\'İnsanlar hükümetten korktuğu zaman zorbalık vardır; hükümet insanlardan korktuğu zaman özgürlük vardır\' Thomas jefferson
(Bu çalışmayı Kürt kadın savaşçısı Ekim Wan’a ithaf ediyorum)
Terör ve terörist kavramları teorik ve içerik olarak siyaset biliminin ve siyaset sosyolojisinin üzerinde tanımlamakta zorlandıkları bir konu olmuştur. Bu anlamda yazılan akademik makaleler, forumlar ve tartışmalar söz konusu olan kavramların epistemolojik, metodolojik ve felsefik arketipinin nasıl ve ne şekilde belirleneceği konusu önemli bir sonuç vermemiştir. Ancak bu konunun asıl bileşkesini uluslararası ilişkilerin ve uluslararası kurumların belirlediğini söylemek mümkündür. Keza; siyasi, politik ve ekonomik koşullarla da ilişkilidir. Kullandığımız bu kavramlar, esnek ve kullanılmaya uygundur. Dolayısıyla ucu açık ve tanımı değişkendir.
Hermetizm, ansiklopedi ve siyaset bilimcilerin önemli bir bölümü; yüz yıl içinde terörizm kavramına getirdikleri tanımın ulus devletlerin politik çıkarlarına uygun, bilimsellikten uzak, makyavelist tanımlar olduğunu ileriye sürmüşlerdir.Terörizm kavramının; felsefik ve epistemolojik anaforlardan ayrıştırılmış, arındırılmış bir tanımlamanın da kabul edilemeyeceği çok güçlü ve yaygın politik çevreler tarafından itiraz konusu edilmiştir. Dolayısıyla terörist kavramının etimolojik kökenine değinmenin çalışmamız açısından yararlı olacağını düşünüyorum.
Terörizmin etimolojik kökeni latince olup ”terrere” kökünden gelmektedir. Bu kavramın ilk olarak Fransız İhtilâli döneminde (reign of terror) özgürlüğün ve demokrasinin korunması ve uygulanması için her türlü şiddet faktörünün kullanılmasını ileriye süren bir görüş olarak kendisini deklare etmiştir. Kelimenin o dönemde taşıdığı anlamla günümüzde taşıdığı anlam arasında oldukça büyük bir fark vardır.
Kuran-ı Kerim’de ise terörizm, cebir ve tuğyan kavramlarıyla karşılık bulur. Kuran; Mümtehine, Enfal, Tövbe ve “Medine Sözleşmesi”nde şiddet ve cebir araçlarına hukuki ve insani anlam yükler. Bu karinelerinin hangi koşullarda ve hangi ölçülerde uygulanması gerektiği konusunu vaazederken; aynı zamanda müslüman toplumunu 355 kez barış, sevgi ve rahmet iklimine yoğunlaşmaya teşvik eder.
11 Eylül 2001 tarihinde politik İslamcı örgüt El- Kaide’nin ikiz kulelere yaptığı iddia edilen saldırıdan hemen sonra; terörizmin tarihsel, sosyolojik ve felsefik habitatı sosyal bilimcilerin ilgi odağı olmaya başladı. Oysaki 11 Eylül katliamı gerçekleşmeden önce terörizmin tarihsel, siyasal, sosyolojik ve felsefik anaforları bu denli ilgi ve tartışma konusu yaratmamıştı.
Bu zaviyeden hareketle yüzyıl içinde terörizm kavramına felsefik ve siyasi anlam yükleyen en etkili isimlerin başında Albert Camus, Erich Fromm ve Georges Sorel’in çalışmaları gelmektedir.
Albert Camus “Başkaldıran İnsan” adlı eserinde “Bireysel Yıldırıcılık” ve “Devletin Yıldırıcılığı” başlıklı bölümlerinde “tutku cinayetlerini” ve “mantık cinayetlerini” kategorize eder ve ayrıca insan, siyasi örgüt ve devletin şiddete yönelme temayüllerini ana hatlarıyla ortaya koyar. (1) Erıch Fromm “İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri” adlı eserinde insan beyninde oluşan şiddetin köklerini “Ölümseverlik” başlığıyla okuyucuya sunar. (2)
Georges Sorel’ “Şiddet Üzerine Düşünceler” adlı yapıtında insa’ın şiddete yönelmesinin tarihi arka plarından birinin “mitler” ve diğer sebeplerin “milliyet, din, sınır, sınıf, ideoloji ve siyasal egemenlik”ten kaynaklı olduğunu ileriye sürer. (3) Eflatun ise “Devlet” adlı eserinde şiddet ve terörün kaynağını “ihtiras, zevk arama ve cahillik”le özetler. (4)
1969 yılında Amerikalı James Buchanan’ın “Barış İçin Yıkım” başlıklı makalesi, terör ve şiddet kavramlarına yeni bir metodoloji belirlemesi kazandırmış olsa da çağdaşı olan Rusyalı düşünür Tolstoy ise şiddet araçlarını kullanmadan “barışcıl anarşist” fikrini ortaya atarak dünyanın çok geniş bir bölümünde taraftar bulur.
