Geçtiğimiz Kasım ayında Türkiye’nin sınır ihlali gerekçesiyle düşürdüğü Rusya\'ya ait savaş uçağı iki ülke arasında diplomatik, siyasi ve ekonomik krize yol açmıştı. Yaklaşık yedi ay süren Rusya-Türkiye krizinde Türkiye, ilişkilerin normalleşmesi için kapıları açık bırakırken, Rusya sert tavrını sürdürmüştü. Başta ABD olmak üzere birçok devletin arabuluculuğu ve Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e gönderdiği mektup ardından gerçekleştirdikleri telefon görüşmesiyle her iki ülke arasındaki ilişkiler normalleşmeye doğru gidiyor.
Rusya ile Türkiye arasında yaşanan krizin boyutu ağırlıklı olarak ekonomik açıdan, özellikle turizm ve tarım ürünleri ihracatında Türkiye’nin uğradığı zarar üzerinden tartışıldı. Sorunun siyasi boyutunu Rusya\'nın öne çıkarmaya çalışmasına karşın, Türkiye bu tartışmayı fazla alevlendirmek istemedi. Krizin siyasi boyutunda her iki ülkenin Suriye iç savaşı üzerinden Ortadoğu siyasetlerinin çatışması vardı. Bu açıdan uçak krizi bir sonuçtu. Rusya’nın Esad rejimi ve PYD güçlerine verdiği destek ile Türkiye’nin de IŞİD başta olmak üzere radikal İslamcı güçlere verdiği destek krizin temel nedenini oluşturuyordu.
Rusya’nın Türkiye\'nin IŞİD\'e destek iddiaları ve belgeleri
Rusya uçak krizinden önce de Türkiye’nin IŞİD’e destek verdiğini diğer batılı devletler gibi üstü örtülü itham ediyordu. Rus uçağının düşürülmesi ardından bu ithamı açık bir şekilde telaffuz etmeye başladı. Telaffuz etmekle kalmadı elinde belgeler olduğunu ve uluslararası kamuoyu ile paylaşacağını açıkladı. Geçtiğimiz Ocak ayında Rusya\'nın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Vitaliy Çurkin, Türkiye\'nin Suriye\'de IŞİD\'in kontrolü altında bulunan bölgelere yasadışı yollardan silah ve mühimmat gönderdiğini ve petrol aldığına ilişkin belgeleri BM Güvenlik Konseyi\'ne sundu.
Bu rapordan, yani Rusya ile Türkiye arasındaki uçak krizinden bir hafta önce, Antalya’da 2015 G20 Liderler Zirvesi yapılmıştı. Rusya Devlet Başkanı Putin, zirvenin kapanış oturumunda yaptığı konuşmada, IŞİD’in 40 ülkeden finansal destek aldığını, bu ülkelerden bazılarının ise, şuan zirveye katılanlar arasında olduğunu söylemişti. Putin’in konuşması Türkiye ve Suudi Arabistan başta olmak üzere toplantıya katılan Arap ülkelerinde soğuk duş etkisi yapmıştı.
Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi\'ne sunduğu belgelerde, MİT’in hükümete yakın vakıflar aracılığıyla Suriye’deki radikal İslamcı gruplara silah, gıda ve kimyasal maddeler sevk ettiği bilgilerine yer verilmişti. Raporda, Türk istihbarat mensuplarının, Ocak ayının ortasında Şam Cephesi militanlarına 7,62 mm ve 12,7 mm kalibreli silahlar ve RPG-7 roketatarları tedarik ettikleri, 25 Ocak\'ta ise İnsan Hak ve Özgürlüklerini Koruma Vakfı, IŞİD militanlarına yaklaşık 55 tonluk gıda ve malzeme gönderilmesine sponsor oldukları belirtiliyordu. Sevkiyatların ana sponsorunun ise Beşar Vakfı olduğu ifade ediliyordu.
