Kürdistan Meselesine Sosyal Bilimler Metodolojisiyle Bakmak

218 devletin sahibi olan milletler; devletlerinden vaz geçeceğini, sahip oldukları sınırları kaldıracaklarını, sahip oldukları milli bayraklarını yırtıp atacaklarını ve Kürtlerle birlikte dünyayı yönetmek için siyasal egemenliği ortak ve eşit kullanacaklarını beyan etsinler; bizde millet olarak devlet istemeyeceğimizin sözünü tüm dünyaya deklare edelim!

Kadir Amaç

06.08.2015, Per | 11:41 [ Güncellenme: 06.08.2015, Per | 12:55 ]

Kürdistan Meselesine Sosyal Bilimler Metodolojisiyle Bakmak
Makaleyi Paylaş

Kürdistani çalışmalarımızı yakından takip edenler, kendimize has ve özgün bir epistemoloji ve metodoloji takip ettiğimizi gayet iyi bilirler. Bu mütevazi çalışmalarımızın amacı Kürdistan davasına rasyonel ve entellektüel bir zaviye kazandırma gayreti taşımaktadır.

Akademik çevrelerin büyük bir bölümü, batıda sosyolojinin kurucularının Weber, Marks, Comte, Simmel, Durkheim ve benzeri isimlerin olduğunu bilir. Özellikle modern dünyanın en büyük eğitim ve bilim kurumları bahis konusu ettiğimiz sosyologları hem hatıra ajandasına kayıt ediyor hem de bu sosyologların bıraktığı eserlere büyük ilgi gösteriyor. Ancak sosyolojinin asıl fikir babaları olan İbni Haldun, Le Play ve Schhaffle\'yi okumayı bırakın, bu isimleri hatırlayan çok az saıyıda sosyoloji profesörü ve öğrencisi vardır.

Bu anlamda dünyada en iyi düşünce ve bilim adamı çıkaran Frankfurt ve Chicago Okuludur diyebiliriz. Dolayısıyla Kürdistan entellektüalizmi, Frankfurt ve Chicago Okulundan ilham alarak, Kürdistan\'ın milli ve rasyonel hafızasına muazzam katkılar sunabilir.

İkincisi, Kürdistanlı Marksistlerin ve dindarların büyük bir çoğunluğu, Weber ve Emile Durkheim\'in siyaset sosyolojisiyle ilgilenmemiş ve Max Weber\'in, Marksist düşünceyle arasındaki temel fikir ayrılığının şu iki esastan kaynaklı olduğundan habersizdir:

Weber enternasyonalizme dayalı egemenliğe karşı tavır alarak, Almanya\'nın siyasal ve toprak egemenliğini ateşli bir biçimde savunmuştur. Weber; Marksistler gibi her şeyi ekonomik olandan siyasi olana değil, siyasi olandan ekonomik olana doğru yöntem izlemiştir.

Weber bu düşüncesini, Macaristanlı sosyalist ve filozof Georg Lukács\'a şu eleştiriyi yazarak belirtmiştir: \"Bu deneylerin yüz yıl boyunca sosyalizme güvensizlikten başka hiçbirşey getirmeyeceğine inanıyorum kesinlikle. Liebknecht\'in yeri tımarhane, Roza Luxembourg\'un yeri ise hayvanat bahçesidir\" (1)

Max Weber, ekonomik varoluş mücadelesiyle Alman milletinin \"huzurlu ve özgür” olabileceğini düşünmediği gibi; bende Kürt milletinin bağımsızlığının, özgürlüğünün ve saadetinin siyasal İslam ve sol tandanslı ideolojilerle gerçekleşeceğine hiçbir şans vermiyorum.

