyu yakından tanımak ve korkunun ne olduğunu öğrenmek isteyen bir araştırmacı, yüzünü korkunun doğduğu ve yaşlandığı o sınırlara çevirir. Öyle bir ülkede doğmuşum ki, güneş korkuyla orada doğup batar.[2]
Kürdistan'da yaşayan yazarlar, genellikle anavatanı doğrudan deneyimleyerek ve yaşayarak yazarken, diasporadaki yazarlar anavatanı hayal güçlerinde canlandırarak ve oraya duydukları özlemle yazabilirler. Kürdistan'da yaşayan yazarlar, genellikle Kürd toplumunun içinde bizzat bulunarak yaşanan bireysel ve kolektif deneyimleri doğrudan gözlemleme fırsatına sahiptirler. Gerek Kürdler arası ilişki ve iletişim tarzlarını, siyasal, sosyal, sınıfsal ve cinsiyet temelli tutumları, gerek Kürdler ile üzerinde yaşadıkları ve vatan kabul ettikleri Kürdistan coğrafyasında egemen devletler arasındaki ilişki tarzını hem bireysel olarak yaşayan hem de toplumsal olarak gözlemleyen bir konumdadırlar. Dolayısıyla, tam da ikamet edilen coğrafya ve mekân olarak Kürdistan’ın kendisi, yazarın metinlerinde işlediği vatan’ın kolonyalizm bağlamında tahayyülü olarak temsiliyetini bulur.
Bu konuda, Kürdistan olarak «vatan» tahayyülüne istinaden toprak milliyetçiliği kaygısıyla yazılan Mihemed Şarman’ın Kêmber (2015) romanı örnek verilebilir. Şarman, romanında ironik bir şekilde Türk sol-sosyalist kesime ve Kuzey Kürdistan’daki ana akım Kürd siyasetinin bu kesimin « önder » isimlerine duydukları hayranlığa ve bu sol sosyalist kesimle olan yakın ilişkisine eleştiri getirirken, « toprak milliyetçiliği » anlamında « Kürdistanî »liğe dikkat çekmektedir.[3] Romanını bir yerinde de ünlü Kürd sanatçısı Şivan Perwer’in Lo Misto eserine dikkat çeken Şarman, şarkıda geçen «Misto neden toprak hakkını savunmuyor ?» sözünü aktararak üstü kapalı bir şekilde Kürdlerin anavatan olarak toprak talebinde bulunması gerektiğine işaret etmektedir. Hatta Şarman, romanının «Freud Gitti Fanon Geldi ve Bok Kaldı [4] başlığıyla yazdığı bir bölümünde, «Kürdistan için yeni bir teori» nin gerekliliğinden bahsetmekte, bunun için de Karl Marks, Freud ve Adler gibi isimlerin «kapıdan kovulması», Fanon, Steve Biko, Albert Memmi gibi anti-kolonyalist teorinin önemli isimleri ile Michel Foucault gibi düşünürlerin « pencereden içeri -Kürdistan’a- alınması » gerektiğini belirtmekedir.
Toprak milliyetçiliği ekseninde «Kürdistan» mefhumu ile «vatan tahayyülü»nün Kürd edebiyatına, bilhassa da romanlara yansımasının diaspora/sürgün ve «vatan» deneyimlerine bağlı olarak nasıl bir farklılık gösterdiğidir. Kürdistan'da yaşayan yazarlar, genellikle anavatanı doğrudan deneyimleyerek ve yaşayarak yazarken, diasporadaki yazarlar anavatanı hayal güçlerinde canlandırarak ve oraya duydukları özlemle yazabilirler. Kürdistan'daki yazarlar, vatanlarının gerçek ve somut varlığını, toprağını ve tarihini işlerken, diasporadaki yazarlar vatanlarını nostaljik ve idealize edilmiş bir şekilde işleyebilirler. Hakeza, Kürdistan'da yaşayan yazarlar, genellikle toplumun içindeki çatışma ve mücadeleleri doğrudan işleyerek politik ve toplumsal eleştiriler yapabilirken, diasporadaki yazarlar, genellikle sürgünün ve uzaklığın yarattığı psikolojik ve duygusal etkileri, kimlik arayışlarını ve aidiyet sorunlarını işleyerek daha kişisel ve içsel temalara odaklanabilmektedirler.
