Kürtlerin ne devletleri ne düzenli orduları ne de onlara yardım elini uzatacak dost bir devlet ve ne de kardeş bir millet vardır. Ancak uluslararası siyaset ve uluslararası hukuk karinesi, Kürtlerin milli kurtuluş savaşını vermesini ve işgalci devletlerin varlığını ülkelerinden söküp atmasını tartışılmaz meşru bir hak görür.
Avrupa ülkelerinden Amerika’ya göç eden koloniler, sömürge tarihinde sömürgelerin ilki olarak kendilerini yönetmişlerdir. Onlara bu hakkı tanıyan “Mayflower Sözleşmesi” olmuştur. Bu anlamda Kürtler, kendi özvatanlarında bin yıldır sömürgedirler ve millet olarak halada kendilerini sömürge yasalarına göre bile yönetemiyorlar. Bu zaviyeden hareketle Kürdistan davasına entellektüel düzeyde katkı sunmak ve tartışmak için Amerika kolonilerin özyönetim modeliyle bağımsızlık serecamına kısa bir yolculuk yapmakta fayda var.
XVII. yüzyılda Amerika’ya gelen göçmenlerin büyük bir çoğunluğu İngilizdi. Bunun yanında orta bölgelerine Hollandalılar, İsveçliler ve Almanlar yerleşmişti. Güneyde Afrikalı köleler ve kolonilere dağılmış İspanyollar, İtalyanlar ve Portekizliler vardı. Ancak Büyük Britanya Krallığı, geniş bir okyanusun neden olduğu uzaklıktaki Amerikan kolonilerini denetlemesi her geçen gün biraz daha zorlaşıyordu...
Amerikalı kolonileri siyaset tarihinde ilk olarak İngiliz Krallığına bağlı kalmak şartıyla özyönetim uygulamasını başlatmıştı. Her koloni bir hükümet kurmuş ve her koloni kurulan bu hükümetle kendisini yönetmiştir. Amerikalı koloniler 11 Kasım 1627 tarihinde, kendilerini daha iyi yönetmek ve daha güvende hissetmek için, siyasi bir kurum etrafında toplanmış ve bu siyasi kurum aracılığıyla “yasaları, kararnameleri, tüzükleri, anayasaları ve makamları kabul etmek, kurmak ve düzenlemek” için, aşağıdaki “Mayflower Sözleşmesi” denilen belgeyi kabul etmiştir.
“Tanrı’nın adıyla, amin!
Aşağıda imzası bulunan bizler, dinimizin koruyucusu İrlanda, Fransa ve Büyük Britanya’nın hürmete layık kralı James’in sadık bendeleri, Tanrı’nın inayetiyle;
Ülkemizin ve Kralımızın şerefi, hıristiyanlık inancının ilerlemesi ve Tanrı’nın zaferi için ant içerek Virginia’nın kuzey kısmındaki ilk koloniyi kurmak için seyahate çıkmayı; bu vaadlerimizi tek başımıza ya da karşılıklı olarak Tanrı’nın huzurunda yerine getirmeyi; dirlik ve düzenimiz için ve yukarıda bahsedilen amaçların yerine getirilmesi için sivil bir örgüt çatısı altında bir araya gelmeyi; adil ve eşit kanunları, emirleri ve anayasaları koloninin genel çıkarlarına uygun olacak bir şekilde çıkarmayı bütün alçakgönüllülük ve itaatimizle vaad ediyoruz.” (1)
Bu özyönetim modeli “Mayflower Sözleşmesi” Amerikalı kolonilere teritoryal, kendini yönetme ve siyasal egemenlik bilincini ve kültürünü kazandıracaktı. Kolonilerin elde ettikleri bu özyönetim bilinci ve kültürü 13 koloniyi birleştirecek, Amerika ulusunu yaratacak ve bu ulusu bağımsızlığa taşıyacaktı.
Amerika’nın bağımsızlık tarihinden bahsederken, Thomas Paine’nin adını anmamak büyük bir haksızlık olur. Thomas Paine; Amerikalı 13 koloninin, zihin ve gönül dünyasına bağımsızlık fikirlerini pompalayan bir düşünce adamı ve aynı zamanda Samuel, Adams, Thomas Jefferson ve Benjamin Franklin gibi siyasi liderlere bağımsızlık yolunu gösteren bir siyaset bilimcidir.
Kolonilerin İngilizlerle kopuşunu gerçekleştirecek, Amerikan ulusunu yaratacak ve onu bağımsızlığa taşıyacak ilk kıvılcım 5 Mart 1770’te olup, İngiliz askerlerinin Boston’daki varlığı Amerikalı vatandaşları rahatsız edecekti. Koloniler ile İngiliz askerleri arasındaki düşmanlık yeniden şiddete dönüştü. İngiliz askerlerine kar topu atılmasıyla başlayan bu zararsız eylem giderek kitlesel bir saldırıya dönüştü. İngiliz komutan ateş emri verdi. Duman dağıldığında, üç Bostonlunun karlar üstünde ölü olarak yattığı görüldü. Amerikan siyasi tarihine “Boston Katliamı” olarak geçen bu olay “İngiliz kalpsizliğinin ve zulmünün” bir örneği olarak belleklerde yerini aldı.