Bu çalışmalarımızı ve önerilerimizi hasta ruhlu ve bencil olan bazı aydınlarımız, siyasetçilerimiz ve işadamlarımız kibirlerinden dolayı ciddiye almayabilirler. Bu anlamda Max Weber ve Nietzsche\'yi de önceleri Alman siyaseti adam yerine koymamıştı. Çünkü Weber, Alman siyasetinin olgun olup olmadığını sorguluyordu; Almanya ülkesinin, siyasi güç ve çıkarlarını ateşli bir biçimde savunuyordu. Ama zamanı geldiğinde anlaşıldılar. Öyleki ölümlerinden hemen sonra dünyada kitapları ve fikirleri en fazla rağbet gören şahıslar oldular.

Dolayısıyla beni bir Kürt aydını olarak görenlerin takdiriyle ben aydın olmuyorum. Bu bağlamda tıpkı Max Weber gibi düşünüyorum. O şöyle demişti: “ Entellektüel dürüstlüğünü görmek isteyen kişi, bunu önce Marks ve Nietzsche’nin karşısında sınamalıdır.”(2) Dolayısıyla, Kürdistan’ın ve dünyanın en iyi aydınları beni aydın olarak sınadıkları vakit, bu anlamlı ve değerli olacaktır.

Kürt aydını tam da bu noktada Kürdistan davasına giriş yapmalı ve artık sol ve İslamcı “objektivizmin” sömürgeci “kehanetlerini”, Marks ve Muhammed\'ten ayetler okuyarak suçlarını ve günahlarını çürütmekle vakitlerini, enerjilerini ve yeteneklerini heba etmemelidir. Çünkü bu konu, Kürt aydınları ve siyasetçileri tarafından siyaset sahnesinde, televizyon tartışmalarında, sanal medya üzerinde fazlasıyla tartışılmış ve fazlasıyla ispatlanmıştır.

Ancak Kürdistan davasının kolonyalist unsurlarla yaşadığı siyasal ve sosyolojik fenomenleri; empirik-deneysel bilgi, siyaset bilimi ve aksiyoloji bilim yöntemi kullanılarak; bu alanda eser yaratamamış, bu alanda ihtisaslaşmış bir grup Kürt entellektüel kuşağı yetiştirememiş ve Kürdistan davasını, bilim ve entellektüel dünyasına taşıyamamış olması oldukça düşündürücüdür.

İkincisi; Kürdistan’ın bağımsızlığı, özgürlüğü ve mazlumiyeti konusunda Türk devletinin ne kadar müstekbir, patrimonyal ve kolonyalist bir siyaset ahlakına ve devlet yönetme kurnazlığına sahip olduğunu, Fransız siyaset bilimci Bodin ve İtalyan siyaset bilimci Makyavelli ta dört yüz yıl önce kavrıyor; fakat Kürt aydını ve siyaseti hala Türk-Arap-Fars devletinin ne kadar emperyalist bir karaktere sahip olduğunu kavramakta güçlük çekmektedir. Çünkü her ikiside sosyal bilimlerle ilgili yeterli eser okumuyor. Biri fantastik romanlarla özgürlük arıyor, diğeri Arap şeyh ve kralların şatafatlı dünya görüşüyle modern dünyada Kürt siyasetini belirlemeye çalışıyor. Sonra her ikisi de ortaya çıkıyor, Kürdistan meselesinin başarısız olma sebebini, gerilla ve peşmerge güçlerine bağlıyor.

Çünkü sahip olduğu antagonizmanın, rengi ve iklimi henüz ortaya çıkmamıştır. Çelişkilerle dolu bir zindan yaşıyor. Diğer taraftan, psikolojik ve pragmadist bir açık cezaevi hayatına mahkumdur. Oysa ki sömürgeciliğin zihin kalıplarını, bilimsel ve Kürdistani okumalarla paramparça edebilse, ontolojik ve primordial ( kökleri eskilere dayan milliyet) özgünlüğüne ve özgürlüğüne kavuşabilir.