Kürdistan’da yaşayan ve kendi coğrafyasında eğitim görmüş siyasi liderlerin Kürd ve Kürdistan’a yaklaşımı, milli bilinç düzeyi, siyasal stratejik yaklaşımları ile diasporada yetişmiş siyasi liderlerin olaylara ve olgulara yaklaşımı aynı değildir. Diasporada yaşayanlarında iki kategoride ele almak daha doğrudur. Türk, Arap ve Fars metropollerinde eğitim görmüş siyasetçilerle Avrupa metropollerinde yaşayanlarında bakış açılarında da farklılıklar vardır. Özcesi toprağa bağlı aydın, siyasetçilerin sosyal, kültürel durumlarının analizi özel olarak üzerinde çalışılması gereken bir olgudur.
Kürd toplumu penceresinden bakıldığında da Kürd siyasi liderlerine bakışta da farklılık görülür. Kürd halkı kendi toplumunun içinde doğan, yaşayan ve mücadele eden siyasi liderlere yaklaşımı ile diasporada yetişmiş liderlere yaklaşımı aynı değildir. Örneğin dört parça Kürdistan’da Şeyh Sait, Seyid Rıza, Qazi Muhammed ve Mela Mistefa Barzani tanınır, sevilir ve toplum içinde sembolleşmişlerdir. Ancak Paris’de yaşayan Şerif Paşa ve İstanbul’da yaşayan ve birçok Kürd cemiyetinde faaliyet yürüten Kürd aydınlarını ise Kürd toplumu yeterince tanımaz. Bu olgu bile toprağa bağlı yazar, aydın ve siyasi liderlerin toplum tarafından daha çok benimsendiğini göstermektedir.
Sonuç
Osmanlı-Türk, Fars ve Arap sömürgecileri, defalarca işgal girişimlerinde bulunmalarına rağmen, Kürdistan'ın bazı bölgelerinde, özellikle Barzan ve Behdinan'da, sömürgeci ilhakı gerçekleştirememişlerdir. Bu bölgelerde, medreselerde kendi iç dinamikleriyle oluşan entelektüel birikim, milli bilincin gelişimine katkıda bulunmuştur. Özellikle Barzan-Behdinan bölgesinde toprak temelli milliyetçiliğin köklerini bu olguda aramak yanlış olmaz. Ancak Kürd önder ve aydın sürgününün gerçekleştirildiği, Osmanlı İmparatorluğu'nun üst yönetim organlarına Kürd mutasarrıf ve askeri komutanların alındığı ve sömürgeci ilhakın gerçekleştiği bölgelerde, "topraksız" milliyetçilik ve birlikçi düşünce gelişmiştir. Bu bölgelerdeki siyasi liderlerin büyük bir kısmı Türkiye, Irak, İran ve Suriye'nin birliğini ve demokratikleşmesini istemektedirler.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde özellikle İstanbul merkezli Kürd aydın ve siyasetçilerinin büyük bir kesimi, Osmanlılaşmayı, Osmanlıcılığı ve Osmanlı'nın birliğini savunmuşlardır. Bugün, Kuzey Kürdistan'da ana akım Kürd siyaseti, onları takip ederek hatta daha geri bir çizgiyi savunarak, Kürd milliyetçiliğinin önünü kesmek için ona ilkellik atfederek Türkiyelileşmeyi, Türkiye'nin birliğini ve demokratikleşmesini savunmaktadır. Aynı şekilde, Güney Kürdistan'ın Süleymaniye şehrinde bazı siyasi hareketlerin Süleymaniye'nin Irak'a bağlanmasını ve Irak'ın birliğini savunmaları büyük benzerlik arz etmektedir.
Öte yandan, 1900'lü yılların başında Şeyh Abdüsselam Barzani'nin temsil ettiği toprak temelli milliyetçiler, o dönemde dil ve bağımsızlığı savunmuşlardır. Şeyh Abdüsselam Barzani ile başlayan, Mela Mustafa Barzani ile devam eden bu çizgiyi bugün takip eden Kürd siyasi aktörlerinin bağımsızlık ve devlet talep etmeleri arasında büyük bir benzerlik vardır. Bu olgunun incelenmesi, tartışılması ve üzerinde dikkatle durulması gerekmektedir. Bu bağlamda, Kürd milliyetçiliğinin tarihsel gelişimini ve bu süreçte entelektüel birikimin rolünü anlayabilmek için hem Osmanlı İmparatorluğu dönemi Kürd aydın ve liderlerinin hem de günümüz Kürd siyasi hareketlerinin incelenmesi önemlidir. Özellikle toprak temelli ve topraksız milliyetçilik kavramlarının, Kürd toplumu üzerindeki etkilerini ve bu iki yaklaşımın Kürd milli bilincinin oluşumundaki rollerini analiz etmek, Kürd siyasetinin geleceğine dair bir perspektif sunabilir.
