Türkiye’ye teklif edilen 6 milyar doların 2 milyar dolarına ABD, askeri malzeme alım şartı koydu. Geri kalan 4 milyar dolar ise Ankara’nın inisiyatifine bırakıldı. 4 milyar doların her 1 milyar doları için ABD'deki finans kurumlarından Türkiye'ye 6 milyar dolar kredi verme sözü verildi. Toplamda Ankara’nın kasasına 30 milyar dolar girecekti.
1991 Körfez Krizinde Türkiye'nin ekonomik zararının 102 milyar dolar olduğu hesaplandı. Söz konusu mali yardım teklifi, Türkiye için cazip ve bulunmaz bir ekonomik fırsat yarattı. Aynı zamanda Irak’ın geleceği hakkında siyasi ve askeri alanda Türkiye, söz sahibi olacaktı.
Fakat Türkiye kamuoyu, siyasi partiler ve TBMM, Irak'ın işgali konusunda ikiye bölündü. AKP içindeki önemli bir kanat, "Batılı güçlerin Müslüman bir ülkeyi işgaline karşıyız" tavrını koydu. CHP ise bölgedeki statükonun Kürtler lehine bozulmaması ve Baas rejiminin bir şekilde iktidarda kalmasını istiyordu. 1 Mart 2003’de Türkiye parlamentosunda yapılan oylamada tezkere reddedildi. Bu gelişme Güneyli Kürtler başta olmak üzere, bütün Kürtlere derin bir nefes aldırdı.
Çünkü ABD ile Türkiye arasındaki anlaşmanın Güney Kürdistan’ın geleceğini olumsuz etkileme gücüne sahip gizli maddeleri vardı. ABD'nin eski Türkiye büyükelçilerinden Morton Abramowitz, Washington ile Ankara arasında mutabakata varılan anlaşmanın gizli maddelerini şöyle sıralar.
“Büyük kredilere dönüştürülebilecek şekilde 6 milyar dolarlık doğrudan yardımın Türkiye’ye verilmesi. Türkiye sınırından 18 kilometreden uzak olmayan bölgelere, Irak’tan yerinden edilmiş kişilerin barınmaları için mülteci kamplarının kurulması. Bu kampların kontrolü için 10 bin ila 15 bin civarında Türk askerinin Irak’a girmesi”.
Türkiye, 1 Mart tezkeresini ret ederek ekonomik anlamda bir kazanç elde edemediği gibi, siyasi ve askeri alanlarda Irak konusunda masada oturma ve söz söyleme hakkını da kaybetti. Kürtlerin Bağdat’a karşı federal statü elde etmesinde önemli bir engel de böylece aşıldı.
ABD’nin Irak’ı işgaliyle Türkiye ve ABD ‘sınır komşusu’ oldular. Fakat münasebetleri, anlaşamayan ve kavgalı komşuluk ilişkisi biçiminde sürdü. Suriye iç savaşı ve IŞİD ile mücadelede Washington’un 2014’de Rojava Kürtleri ile kurduğu askeri ve siyasi temas, bu anlaşmazlığı daha da doruğa çıkardı.
Günümüzde Washington ile Ankara arasında devam eden sorunların miladı, 1 Mart Irak tezkeresinin reddedilmesi ile başlatılır. Türkiye’de önemli sayıda asker ve siyasetçi, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, 1 Mart Irak tezkeresinin reddedilmesini, "bedeli hala ödenen ciddi bir yanlış" olduğunu düşünür.
Türkiye’nin Rusya’ya teklifleri
Geçtiğimiz aylarda Erdoğan, öteden beri göz diktiği Rojava Kürdistanı’nın Kobani kenti ve çevresini Suriye’de destekledikleri cihatçı güçlerle birlikte işgal edebileceklerini açıkladı. Ardından geçtiğimiz Eylül ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Türkiye Devlet Başkanı Tayyip Erdoğan Soçi’de bir araya geldiler. Ortak basın açıklaması yapılmayan görüşmede, Erdoğan’ın harekâta onay vermesi amacıyla, konuyu Putin ile konuştuğu belirtiliyor.
Rusya’dan S400 hava savunma sistemi alarak Afrin’i işgal vizesi alan Erdoğan, bu kez de Rusya tarafından Mersin Akkuyu’da yapımı devam eden nükleer santrale ek olarak, ikinci ve üçüncü nükleer santraller, uzaya roket fırlatma, savaş uçakları ve denizaltı gemilerinin Rusya ile birlikte yapılmasını Putin’e önerdi. En önemlisi de Ankara’nın S400’lerden geri adım atmayacağını açıklaması oldu.
Görüşmede Putin’in, Rusya’nın ikinci bir Afrin işgaline müsaade etmeyeceği yönünde Erdoğan’a görüş bildirdiği basına yansıdı. Kuşkusuz Rusya ile Türkiye ilişkilerinde sorun, sadece Suriye ve Kürtler değil. Başta Ukrayna, Kırım, Karabağ ve Libya olmak üzere taraflar arasında birçok ihtilaflı konu mevcut.
