16 Nisan referandum sonuçları değerlendirilirken önemli ölçüde birçok çevre “sonucu Kürtler belirledi” tespiti yaptı. Bu tespitten yola çıkarsak 7 Haziran ve 1 Kasım genel seçimlerinin ardından 16 Nisan referandumu, Kürtlerin bir blok olarak sistemi etkileme ve kilitleme potansiyeline ulaştığının bir kez daha teyidi anlamına geliyor.
Evet oyu kullanan bir bölüm yurtsever muhafazakar Kürt, 7 Haziran seçimlerinde tercihlerini HDP’den yana kullanmışlardı. HDP’den giden kısmi evet oylarının bu kesimlere ait olduğu tahmin edilmektedir. Zaten 7 Haziran seçimleri ardından HDP’nin muhafazakar Kürtleri konsolide edip, bünyesinde tutup tutamayacağı sorusu söz konusu kesimlere ilişkin tartışma konusuydu.
PKK’nin şehir savaşları ve içi boş özerklik ilanlarıyla HDP, 1 Kasım seçimleriyle birlikte bu çevreden gelen oylardan bir kısmını o dönem kaybetmişti. Saf değiştiren geçişken yurtsever muhafazakar Kürt oyları, Erdoğan'ın başkanlık sistemini onaylasalar bile, AKP’nin güvenlikçi, saldırgan ve baskıcı Kürt siyasetini onayladıkları anlamına gelmiyor.
Tersine, AKP’nin güvenlikçi ve saldırgan siyasetinden vazgeçmesini, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürtlerin kazanımlarına tahammül etmesini ve politik çözümü gündemine almasını istiyorlar. Şu an MHP ile ittifak halindeki AKP’nin güvenlikçi, saldırgan ve totaliter siyaseti, bu taleplerin çok uzağında seyretmekte.
Yine de içindeki muhafazakar Kürtlerin ısrarlarına AKP’nin, yüzünü mü yoksa sırtını mı döneceğini yakın zamanda göreceğiz. Ayrıca 1 Kasım’da PKK’nin şehir savaşları siyaseti ile içi boş özerklik ilanlarının karşılığı olmadığını referandumda da ikinci kez ifade eden Kürt seçmen, HDP’ye, PKK’ye rağmen daha farklı bir siyaset üretmesinin işaretlerini verdi.
En önemlisi tüm bu hata ve uyarılara karşın, HDP seçmeninin uygulanan devlet terörü karşısında partilerine sahip çıktığını görüyoruz. Ayrıca sistem partileri ile Kürt siyasal güçleri arasında sarkaç gibi gidip gelen yurtsever muhafazakar Kürt seçmenin, Kürdistanlı siyasal güçlerin bünyesine nasıl çekilip kalıcı olabilecekleri, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir sorudur.
Gücün meşru kontrolü ve kullanımı
Sistem partilerinin Kürdistan’da marjinal olmaları, Kürtlere ve Kürdistan’a talep edilen statüye ilişkin, Kürt sivil siyasal hareketlerinin hem meşruiyetlerini hem de pazarlık güçlerini arttıran en önemli göstergedir. Bu bağlamda Kürtlerin sistemi etkileme ve kilitleme gücü, ulusal ve demokratik haklarını tanımayan statükoya karşı çıkış ve itirazlarıdır.
Sistemde Kürtleri kolektif ifade eden veya kapsayan hiçbir alanın bulunmamasından dolayı, Kürtler çarkın dişlilerine çomak sokmaktadırlar. Sadece devletin belirlediği kurallar, araçlar ve şartlarda bile, Kürtlerin karşı koyuşları, Kürtsüz işleyen çarkın kilitlenmesine, cıvataların yerinden oynamasına yol açmaktadır.
Bundan dolayı yüzde on barajıyla Kürtler sistemden uzak tutulmaya, ya da mevcut devlet mekanizmasını etkileme güçleri olmadan "var olmalarına" müsaade edilmeye çalışılıyor. Devletin korku ve paniği artık Kürt sivil hareketinin milyonlarla ifade edilmesidir.
Devleti yönetenler, 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarını bunun için içlerine sindiremediler. Bunun için Türk devletinin hedefinde HDP’li vekilleri meclisten atmak, hapsetmek, belediyelere el koyarak Kürtleri sivil siyasetin dışına iterek etkisizleştirmek vardı.
Artık Kürt siyasal güçleri, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri ile 16 Nisan referandumunda elde ettikleri, sistemi etkileyen ve gerektiğinde kilitleyen pozisyonlarını rasyonel politikalar üreterek kalıcı hale getirmeleri gerekiyor.
Bu açıdan Kürtlerin ellerindeki meşru, potansiyeli olan ve milyonlarla ifade edilen en etkili güç sivil siyasettir. Bu gücün, Kürtlerin ulusal ve demokratik haklarının elde edilmesinde elinin güçlendirilmesi gerekiyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.