İkinci kopuş; Amerikalı kolonilerin Concord kentinde, barut ve askeri araç-gereç topladıkları istihbaratını alan İngiliz General Thomas Gage, bunlara el koymak amacıyla güçlü bir askeri birliği harekete geçirdi. İngiliz askerleri birliği bütün gece yol aldıktan sonra 19 Nisan 1775 günü Lexington köyüne ulaştı. Sabahın erken saatlerinde ve bir dakika içinde savaşa hazır konuma geçen “Minutemen” (Dakikalıklar) diye adlandırılan 70 silahlı kolonici ile karşılaştılar.
“Minutemen” grubunun amacı sessiz bir protesto eylemini gerçekleştirmekti; fakat İngiliz askerlerinin komutanı Binbaşı John Pitcairn “Dağılın, kahrolası asiler! Kaçık köpekler!” diye bağırdı. Minutemen grubunun lideri Yüzbaşı John Parker, askerlerine ilk önce onların üzerine ateş edilmezse ateş açmamalarını söyledi. Amerikalılar çekilmeye başladıkları sırada bir silah sesi duyuldu ve İngiliz askerleri Minutemen grubuna ateş açtılar. Bunun ardından “İngilizler süngü hücumuna geçtiler ve sekiz kişiyi öldürüp on kişiyi yaraladılar.” Amerikan’ın bağımsızlığına transandantal fikirleriyle katkı sunan ve filozof Nietzsche’nin hayran olduğu Ralph Waldo Emerson’un meşhur deyimiyle bu olay “tüm dünyada duyulan silah sesiydi!”(2)
Albert Memmi “Sömürgecinin sömürgelerini insanların çoğuna bahşedilen en değerli haktan yoksun bırakır ve sömürgeciliğin sömürgeleştirilene dayattığı yasalar ve yaşam koşulları sömürge milletini özgürlük için savaşmaya mecbur bırakır. ” demiştir.(3)
Bu anlamda, Kürtlerin ne devletleri ne düzenli orduları ne de onlara yardım elini uzatacak dost bir devlet ve ne de kardeş bir millet vardır. Ancak uluslararası siyaset ve uluslararası hukuk karinesi, Kürtlerin milli kurtuluş savaşını vermesini ve işgalci devletlerin varlığını ülkelerinden söküp atmasını tartışılmaz meşru bir hak görür.
Bu mahfilde hareketle kökleşmiş etnik ve siyasi egemenlik çatışmaları realistlere ne kadar uzaksa, sosyal inşacı görüşe göre o kadar yakın. Bu anlamda Stefanos Yerasimos’un, \"Milliyetler ve Sınırlar\" adlı kitabı bana şu hakikati öğretti: Hiçbir ülke ve hiçbir millet savaşmadan, hür ve bağımsız olmamıştır. Hegel\'in dediği gibi; \"Eskiden kimsenin devleti yoktu; fakat şimdi her milletin devleti var\"dı. Ancak sevgili Hegel, Kürt milletinin devletsiz olduğundan habersizdi. Bir millet için neden sınırlar ve siyasal egemenlik olmalı sorusunu soran ve bu soruyu en iyi cevaplayan hiç süphesiz siyaset felsefesi, siyaset sosyolojisi ve siyaset bilimi olmuştur. Bu anlamda Karl Doehring\'in dediği gibi \"Devlet kötü değildir; doğaldır. Onun otoritesini meşrulaştıran hukuk ve adalettir.\" (4)
Bu anlamda Kürtlerin siyasal ve teritoryal konumu nedir? Bana göre modern dünyada kölelik kalkmış olsa bile, milletler liginde kendi öz toprakları üzerinde hala tek köle hayatını yaşayan tek bir millet vardır. Hiç şüphesiz o millet Kürtlerdir. Çünkü vatanları işgal altında, dilleri yasak, siyasal egemenlikleri elinden alınmış ve toprak sınırlarını dünya atlası üzerinde gösteren bir Kürdistan haritaları ve milletler topluluğu arasında dalgalanan bir Kürdistan bayrağı henüz yok.
Kürtlerin hal-i ahvalleri buyken Kürtlerin önemli bir bölümünün hala işgalcilerine demokrat gözüyle bakmaları, onları kardeş görmeleri, fantastik düşüncelerle onlara barış ve kardeşlik elini uzatmaları ve kendi aralarında ise çok sayıda çelişki yaşamaları, küskün ve ihtilaflı olmaları ve birbirlerinin hak ve hukuklarına riayet etmemeleri oldukça düşündürücüdür!