Tam bu noktada Max Weber, “Tanrı ve Şeytan arasında bir seçim yapmaktan ve çatışan değerlerden hangisine “Tanrı” hangisine “Şeytan” tarafından hükmedileceğine dair nihai bir karar vermekten kaçarlar.” der. (3) Sözleri Kürt siyaseti ve Kürt aydını için hem düşündürücü hem de ilham verici olmalıdır. Yani insanlar \"Tanrı\" ve \"Şeytan\" arasında nasıl kesin bir tercih yapmak zorunda kalıyorsa; Kürt aydını ve siyaseti de, sömürge devletler ve Kürdistan meselesi hakkında kimden yana taraf olduğunu net bir şekilde ortaya koymalıdır.

Kürt coğrafyasının Ortadoğu’da olması, bu coğrafyanın komşularının müslüman milletlerden olması ve Kürt coğrafyasını ganimet gibi hoyratça kullanmaları, bu coğrafya üzerinde egemenliklerini Tanrı adına inşa etmeleri ve bu egemenliğe karşı koyan Kürtleri Şeytan belirlemeleri, Max Weber’in “Tanrı” ve “Şeytan” değer tercihleri tam bu noktada kafamıza kurşun gibi sıkılmış oluyor.

Bu mahfilde toplum bilimcilerin büyük ekseriyeti, siyasal egemenliğin ve savaşın bir tek değil bir çok sebebinin olduğunu ileriye sürmüşlerdir. Postmodern toplum bilimciler ise siyasal egemenliğin ve savaşların çıkış sebebini daha farklı bir habitatda ele almış ve bu durumu “mikro ve makro teoriler” başlığı altında toplamıştır.

Mikro Teoriler: Toplum bilimciler mikro teorilerini, genelde psikoloji ve biyoloji bilimiyle açıklar. İnsanlık tarihinden günümüze kadar, evrim ve determinist yasalar insanların biyolojik ve psikolojik olarak; yiyecek bulma, barınma, ailelerini koruma ve üzerinde yaşadıkları toprakları savunmak için savaşa sürüklemiştir. Tabii ki devletler ve milletler arasında savaş çıkmasının nedenleri yanlız biyolojik ve psikolojik durumla izah edilemez. Öyleki birçok toplum bilimcinin söylediği gibi; neden birçok devlet ve birçok millet devamlı savaş halinde değildir? sorusuna sanırsam en güzel yanıtı Erich Fromm’un “Sevginin ve Şiddetin Kaynağı” , “İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri” ve Elias Canetti’nin “Kitle ve İktidar” adlı eserleridir. Makro Teoriler: “Genel olarak tarih ve siyaset bilimine dayanırlar.” Bu teorinin uluslararası davranış aforizması si vis pocem para bellum (barış istiyorsan savaşa hazır ol). Amerikan siyaset bilimci Jones Walter; bu teorilerin esas itibariyle devletlerin rakiplerine siyasal egemenliğini, gücünü ve ihtiraslarını dayatma olarak değerlendirmiştir.(4)

Bu bağlamda, “Tanrı” ve “Şeytan” değer parametrelerini şu örnekle müşahhaslaştırmak mümkündür. Bilindiği gibi Kürt siyaseti PKK ve onun lideri olan Abdullah Öcalan 1999’dan 2013 yılına kadar Türk devletiyle hak, adalet ve kardeşlik temelinde savaşa son verip barışmak istediğini her fırsatta ısrarla talep etmişti. Bu vesileyle Mayıs 2013 yılında ateşkes ve barış süreci başlamış olacaktı.

Ancak Türk devleti mayıs 2015’ten, ta ateşkes ve barış sürecinin sona erdiği 24 Temmuz 2015 gününe kadar, Kürtlerin özgürlüğüyle ilgili hiçbir adım atmamış ve bu süre içinde her defasında bir hileye başvurmuştu. 24 Temmuz 2015 tarihinde bir grup Türk savaş uçağı PKK’nin Güney Kürdistan’daki kamplarını bombaladığında, dünyadaki haber ajansları ayağa kalkmıştı. Türk devletinin, Kürdistan coğrafyasına yönelik gerçekleştirdiği bu hava saldırılarını manşetten haber yapan ülkelerden biri de Belçika gazeteleri olacaktı.