Kaynakça
Kardam, Ahmet, Cizre-Botan Beyi Bedihan Direniş ve İsyan Yılları, İstanbul: Dipnot Yayınları
Temel, Celal, İlk ve Orta Kuşak Kürd Önder ve Aydınlar, İstanbul: İBV, 2024.
Kürdistan Devriminin Yolu, PKK manifestosu, 1978, 6. Baskısı.
Yûsiv, Helîm, Tirsa Bêdiran, Peywende Yyaınları: İstanbul, 2016.
Şarman, Mihemed, Kêmber, İstanbul: Avesta Yayınları, 2015.
Kafkasya Kürdistan'ında entelektüel birikim, Rus Kürdolog İ. A. Orbelli'nin öncülüğünde şekillenmiştir. Orbelli'nin ardından, öğrencisi Qanatê Kurdo, 1961 yılından itibaren Leningrad Kürdoloji Bölümü'nün başkanlığını üstlenmiş ve 1985 yılına kadar 25 yıl boyunca bu alanda önemli çalışmalar yürütmüştür. Qanatê Kurdo, Kürd dili, edebiyatı, etnografyası ve folkloru üzerine 100'ün üzerinde eser kaleme almıştır. Bu süreçte, Erebê Şemo, Emînê Evdal, Casimê Celîl, Wezîrê Nadirî, Ahmedê Miraz, Cerdoyê Genco, Heciyê Cindî, Eliyê Evdirrehman, Usivê Beko, Seîdê Îbo, Simoyê Şemo, Eskerê Boyik, Mikayilê Reşît, Karlanê Çaçan, Miroyê Esed, Sima Semend, Ordîxanê Celîl, Xelîl Muradov, Fêrîkê Usiv, Aramê Çaçan, Nado Mahmudov, Egîtê Xudo, Emerîkê Serdar, Çerkezê Reş, Tital Muradov, Tosinê Reşîd, Torinê Osman, Hinara Tacdîn, Timûrê Xelîl, Ahmedê Gogê, Elîxanê Memê ve Ezîzê Gerdenzerî gibi önemli isimlerin çalışmaları öne çıkmıştır. Bununla birlikte, Gürcistan'ın başkenti Tiflis'te de Baxçoyê Îsko, Şikoyê Hesen, Taharê Biro, Ezîzê Îsko ve Çerdoyê Esed gibi Kürd yazarlarının etkileyici eserler verdiği belirtilmelidir.
Kürdistan’ın güneyinde Kürd milli uyanışının merkezleri medreselerdir. Çalışmalar esas olarak medreselerde yürütülmektedir. 1958'den sonra Bağdat Edebiyat Fakültesi bünyesinde Kürdçe Kürsüsü açılmıştır ve bu kürsü bünyesinde filoloji çalışmaları yapılmıştır. 1970 yılında yapılan otonomi antlaşmasından sonra Bağdat’ta kurulan Kürd Akademisi, Kürdoloji alanında kısa zamanda önemli bir bilimsel merkez hâline gelmiştir. Kürd Akademisi bünyesinde yılda bir kez çıkarılan ve her sayısı 800 sayfa olarak yayımlanan Kürd Bilim Akademisi Dergisi, Kürdoloji bilimi açısından zengin bir kaynaktır. Dr. Kemal Mazhar Ahmed ve Cemal Nebez’in çalışmaları da çok önemlidir. Ayrıca Alaaddin Seccadi (1915-1984), Prof. Maruf Xeznedar (1932) ve Dr. Mustafa Resul’ü (1934) de anmak gerekir.
Kürdistan’ın doğusunda uzun süredir dikkat çekici Kürd araştırmaları yapılmaktadır. Bu konuda Mukriyanı Ailesi bireylerinin önemli katkıları olmuştur. İran ve Kürdistan’ın doğusunda özellikle çeviri çalışmalarıyla Kürdolojiye katkı sunan Kerîm Husamî, Seyîd Muhammed Semedî ve Abdullah Hesenzade’nin bazı çalışmalarına da değinmek gerekir. Kürdistan’ın doğusunda yapılan çalışmalardan biri de Kürd biyografi çalışmalarıdır. Bu alanda, Baba Mardux Ruhanî, Sadık Şafizade ve Salih İbrahim Muhammed’in çalışmalarında önemli katkılar görülmektedir.