Bu mahfilden hareketle işgalci devletlerin, anti demokratik devletlerin ve siyasal örgütlerin, milletler ailesine yönelik gerçekleştirdikleri şiddet ve terör eylemlerinin son bulması için yapılan tüm rasyonel, siyasi, hukuki, ahlaki ve dini çağrıların hiçbiri son yüzyıl içinde öldürülen 170 milyon insanın ölmesine engel olamadı.
Aynı şekilde tüm protestolara rağmen tedhiş ve terör uygulayan diktatör devletler ve halk desteğinden yoksun olan marjinal İslamcı örgütler; ekoloji, tarihi mekanlar ve imar alanları üzerinde tüm zamanların en büyük yıkıp-yok etme eylemlerini Kürdistan, Suriye, Irak, Afganistan ve benzeri ülkeler üzerinde gerçekleştirmiştir.
Özellikle klasik ulus devletlerin sadece son yüzyıl içinde milyonlarca insanı, canlıyı, tabiatı ve yaşamın tüm kompartmanlarını yerleyeksan edenlerin sorumlularını, illegal ve terörist örgütler olarak göstermesi oldukça düşündürücüydü. Oysaki siyasal egemenlikten, teknolojik ve ekonomik imkanlardan yoksun olan bu siyasal ve illegal örgütler nasıl oluyorda onca insanı öldürüp ve yaşamı cehenneme dönüştürebiliyordu? Bu hiçte inanılır gibi değildi!
Tıpkı ırkçı Türk-Arap-Fars devletlerinin, kadim Kürdistan ülkesine ve milletine yaptıkları gibi. Bu işgalci devletler kendilerine ait olmayan Kürdistan ülkesini İslam kardeşliği adına işgal ediyor, kendi aralarında dört parçaya bölüyor, yalınayaklı halkı en vahşi yöntemlerle katlediyor. Ve sonra bu işgale karşı isyanla karşılık veren, vatanlarını ve siyasal egemenliklerini tekrar geri almak için meşru savunma yöntemleri dışında hiçbir şiddet yöntemine tenezzül etmeyen halkını, siyasetçilerini ve savaşçılarını terörist olarak gösteriyordu. Tam bu noktada J.Paul Sartre’nin “Özgürlüğü için savaşan çiftçinin yanlız insancılığından sözedilebiliriz, çünkü devrimi gerçekleştirmek için mutlaka öldürmesi gerekir.“ düşüncesi anlam kazanıyor.
Bu zaviyeden hareketle ülkeleri işgale uğramış, siyasal egemenliği elinden alınmış milletler, veya kendi ülkesinde özgür olmayan, demokrasi ve adalet düşmanı olan devlete karşı isyan ve şiddet yöntemine başvuran primordiyal (kökleri eskiye dayan) milletler, tarihin her döneminde rollerini oynamıştır. Dolayısıyla şiddet ve isyan eksenli siyasi ve toplumsal hareketler ya toplumları plüralist bir yörüngeye ya da toplumları ayrılıkçı bir transformasyona taşımışlardır.
Şiddet yoluyla özgürlüklerini elde eden milletlerin tarihinden bir kaç örnek vermek istiyorum: İlk olarak M.Ö. 73 yılında Romalı asker kaçağı ve köle olan Spartaküs’ün özgürlük için başlattığı başkaldırı hareketi, bugün hala tüm özgürlük savaşçılarının ve mazlum halkların hatıra ajandasında yerini almaktadır. Çinli Sun-To M.Ö. 350 yıllarında “Gerilla Savaşı” el kitabını yazar. Kitap; iradesi ve özgürlüğü elinden alınmış ve köleleştirilmiş milletleri zorba yönetimlere karşı nasıl bir gerilla savaşının yürütülmesi gerektiği konusunda aydınlatır. (5) Aynı şekilde Musa peygamber, Firavun’un müstekbirliğine karşı mustazaf Yahudi milletini isyana kaldırmıştır. Son olarak İslam peygamberi Muhammed, Ebu Basir gerilla birliğini kurmuş ve bu özel birlik Mekke’nin aristokrat site devletine yönelik bir dizi şiddet eylemlerini gerçekleştirmiştir.
