Modernliğin siyaset sosyolojisi tüm zamanların en devasa krizini yaşıyor diyebiliriz. Post-modern siyaset sosyolojisinin yaratığı en başat krizlerden biri hiç süphesiz stagflasyon (makroekonomik durum) ve siyasal egemenlik fenomenidir. Dolayısıyla bu saatten sonra insanlık ailesinin hiçbir milleti tarım toplumuna ve imparatorluklara transformasyon yapması mümkün gözükmüyor. Aksine milletler ailesi geri dönüşü mümkün olmayan bir sanayi, üretim, kırtasiye, bürokrasi, nükler enerji-silah, bilimsel ve teknolojik bir donanıma dayalı teritoryal ve modern bir ulus millet oluşturma amelyesine kendini gark etmiştir.
Bu modern ulus devletin küresel ölçekte yürütüğü siyasal egemenlik oryantasyonunu 2003 yılında Virilio “coğrafyanın sonu”, 2005 yılında Huntington milletler ailesinin “medeniyet çatışması”, 2006 yılında ise Fukuyama “Tarihin, dinin ve ideolojinin” sonu olarak yorumlamıştı.
Bu zaviyeden hareket eden Ernest Gellner, siyasal egemenlik ve modern ulus devlet-millet denklemine şöyle vurgu yapar: “ Ulusçuluk, öncelikle siyasal birim ile ulusal birimin çakışmalarını öngören siyasal bir ilkedir. Bu anlamda bir çok modern ulus devletin ulusçuluğun, primordial ve irredantizmin özelliklerinden mahrum oldukları halde neden Versaliyes anlaşmasıyla yaratılmıştır? Bu soruya Ernest Gellner, “Milliyetçilik” adlı yapıtında bize şöyle cevap vermektedir: Bazı ulusların göbek çukuru vardır, bazıları bunları sonradan edinir, bazılarıda yapıştırılır. Gerçektende göbek çukuru olanlar büyük olasalıkla çok azdır, zaten bunun da pek bir önemi yoktur. Önemli olan, modernliğin göbek çukuruna sahip olmayı gerekli kılmasıdır.” (1) Tam bu noktada Hegel’in dediği gibi, bir zamanlar kimsenin devleti yoktu, sonraları kimilerinin oldu ve sonunda artık herkesin devleti var.” gerçeğine işaret ederken; göbek çukuru olan Kürt milletinin elli milyona varan nüfusuyla hala da kendi öz toprakları üzerinde devletsiz yaşadığından haberi olmayacaktı...
İkincisi; Ernest Gellner, “Uluslar ve Ulusçuluk” adlı yapıtında ulusculuğun toplumsal bir ontoloji olduğu, kendiliğinden var olduğu ancak ulusçu bir “uyarıcı” tarafından “acınılacak pineklemelerinden uyandırılmayı” beklemekte olduğuna şöyle vurgu yapar: Bütün umutlarını kaybetmiş tembel, miskin ve köle bir uykuya pineklenmiş milletlerin kararlı uykucular olduğunu, yani ayağa kalkıp yükselmek, ilerlemek, özgür ve bağımsız bir millet olmak istemeyen ve uyandırılmayı şiddetle red edenlerin “kendi kendilerinin kavrayışlarını tersine çevirme imkanı” verdiğini söyler.(2)
Gellner, “uyandırılmayı şiddetle red eden” milletlerin başında kuzey İskoçya dağlıların ve aynı ulusal bilinçten mahrum olan Faslı berberilerin olduğunu söyler. Bunun yanında güney Rusların, Kuzey Ruslarından farklı olduğunu, fakat Ukraynalılar gibi bunu bir ulusal veya milli bir kimlik meselesi haline dönüştürmediklerine işaret eder. Ancak Gellner, “uyandırılmayı şiddetle red eden milletler” adlı tezinde, Kürt milletinin neden uyandırılmayı şiddetle red ettiğini konusuna değinmemesi oldukça düşündürücüdür.