Gazetelerin manşetlerine taşıdıkları bu bombardıman haberiyle ilgili yüzlerce okuyucu internet üzerinde yorum yapmış ve yorum yapan okuyucuların büyük bir bölümü göçmen Türklerden oluşuyordu. Yorumcuların geriye kalanların bir kısmı Flaman, bir kısmı Fransız ve bu yüzlerce yorumların içinde iki Kürdün yaptığı yorum ayrıca dikkat çekiyordu.

Yorumların büyük çoğunluğunu yapan Türk okuyucular; “Kürtlerin terörist bir millet” olduğunu, bu “terörist Kürtlerin” devletlerini parçalamak istediklerini, Belçikalı yorumcuların bu teröristlere destek verdiğini, ülkelerinde yaşayan onbinlerce Kürde oturma izni verdiğini ve bundan dolayı aynı suçu işlediklerini iddia etmişlerdi. Türk yorumcuların diğer bir bölümü ise şöyle dua ediyordu: “ Allah’ım, devletimizi terörist Kürtlerden koru!”

Yukarıda belirtiğim örneğe duygularımı karıştırmayacam; fakat toplum bilimci Le Play’ın ilk olarak aileler ve göçmenler üzerine denediği monografi yöntemini referans alarak şu yaşadığım sosyolojik gerçeği Kürt tarihiyle paylaşmak istiyorum:

Sosyal bilim ve din bilimiyle yakından ilgilenen biri olarak altı yıldır Avrupa\'da yaşıyorum. Bu zaman aralığında Avrupa ülkelerinde binlerce Türk-Arap-Fars insanıyla sohbet etme imkanım oldu. Sohbet ettiğim tek bir Türkün, tek bir Arabın ve tek bir Farsın devletlerinin Kürdistanı işgal ettiğine ve Kürt milletine akıl almaz yöntemlerle zulüm ettiğine dair dillerinden dökülen tek bir kelimeye tanık olmadım. Onlardan duyduğum tek şey şuydu: “Biz kardeşiz”

Kürtler tam bu noktada, Tanrı ve Şeytan tuzağına düşmemelidir. Evet düşmanlarına karşı politik olacaktır; ama düşmanlarının hiçbirinin hiçbir sözüne inanmamalıdır. Çünkü Kürt siyasetinin ve işgalci devletlerin arasındaki tek belirleyici olan uluslararası düzeyde yapılan antlaşmalardır. Yoksa işgalci devletlerden biri Kürde \"kardeş\" demiş, diğeri \"biji Kürdistan\" demiş; siyaset biliminde işgalci devletlerin sözlerinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

Dolayısıyla Tanrı ve Şeytan’ın savaştığı en büyük arenanın Ortadoğu coğrafyası olduğu gerçeğini hem Tevrat hem İncil ve hem de Kuran dillendirmiştir. Ayrıca Ortadoğu coğrafyasını ve İslam ümmetini ne Tanrı\'nın 124 ahlak peygamberi ne Şeytan’ın onlara vaad ettiği ihtiraslar ne postmodern çağın filozofları ne de postmodern çağın merkantilistleri onları ikna edebilmiş ve ne de onların huzuru için demokratik bir medeniyet inşa edebilmiştir.

Ve en önemlisi Muhammed\'in ve Marks\'ın ütopyasına çağın postmodern insanı, toplumu ve devleti ilgi göstermemiştir. Yani modern ve seküler çağın vitrininde en az rağbet gören ve en az alıcısı olan Muhammed ve Marks’tır. Dolayısıyla nostaljik inanç ve ideolojiyle Kürdistan davasına fantaziler yaşatmak, Kürdistan ülkesine ikinci bir felaket yaşatmak gibidir.