Kürdistan’ın batısında 20. yüzyılın ikinci çeyreğinde (1925-1945) bir araya gelen Kürd aydınlarından özellikle Celaded Bedirxan (1897-1951), bir Kürdolog olarak, Kürd Dili ve Edebiyatı ile Kürd Tarihi alanlarında çok önemli çalışmalar yapmıştır. Celaded Bedirxan’ın devrim niteliğindeki en büyük çalışması, kuşkusuz Latin harfleriyle Kürd alfabesini düzenlemesi ve bu alfabeyle Hawar (1932-1943) dergisinin yayımlanmasıdır. Ayrıca Ronahî (1942-1945), Roja Nû (1943-1946) ve Roja Nû’nun bir eki olarak çıkan Stêrk dergileri de önemli yayınlardır. Fransa’da 20. yüzyılın başlarında başlayan Kürdoloji çalışmaları, 1945 yılında Paris’te açılan Kürdoloji Kürsüsü’nün çalışmaları içinde devam etmiştir.
İstanbul 20. yüzyılın başında, Kürd araştırmacıların Kürdoloji çalışmalarını yürüttüğü önemli bir merkezdi. Kürdistan’ın kuzeyi, doğusu ve güneyinden gelen çok sayıda aydın bu çalışmalara katılmıştır. Halil Hayali, Hacî Qadirê Koyî, Emin Ali Bedirxan, Seîdî Kurdî, Kürdizade Ahmed Ramiz, Mevlânazade Rıfat, Kemal Fevzi, Müküslü Hamza, Memduh Selim, Şeyh Şefik Arvasi, Muhammed Mihri Hilav, Şükrü Mehmed Sekban, Ekrem Cemilpaşa, Kadri Cemilpaşa, Mikdat, Abdurrahman, Celadet, Kamuran, Sali, Abdürrezak ve Süreyya Bedirxan ve daha birçok aydın ve araştırmacıyı sayabiliriz. Birinci jenerasyondan olan Halil Hayali, Hacî Qadirê Koyî, Emin Ali Bedirxan, Mikdad Midhat Bedirxan, Abdurrahman Bedirxan ve Abdullah Cevdet gibi isimler, daha sonra gelen aydınlara hocalık ve ağabeylik yapmıştır. Bu dönemde yapılan en önemli çalışmalardan biri, 22 Nisan 1898’de Mısır’ın Kahire şehrinde Mikdad Midhat Bedirxan tarafından çıkarılan Kürdistan gazetesidir. Gazetenin 5. sayısından itibaren sorumluluğu, Abdurrahman Bedirxan üstlenmiştir. Aynı dönemde Kürdoloji çalışmalarına da destek veren şu cemiyetler kurulmuştur: Kürdistan Azm-i Kavî Cemiyeti (1900), Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti (1908), Kürd Talebe Hêvî Cemiyeti (1912), Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti (1912), Kürdistan Teali Cemiyeti (1918). Kürd Tamim-i Maarif ve Neşriyat Cemiyeti bünyesinde 1910 yılında kurulan Kürd Meşrutiyet Okulu da açılmış ancak uzun ömürlü olmamıştır. Okulun kuruluşunda Dr. Abdullah Cevdet, Bedirhanzade Abdurrahman Bey, Bediüzzeman Said Efendi, Mutkili Halil Hayalî Efendi ve Kürdizade Ahmed Ramiz de bulunmuştur. İttihat ve Terakki yönetimi, okulun uzun süre faaliyet göstermesine izin vermemiştir. II. Meşrutiyet döneminde yayımlanan Kürdistan Teavün ve Terakki gazetesi, Şark ve Kürdistan Gazetesi, Roji Kurd, Hetawi Kurd ve Yekbûn dergileri ile 1918-1920 sürecinde yayımlanan Jîn, Kürdistan ve Serbesti dergi ve gazeteleri bu dönemde Kürdoloji adına önemli çalışmalardır. İstanbul’da 20. yüzyılın başında o dönemdeki Kürd aydınlarının çoğuna hocalık yapmış Hacî Qadirê Koyî’nin Kürdoloji çalışmaları çok değerlidir. İkinci Xanî olarak kabul edilen Hacî Qadirê Koyî modern Kürd milliyetçiliğinin öncüsüdür. 700 sayfalık divanı ne yazık ki İttihat ve Terakki yönetimi tarafından ele geçirilip imha edilmiştir.