Kürt milleti, İslam kardeşliği adına sığındığı ve kurtuluş gördüğü her limanın başlarına yıkıldığını, altına girmek istedikleri her şemsiyenin yırtıldığını, üzerinde yaşadıkları toprağın ayakları altında şiddetli depremlerle kaydığını, dert ve keder görmüş yüzlerini her güneşe çevirdiklerinde güneşin solduğunu gördükleri halde; bu lanet olası siyasal İslam kardeşliğine olan güvenlerinden dolayı Gellner’ın “uyandırılmayı şiddetle red” tezinin tam da bu noktada Kürtler için geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
Kanatimce Kürt milletinin uyandırılmaya karşı gösterdiği bu refleksi notralize etmek için din ve siyaset sosyolojisine entellektüalist bir hafızanın öncülük etmesi gerekiyor. Çünkü İslam dini asla siyasal egemenliğe dayalı bir din değildir. İslam; kozmoloji, ontoloji ve ahlaki değerleri referans alan hermenötik bir yöntem izler…
İkincisi; bu entellektüalist hafıza Kürdistan’ın din ve siyaset sosyolojisini fonksiyonalist, monografik, strüktüalizim çalışma yöntemlerini takip ederek dinin siyaset üzerinde-siyasetin dinin üzerindeki farmakolojik yönlerini, kitabi ve bilimsel verilerle açığa çıkarılabilinir. Bunun yanında entropi (termodinamik) ve teoloji yasalarını zamanın ontolojik yapısıyla ilgili, felsefik ve siyasal egemenlik konularıyla ilgili akademik çalışmalar yürütülebilinir . Bu anlamda dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Kürdistanlı akademisyenler ve üniversite öğrencileri, milletlerin ve Kürdistan’ın siyasal egemenlik meselesini entropi, teoloji ve ontolojik yasalar ekseninde tartışma geleneğine öncülük yapabilirler.
İşgalci devletlerin sol görüşlü unsurları Kürdistan’ın ontolojik ve siyasal egemenlik yasalarını materyalist düşünceye tahvil ederken, İşgalci devletlerin siyasal İslamcı unsurları ise Kürt milletinin ontolojik ve siyasal egemenlik meselesini eskatoloji fantazilerine tahvil etme yöntemini kullanmışlardır. Unutmayalım ki, fantaziler peşinde koşan sol ve islamcı unsurların siyasal ve ekonomik egemenlikleri vardır. Eğer onlar da Kürt milleti gibi köle statüsünde yaşamış, topraklarını işgalci unsurlara kaptırmış, dilleri yasaklanmış ve siyasal egemenlikleri ellerinden alınmış olsaydı acaba onlar da biz kürtler gibi sınırsız bir dünya fantazisi kurar mıydı?
İşgalci Türk devletinin, Türk solunun ve Türk İslamcı hareketin hak-adalet ve siyasal egemenlik paylaşımında demokratikleşebileceğine inanan Kürtlerin durumu, tıpkı zifiri karanlıkta kalan şu adamın psikolojik misaline benzer:
Zifiri karanlığa gömülen adam aniden şimşeğin çakmasıyla birlikte önünün aydınlandığını düşünerek hızlı adımlarla yürümeye başlar, ancak şimşeğin karanlığı kısa süreliğine aydınlatığını bilmeyen adam öylece kala kaldı zifiri karanlığın tam orta yerinde!
Allah’ın izniyle bu kez İslam kardeşliği adına, milletimizin ve ülkemizin karanlıklar ortasında bırakılmasına izin vermeyeceğiz ve bu kez Mekke, Kudüs, Bağdat, Tahran, Şam ve Ankara’da olmayacağız. Allah’ın izniyle bu kez Kürdistan’ın baskenti Diyarbekir’de olacağız ve onlara şöyle diyeceğiz: Ne siz bizim tapınaklarımızda ibadet edin ne de biz sizin tapınaklarınızda ibadet edelim! Çünkü biz artık sizin kutsal mucize yaratan kutsal tapınaklarınız uğruna, İslam ümmeti uğruna, İslam kardeşliği uğruna, halifelik uğruna, velayeti fakih uğruna, mezhep uğruna, sahabe uğruna, saltanat uğruna, imparatorluk uğruna; Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam devleti uğruna ölmek istemiyoruz! Biz artık sadece ve sadece ülkemizin siyasal egemenliği ve kadrişinas halkımızın özgürlüğü için ölmek istiyoruz.
[email protected]
twitter.com/KADIRAMAC
Kaynakça:
1- Ernest Gellner, Milliyetçiliğe Bakmak, İletişim yayınları, Sayfa 101
2- Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, İletişim yayınları, Sayfa 127-128
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.