Rusya raporda silah, askeri donanım ve yardım tedarikinde en etkin olan kuruluş olan Beşar Vakfı’nın, Bayırbucak ve Kızıltepe Türkmenlerine 50 konvoy gönderdiğini vurguluyordu. Vakfın ana finansman kaynaklarının, resmi olarak özel ve tüzel kişilerin yaptığı bağışlar olarak görüldüğü, ancak özel ve tüzel kişi görüntüsü altında Milli İstihbarat Teşkilatı\'ndan kaynak aktarıldığı belirtiliyordu. Türk hükümetinin yardımıyla da vakfın, Türkiye ve yurtdışındaki bankalarda hesap açtığı bilgisine yer verilmişti.
Rusya\'nın sunduğu belgelerde, Reyhanlı, Azez, Kamışlı ve Cerablus\'taki sınır hattı üzerinden Suriye\'deki radikal İslamcı gruplara patlayıcı madde ve kimyasal madde gönderildiği de belirtiliyordu. Buna göre, 2015 yılı içinde 2 bin 500 ton amonyum nitrat (788,7 bin dolar), 456 ton potasyum nitrat (468,7 bin dolar), 75 ton alüminyum tozu (496,5 bin dolar), sodyum nitrat (19,4 bin dolar), gliserin (102,5 bin dolar) ve nitrik asit (34 bin dolar) radikal islamcılar ulaştırılmıştı.
Rusya’nın iddiaları bunlarla da sınırlı kalmıyordu. Rusya Savunma Bakanı Yardımcısı Anatoli Antonov, geçtiğimiz 2 Aralık’ta Türkiye’yi IŞİD’e doğrudan destek vermekle bir kez daha suçladı. Antonov, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve oğlu başta olmak üzere ailesini, IŞİD ile doğrudan petrol ticaretiyle bağlantılı olmak ve ‘Suriye’nin zenginliğini çalmakla’ itham etti.
Krizin çözümünde Rusya’nın görünürde Türkiye’den iki somut talebi vardı. Bunlar özür ve tazminat idi. Erdoğan’ın Putin’e gönderdiği mektupta Türkiye ‘hayır’ dese de, Rusya mektubu bir ‘özür’ olarak kabul etti. Tazminatın ise problem olmayacağını Türk yetkililer açık olarak söylediler.
Uçak krizi bağlamında özür, tazminat, diplomatik ve ticari ilişkilerin tekrardan hız kazanması kamuoyu önünde yüksek sesle dilendirilen talepler olarak gündeme geldi. Bir de alçak sesle dilendirilen talepler var. Rusya, Türkiye’nin Suriye siyasetinin uluslararası ittifak ile uyumlu olmasını, IŞİD\'e desteğe son vermesini, Esad\'ın iktidardan gitmesi talebinden vazgeçmesini ve Suriye muhalefetine Şam ile anlaşmaya varması yönünde baskı yaparak, siyaset geliştirmesini istiyor. Türkiye’nin ise bölgede bu yönde siyasi bir manevraya gideceği değil, gittiği görülüyor. Eş zamanlı İsrail ile varılan anlaşmanın ardından Rusya ile varılan mutabakat, Mısır ile tekrardan ilişkilerin düzeltilmesi girişimi ve Irak’ın toprak bütünlüğüne daha ısrarlı vurgular yapılması, Türk dış siyasetindeki yeni açılıma işaret ediyor.
Bu çerçevede Türkiye açısından en önemli manevra Cezayir’de Suriye ile yapılan gizli görüşmeler. Türk yetkililer bu görüşmeleri yalanlasalar da Cezayir gazetesi El Vatan, PYD öncülüğündeki Kürtlerin Suriye’de federalizm ilan etmesinin ardından geçtiğimiz Nisan ayında Türkiye ve Suriye hükümetlerinin Cezayir’de gizli görüşmeler gerçekleştirdiklerini öne sürdü. Gazete Cezayir diplomatik kaynaklarına dayanarak verdiği haberde, Cezayir hükümetinin sadece Suriye ile Türkiye arasında değil, Rusya ile Türkiye arasında da arabuluculuk yaptığını yazdı.