Erdoğan’ın ticari önerileri, ekonomisi kötü olan Rusya için Putin'e cazip gelse de Ankara’nın tekliflerinin arkasında yatan gerçek; Afrin'de olduğu gibi Kobani'nin işgaline karşılık Moskova’ya önerilen rüşvettir.
Rusya, Türkiye’ye Suriye’den toprak vererek, Ankara’yı batıya karşı yanında tutamayacağının farkındadır. Erdoğan’ı yakından tanıyan Putin, onun usta bir cambaz gibi aynı anda farklı iplerde oynayan, nerede yağmur yağsa tarlasını oraya götürmeye çalışan pragmatist bir kişilik olduğunu biliyor.
Putin, Erdoğan’ın iç ve dış siyasetteki sıkıntılı durumundan da yararlanarak, Rusya’ya pirince gelen Erdoğan’ı evdeki bulgurdan da etmeye çalışıyor. Özellikle Türkiye’nin Ukrayna’ya sattığı İnsansız Silahlı Hava Uçaklarından ötürü Rusya, son haftalarda Türkiye’den gelen yaş sebze ve meyvelerin girişi için gümrük kapılarında yapılan ‘tahlil’ sonuçlarını günlerce geciktiriyor. Böylece sınır kapılarında bozulan Türk ürünlerinin Rusya’ya girişleri engelleniyor. Bu durum, Rusya ile Türkiye arasında Kasım 2015’de yaşanan uçak krizinden sonra, Ankara’ya yönelik Moskova’nın adı konulmamış ikinci gizli ambargosu anlamına geliyor.
Rusya, Suriye’deki pozisyonunu sadece Türkiye’ye karşı değil, aynı zamanda Rojava Kürtlerine karşı da kullanıyor. Türkiye’nin olası saldırısını öne sürerek, Rojava Kürtlerinin kontrol ettiği bölgelere Şam rejim güçlerini yerleştirmek ve Kürtlerin ABD ile ilişkilerini sonlandırmaları için baskı yapıyor.
Türkiye’nin ABD’ye teklifleri
Erdoğan, Kobani ve çevresinin işgaline onay almak için benzer taktiği ABD için de uyguluyor. Türkiye, Rusya’dan S400 hava savunma sistemleri almasından dolayı 2019’da F35 savaş uçağı projesinden çıkarılarak ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası CAATSA’ya maruz kaldı.
Ankara, ABD yaptırımlarını delmek ve “Patriot hava savunma sistemi vermediğinizden dolayı S400 almak zorunda kaldık” tezini sürdürerek, geçtiğimiz Ekim ayında Washington'a 40 adet F16 savaş uçağı ve 80 adet modernizasyon seti talebinde bulundu. 10 milyar dolar civarındaki siparişin Türkiye’ye uygulanan CAATSA yaptırımları ve Türkiye’nin bölgedeki saldırgan siyasetinden dolayı, Kongreden geçmesine imkânsız gözüyle bakılıyor.
1 Mart Irak tezkeresinin reddi ile başlayan, ABD askerleri tarafından 2003’de Süleymaniye’de 11 Türk askerinin başına geçirilen çuval ve Rojava Kürdistanı’nda zirveye çıkan ABD-Kürt ilişkilerini ne olduğundan fazla abartmak ne de küçümsememek lazım. Zira Türk-Amerikan stratejik ortaklığının son bulmasının en önemli nedeninin Kürt sorunu olduğunu hatırda tutmamız gerekir.
ABD’nin Ortadoğu’da yeniden konumlanması göz önüne alındığında, Afganistan’dan tümüyle, Irak’tan ise askeri muharip güçlerini çekti. Washington tarafından Güney ve Rojava Kürdistanı’na verilen taahhütlere rağmen, taraflar arasındaki ilişkinin tamamıyla ucu açık bir ilişki olduğunu söyleyemeyiz.
Trump yönetimini karakterize eden kaotik başkanlık eylemlerinin, Güney Kürdistan'da Kerkük'ün Bağdat’a, Rojava Kürdistanı’nda Gri Spi ve Serekani'nin Ankara’nın denetimine geçmesindeki ciddi zararları ortadadır. Benzer durumun bir daha vuku bulmamasının da garantisi yoktur.
“Tarih tekerrürden ibarettir” denir. ABD, 2003’de Irak’ı işgal etmek için askerlerinin Türkiye üzerinden Güney Kürdistan’a geçişine izin vermesi karşılığında teklif ettiği 30 milyar doları, bugün Erdoğan, Kobani’nin işgali karşılığında Rusya ve ABD’ye öneriyor. O gün Ankara’nın reddettiği teklifi şimdilik Washington ve Moskova ret etmiş gözüküyor.
Twitter: @cetin_ceko
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.