Bu noktada Emile Durkheim’in daha çok sanayi toplumlarını analiz ettiğini biliyoruz. “Ben bir sanayiciysem, yüzyıl öncesinin usül ve yöntemleriyle çalışmamı hiç bir şey önleyemez; ama bunu yaparsam mahvolacağım kesindir.” (1) Çünkü geriye dönüşü ve geriye dönüşün bilgi ve yöntemiyle yaşamı mamur etmeye kalkışmak, Afganistan ve Küba’nın uğradığı akibetin aynısıdır.

Dolayısıyla, vahşi Ortadoğunun ve müstekbir Türk-İran-Arap devletlerinin demokratikleştirilmesi için tek bir çare kalmıştır: Dünyanın en iyi filozofları, en iyi hukukçuları, en iyi ahlak bilimcileri; Tanrı ve Şeytan’la bu meseleyi son bir kez görüşmeleri...!

İkincisi: Kürt milleti kendi devranlarına ve feleklerine şöyle seslenmelidir: Ey felek! Neden Kürt miletinden hariç hiçbir millet, Muhammed ve Marks\'a Kürtler gibi aşık ve maşuk değil! Neden Kürtler hep başkalarına aşık ve maşuk? Neden kendilerine ve topraklarına aşık ve maşuk olmuyor?

İşte tam bu noktada bu sorulara yanıt bulmak için, Kürt siyaseti ve Kürdistan üniversite gençliği, milletlerin siyasal egemenlik anatomisini “Rahip Devlet”ten “Kral Devlet” e, “Kral Devlet”ten Ulus Devlet”e ve “Ulus Devlet”ten ”Postmodern Devlet”e tekamül yolculuğuna önce Ahmedé Xané, Farabi, İbni Haldun, Jean Bodin ‘le başlamalıdır. Nikolaya Makyevelli, Thomas Hobbes ve Rousseau’la bu alışkanlığa devam etmek; Jean François Lyotard , Carl Schmitt, Tehodor Herz ve Richard Falk’la finale taşıyarak, siyasal egemenliğin postmodern çözümlemesini sosyalleştirerek ve bu meseleyi dünya devletler gündemine taşıyarak Kürdistan milletinin bu kötü ikbaline son verebilir.

Tam bu noktada devletle ilgili önerdiğimiz tüm okumaların dökümünü Emile Durkheim şu sözlerle özetliyor: “ Yurttaşlar devletin faaliyetlerinden düzenli olarak haberdar ediliyorlarsa ve devlet de halkın bütün kesimlerinin duygularının ve isteklerinin farkındaysa, orada demokratik bir düzen vardır demektir.”

Bir milletin toprak sınırları hiçbir doğal özelliğe ve hiçbir doğal zenginliğe sahip olmasada, siyaset bilimci Anthony Giddens\'in dediği gibi \"muazzam bir simgesel değer\" kazandırır. Tabii ki Kürtlerin, sahip olduğu ekonomi, petrol ve doğal zenginlik kaynakları çok önemlidir. Ancak bu saydıklarımıza hüküm eden ve onu dünya pazarlarına taşıyan ne bir devletleri ne de siyasal bir egemenliği vardır. Bu anlamda Kürt siyasetine ve Kürt aydınına devletsizliği dayatan devletlere, ideolojilere ve dinlere şunu demesi oldukça haklı ve bilimsel bir savunma olacaktır:

218 devletin sahibi olan milletler; devletlerinden vaz geçeceğini, sahip oldukları sınırları kaldıracaklarını, sahip oldukları milli bayraklarını yırtıp atacaklarını ve Kürtlerle birlikte dünyayı yönetmek için siyasal egemenliği ortak ve eşit kullanacaklarını beyan etsinler; bizde millet olarak devlet istemeyeceğimizin sözünü tüm dünyaya deklare edelim!