Bu mahfilden hareketle eski bir söz vardır: “Birinin teröristi başka birinin özgürlük savaşcısıdır.” Amerikalı siyaset bilimci Roskin de, her terörist hareketin arkasında daima bir sebep vardır der. Roskin; Baskların, Kürtlerin, Filistinlilerin ve Tamillerin şiddet araçlarını kullanarak “kendi devletlerini” arzuladıklarını ve bundan dolayı ETA, PKK, FKÖ ve Tamil Tigers’in varlıkları anlamlı karşılandığını söyler. (6)
Bu anlamda Kampoçyalı Pol Pot, 1963 yılında “Kızıl Kmerler” adlı bir gerilla örgütünü kurar. Kurduğu bu örgüt antidemokratik Kamboçya devletinin yönetimini şiddet yoluyla ele geçirir. Lakin kısa bir süre sonra, bu kez kendisine isyan edenleri terörist olarak ilan eder ve ardından bütün muhaliflerini vahşice katleder. (7)
Amerika 1800-1811 yılları arasında ilk zenci ayaklanmasına tanıklık eder. Daha sonra 1965-1968 siyahi isyanları ise çok daha etkili ve çok daha güçlü olmuştur. Amerika’nın büyük şehirlerinde baş gösteren bu siyahi ayaklanmalar, Amerikalı akademisyenlerin ilgisini aniden çekmiştir. Oysa ki Roskin’in dediği gibi “Eskiden şiddeti anormal gören bir çok akademisyen sonunda, siyah militan H.Rap Brown ile aynı hizada şiddet vişne turtası kadar Amerikandır.” fikrini ileriye sürmüş oluyordu.
Stefanos Yerasimos “Milletler Ve Sınırlar” adlı eserinde Avrupa devletlerinin ve milletlerinin bağımsızlık ve siyasal egemenlik için son yüzyıl içinde, birbirlerine karşı kullandığı “terör ve tedhiş” hadiselerinin kronolojisini okuyucuya sunar. Yerasimos, onca yaşanılan felaketlerden sonra buna değip değmeyeceği konusunu şu sözleriyle açıklar: “1939 Dantzig için ölmeye değer mi sorusunu sormadan önce Avrupa 1914’te kendine, Balkanlar için ölmeye değer mi sorusunu sormuştu. Sonunda her ikisi içinde ölündü.” (8) Tam da bu noktada Kürt savaşçıların şiddet araçlarıyla, bağımsız ve birleşik bir Kürdistan için ölmeye değer mi sorusu akla gelmektedir.
Sömürgelerin, sömürgeci devletlerin siyasal egemenliği altından çıkıp, kendi siyasal ve teritoryal egemenliklerini talep etme meselesi gerek Birleşmiş Milletler tarafından, gerekse diğer uluslararası siyasi- hukuki kurumlar tarafından kabul gören ve desteklenen bir “self-determinasyon” hakkıdır.
Bu sebepten ötürü işgalci devletler, Kürt savaşçıların ve yalınayaklı yurtsever Kürdistan milletinin bağımsızlık eylemlerini terörize etmek istiyor.
Çünkü onlar camla elmas parçalarını birbirlerine karıştırarak; dünya devletlerinin, dünya milletlerinin ve Kürt milletinin bunu ayırt etmesini önlemek ve elmas parçalarının da cam kırıntıları arasında yok olup gitmesini arzulamakta.
[email protected] https://twitter.com/KADIRAMAC
Kaynakça
Albert Camus, Başkaldıran İnsan, Can Yayınları Erıch Fromm, İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri, Payel Yayınevi Georges Sorel, Şiddet Üzerine Düşünceler, Epos Yayınları Eflatun, Devlet, Dergah Yayınları Sun-To, Gerilla Savaş Sanatı, Kastas Yayınları Roskin, Siyaset Bilimi, Adres Yayınları Abdurrahman Dilipak, Terörizm, Çekirdek Yayınevi Stefanos Yerasimos, Milletler Ve Sınırlar, İletişim YayınlarıBu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.