Güney Kürdistan hareketinin 1975’de Irak’a karşı yenilgisine yol açan Cezayir Anlaşması, İran ile Irak arasında Cezayir’in arabuluculuğu ve ev sahipliği ile gerçekleşmişti. Kürtler açısından oynadığı negatif rolden dolayı Cezayir hiç de iyi bir algıya sahip değil. Kürdistan’ın ve Kürtlerin statüsüzlüklerinin devamı konusunda Suriye ve Türkiye\'nin dünleri ve bugünleri gözünüzde tutulduğunda bu görüşmenin ihtimal dahilinde olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye, Kürtler dışında herkese zeytin dalı uzatıyor
IŞİD’in Haziran 2014’de Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’na ‘baskını ve rehine’ olayına rağmen, Türk hükümeti uzun bir süre IŞİD’e terör örgütü demedi. Bu yüzden Musul Başkonsolosluğu baskınının IŞİD ile Türkiye arasında danışıklı döğüş olduğu yorumları yapıldı. Daha sonradan iç ve dış baskılar sonucu AK Parti hükümeti, IŞİD’e terör örgütü demek zorunda bırakıldı.
IŞİD’e terör örgütü derken de, Kürtlerin ulusal ve demokratik taleplerini ‘terör’ kavramı içinde boğmak için IŞİD’in yanına ısrarla PYD’yi ekledi. Uluslararası kamuoyunun da PYD’ye terörist demesini istedi, istiyor. Bunun nedeni Suriye’de Kürtlerin şu veya bu şekilde elde ettikleri statü ve kendi topraklarının kontrolünü ellerinde bulundurmalarıdır. Türk devleti, örtülü bir şekilde IŞİD ve benzeri grupların sadece Batı Kürdistan’da yol almalarına lojistik destek vermedi. Güney Kürdistan’ı da IŞİD tehdidi altında istikrarsız ve kendine bağımlı bir konumda tutmak ve bağımsızlığını engellemek için ince bir siyaset izliyor.
Kürtlerin çetin direnişleri ve batının desteği ile IŞİD’in askeri ve siyasi varlığı zayıflamaya doğru gidince, Türk hükümeti de IŞİD ile arasına mesafe koymaya ve özellikle düne kadar dokunmadığı, serbesti tanıdığı Türkiye’deki hücrelerini kontrol altına almaya çalışıyor. Türk hükümetinin yarım “U” dönüşüne tepki gösteren IŞİD de, “besle kargayı oysun gözünü” misali Türkiye’ye yönelmiş durumda. Bu durum 1979’da Sovyetler Birliği’nin Sovyet yanlısı Afganistan hükümetine verdiği desteğe karşılık, batının Afganlı mücahitlere verdikleri desteğe benziyor. Batı’nın destek verdiği mücahitler içinden çıkan Taliban ve benzeri gruplar bugün silahlarını nasıl batıyı doğrultmuşsalar, IŞİD de silahını Türkiye’ye çevirmiş durumda.
Şimdi merak edilen konu Türkiye’yi IŞİD’e doğrudan destek vermekle suçlayan Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi\'ne sunduğu belgeleri ne yapacağı ve iddialarının arkasında durup durmayacağıdır? Uluslararası ilişkilerde “devletler arasında kalıcı dostluklar ve düşmanlıklar olmaz. Menfaatler vardır, dostlar ve düşmanlar değişir” ilkesine dayanarak Rusya bu iddiaları rafa mı kaldıracak, yoksa Türkiye’yi kendi siyasetine uyarlamaya çalışırken, söz konusu belgeleri elinde bir koz olarak mı kullanacak? Kısa zamanda hep birlikte göreceğiz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.