İkincisi, Kuzey Kürdistan topraklarına Türkiye denilmektedir. Oysa ki dünyanın en iyi ve en kötü tarihçileri bu coğrafyanın Türk coğrafyası olmadığını gayet iyi bilirler. Türkiye olarak isimlendirilen bu toprakların bir bölümü Yunan, bir bölümü Lazistan ve büyük bir bölümü Kürdistan topraklarından müteşekkildir. Dolayısıyla neden göçmen ve işgalci olan bir millet Kürdistan, Yunan ve Laz toprakları üzerinde kendi milleti adına bir devlet kursun? Bu asla bir hak ve adalet değildir! Bu hak Kürt milletinin hakkıdır. Çünkü Kürtler hiçbir milletin toprakları üzerinde devlet olmadı ve olmayıda asla istemiyor. Dolayısıyla Kürtler neden kendi öz toprakları üzerinde özerk olsun? Neden kendi öz toprakları üzerinde federasyon olsun ? Kürt siyaseti ve Kürt aydını Kürt milletine dayatılan bu kadere asla razı olmamalıdır.

[email protected]

twitter.com/KADIRAMAC

Kaynak:

1-Siyaset Sosyolojisi, Anthony Giddens, Metis Yayınları, Sayfa 36-134

2- Sosyal Bilimlerin Metodolojisi, Max Weber, Küre Yayınları, Sayfa 12

3- AGE, Sayfa 43

4- Siyaset Bilimi, Roskin|Cord|Medeıros|Jones, Adres Yayınları, Sayfa 378

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
7032 kişi tarafından görüldü.
Son Güncellenme:20:38:08

Yazarın Önceki Yazıları

Kürtler Filistinli değildi, Türk devletide İsrail Değil! Musul Operasyonu ve 'Çılgın Türkler' Kürd’ü, Kur'an’la Sömürmek! Öjenist Felsefe Ve Irkların Genetik Anatomisi Fırat’ın Doğusu da, Batısı da Kürdistan! Askeri Darbe ve Kürtlerin Tavrı Kahr Olsun! ‘Fe veylun lil musallîne’ Ehli Homa Şima Qehr Bikero! İşgalci Devlet ve Müşrik İslamcılar! Siyasal Ontoloji Meclîsa Tırkon ù HDP Dost û Neyare Kordon Komo? 1 Mayıs Kürtlere Bir Taht Birde Taç Lazım! Hoş Geldin! Kürdistan Aydınlar İnsiyatifi 'Mayflower Sözleşmesi' Ve Kürdistan Meselesi 'Biz İslam kardeşiyiz' Öyle mi? Muhammed’i öldürdüler, İslam’ı Zehirlediler! Psikolojik Kürtler! Kürdistan Haktır Ve Nurunu Tamamlayacak! Amed’in Dört Minaresini ve Onun Elçisini vurdular! Kürtlerin İslam’la Eşekleştirilmesi! Terör ve Kürdistan Ahmet Taşgetiren’e Cevap! Kürt Hizbullah’ın Siyasal Anatomisi-1 Kürt Hizbullah’ın Siyasal Anatomisi-2 'Kara ve Deniz' Diyalektiği Ve Müslüman Halklar Meselesi Kürt Milletinin Tipolojik Anatomisi Kürtler Kendi Topraklarının Hükümdarı Olmak İstiyor! Kürdistani Mücadelede, Vatan ve Millet Sevgisi Siyasal Egemenlik Savaşla Başlar, Barış Müzakeresiyle Paylaşılır! Milletlerin Siyasal Egemenlik ve Kardeşlik Hukuku Aynı Şey mi? Sevgili Kürdistanlı genç kardeşlerim! Modern Ulus Devlet Temelinde Kürdistan’ın Siyasal Egemenlik Hakkı Milletlerin Ontolojik Sosyolojileri ve Kürdistan Milleti Kürdistan Bağlamında Millet-Milliyet ve Milliyetçilik Meselesi Kerkük’ün zaferi, Kürdistan’ın zaferidir! Yeryüzünde ancak köleler devletsiz yaşar Medine Vesikası ve Kürdistan Meselesi
x