Bu anlamda Türk devleti devletler liginin ve Türk milleti milletler liginin, en ırkçı ve en buyurgan olanıdır. Asla egemenliklerini hiçbir milletle, hiçbir düşünceyle ve hiçbir inançla paylaşmadığını, onun siyasi ajandasından ve dünyanın bilim ajandasından görmek mümkündür. Kürdistan ülkesi ve onun yalınayaklı milletiyle ilgili bütün bilimsel kanıtları ve dini ayetleri bir araya toplayıp kendilerine sunulmuş olsada, yine de her ikiside Kürdistan ülkesinin hakikatini ve Kürt milletinin ontolojik varlığını kabul etmeyecek derecede inkarcıdır.
İkincisi, Türk devletinin Kürdistan ülkesinden ve yalınayaklı Kürt milletinden özür dilemesi, hak, hukuk ve adalet karinesini referans alarak iki millet arasında siyasal egemenliği paylaşmaya niyetli olduğunu gösterecek tek bir bilimsel bulguya ve tek bir hukuki karineye bugüne kadar rastlanmış değildir. Çünkü; Türk devlet geleneğinin zihin kodlarında özür dileme kültürü, demokrasi kültürü ve siyasal egemenliği diğer milletlerle eşit düzeyde paylaşma kültürü yoktur.
Geçmişin siyaset ve devlet kuramcıları Jean Bodin ve Niccolò Machiavelli Türk devlet geleneğinin kimseden özür dilemeyeceğini söyler. Keza modern ulus kuramcıları Antonio Cassese, Richard Falk, Ernest Gellner, Stefanos Yerasimos ve Roskin gibi düşünürlerde aynı fikirdedir. Keza İbni Haldun, Ali Şeriati, Evvart Gladstone, Charles Darwin ve benzeri sosyologlar Arapların bedevi ve vahşi olduğunu, Türklerin barbar ve buyurgan olduğunu, Perslerin kendi geçmişlerine tapan bir millet olduğunu söylerken; Stefanos Yerasimos, “ Toros ve Zagros sıra dağları, üç halkı Arapları, Farsları ve Türkleri birbirinden ayırırken, devleti olmayan Kürtlerin mesken tutuğu bu sıra dağlar bu üç milletin sınırlarınıda belirliyordu. ” (5)
Avusturya-Macaristan; Osmanlı ve Rus İmparatorluklarının parçalanmasıyla birlikte milletlerin uluslaşma süreci başlamış olacaktı. Bu üç imparatorluğun sınırlarında kurulan onlarca ulus devletin içinde Kürtlerin toprakları Kürtlerin rızası ve iradesi dışında gizli diplomasi kanallarıyla Türk(Sykes-Picot ve Lozan), Arap ve Fars’a verilecekti. Dolayısıyla bir milletin başına gelebilecek en büyük felaket Kürt milletinin başına gelmiş olacaktı.
Kürt milletinin kendi öz toprakları üzerinde hem esaret hem de özgürlük psikolojisini en iyi anlatan bir örnek vermek istiyorum. Belçika devlet televizyon kanalında Yahudi bir ailenin Belçika\'dan İsrail\'e geri dönüş hikayesini ibretle izlemiştim.
Belçika\'da yarım asırdır yaşayan İsrailli aile geri dönüş hikayesini şöyle anlatıyordu: “Kendimizi Belçika\'da güvende hissetmiyorduk. Çocuklarımı okula götürdüğümde ve onları okuldan aldığımda, her günümüz büyük bir korkuyla geçiyordu. Ama şimdi kendimi yüzde yüz güvende hissediyorum, canımın istediği her manzaraya, her nesneye ve her insana bakıp çığlık atabiliyorum; çünkü burası benim ülkem...“
Avrupa medeniyetine başkentlik yapan ve dünyanın en iyi demokrasisiyle yönetilen bir devletinde, bir İsrailli aile kendini güvende hissetmiyorsa, kendini hür hissetmiyorsa pekala Kürtler, dünyanın en barbar ve dünyanın en vahşi devletlerin boyundurluğu altında nasıl bir ruh haliyle yaşadıklarını ne kadar tahmin edebiliyoruz?
Sonuç olarak; Kürtlerin, IŞİD\'li teröristleri demokratikleştirmesi ve onlarla adil ve eşit şartlar içinde kardeşçe yaşaması nasıl mümkün değilse; aynı şekilde Türk devletini ve ırkçı Türk toplumunu, demokratikleştirmesi ve onlarla adil ve eşit şartlar içinde kardeşçe yaşaması şu an mümkün görünmüyor.
[email protected] twitter.com/KADIRAMAC
Kaynak Eserler
1- Frances Whitney, Amerikan Tarihinin Ana Hatları, Amerikan Haberler Merkezi, Ankara, 1965
2- Frances Whitney, age, Sayfa 41,42
3- Albert Memmi, Sömürgeciliğin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi, Versus Kitap, İstanbul 2009, Sayfa 96
4- Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar, İletişim Yayınları
5- Stefanos Yerasimos, age, Sayfa 16, 117
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.