102 yıldan beri inkar ve tekçilik üzerinde şekillenmiş devletin, hile ve rüşvetlerle elde ettikleri ve sınırları çizilmiş bu toprak parçasının asli ve gerçek sahibi ve ortakları olan Kürtleri yok hükmünde sayarak, bunları anayasa ve yasalarla zapturapt altına alınmasına karşı onurlu Kürtlerin karşı çıkışları kıyım ve katliamlarla susturularak bu günlere gelindi. Yaklaşık beş bin yıllık beri bu toprakların sahibi olan Kürtlerin, Tapulu toprakları siyasi oyun ve rüşvetlerle kendi üzerlerine tescil ettirmeyi bir maharet ve hak sayan bir hastalıklı zihniyet var. Kendilerine ait olmayan toprakları siyasi rüşvet ve oyunlarla kendi üzerlerine geçirenler (Lozan) toplumların ve devletlerin ilelebet bu gaspı sürdürmeleri mümkün değildir.
102 yıldır, bu topraklarda askeri güç devreye sokularak, zorbalıkla kurdurulup sürdürmeye çalışılan bu inkarcı devlet paradigması, bu toprakların otokton ve asli sahibi Kürtlerin ulusal varlığını inkar etmiş, yıllarca Kürt diye bir milletin, Kürtçe diye bir dilin olmadığını, bunu sözüm ona "bilimsel olarak" ispatlama komedisini devreye koyarak, Kürt yokluğunun "ispatlanması" için sözde akademisyenlere görevler verilerek sosyoloji bilimi ayaklar altına alınmış, bu sözde akademisyenler bol bol ahkam keserek "Kürt diye adlandırılan bir etnisite yoktur. Kürtçe diye bilinen dilin de Türkçenin bir kolu olduğunu, bu öz be öz Türk olan doğulu vatandaşlarımız rakımı yüksek yerlerde yaşadıkları için kar üzerinde yürürken; 'Kart, kurt, Kürt' diye sesler çıkardıkları için, ülkemizin birliği ve gelişmesini istemeyen dış güçler tarafından ortaya atılmış bir iftiradır" Bilimsel sosyolojik açıklamaya bakar mısınız? Bu saçmalık sıradan insanlara tuhaf ve gülünç geliyor. Ama değil. O zamanlar bunun tersini iddia edenler çok büyük adli ve idari müeyyidelerle karşılaşıyor ve "bölücülük" ile suçlanıyorlardı. Daha yeni isminin önünde profesör unvanı taşıyan ırkçı bir cahil çıkıp hala Kürt diye bir milletin olmadığını söylemedi mi? Bu inkar komedisinin tiyatrosunu uzun zaman devlet kurumlarında oynatmaya devam ettiler. Bu yok sayılma ve inkara karşı Kürtlerin onurlu kesimlerinin verdikleri onurlu mücadele ve hayatlarıyla ödedikleri bedeller sonucu, devletin "Kürt diye bir etnisite yoktur" inkarından vazgeçerek bu kez "Kürt kardeşlerimiz" argümanına sarıldılar. Ama samimi değiller. Yıllarca yok saydıkları, aşağıladıkları, on binlerce kişinin hayatları pahasına "Kürt diye bir millet var ve biz de Kürdüz" diyenlere yaşatılan bu zulüm ve katliamların bu gerçekleri dillendirdikleri için kamu haklarından mahrum bırakılarak zindanlarda işkence edilerek çürütülmeye bırakılan on binlerce insanlardan bir özür dilendi mi? Hayır. Mevcut bütün Türk partileri ve devlet yöneticileri çıkıp "Kürt kardeşlerimizden özür diliyoruz, bize böyle anlatılmıştı, bizde öyle inanmıştık" demeleri gerekmez miydi? "Ya bunlara takılmayın ileriye bakalım" söylemlerinde bulunanlarda ahlaki ve vicdani bir samimiyet görüyor musunuz?
Bu sorunun çözümünün diyalog ve demokratik yol ve yordamların önü kapatıldığı için Kürtler adına 1984 yılında "ilk kurşun" olarak tarihe geçen bir varoluşla silahlı mücadele başlatarak, Kürtlerin özgürlüğüne ancak bu şekilde kavuşacakları iddiasıyla ortaya çıkmış olan PKK ve lideri Öcalan, geldiğimiz bu noktada, dünya ve bölge konjonktürünün, 21. yy da ulusal ve toplumsal hak arama yöntemleri içinde artık şiddetin ve silahın yeri olmadığı gerçeğini geç te olsa anladılar (Bu satırların yazarı, Bu örgüt ve liderinin 40 yıllık silahlı çatışmalarda izlediği yol ve yordamın Kürtlerin aleyhinde tezahür ettiğini, Kürtlerin son derece haklı mücadelesine de büyük zarar verdiğini defalarca yazıp çizmiştir. Bu örgütsel yapı şu andan itibaren sahneden çekildiğine göre, bu dev sorunun her iki tarafa daha fazla tahribat, acı ve gözyaşı vermeden nasıl çözüleceğine odaklanmamız lazım) Fakat bu kez, inkar ve kandan beslenen kesimler maskelerini indirip sahneye çıktılar. Bu kesim seslerini yükselterek "istemezük" demeye başladılar. Bu kuralsız ve kirli savaşta hayatlarını kaybeden Türk Asker ve polislerin Türk toplumun en alt tabakasındaki yoksul insanlardan geliyorlardı. Bu vicdan ve ahlak yoksunu kesimler timsah gözyaşları dökerek "Şehitlerimiz" dedikleri bu insanlara zerre kadar değer verdikleri yoktur. Yüz yıldır askeri darbe ve vesayetlerle bu ülkenin kaderi üzerine çullanmış olup kendilerine "laik, milliyetçi" dedikleri beyaz Türk azınlıktır. Takke düştü kel göründü. Nasıl nefretle bu işe karşı çıktıklarını ibretle izliyoruz ve izlemeye devam ediyoruz.
PKK'nin geciken 12. fesih kongresinin kamuoyuna yansıtıldığı gibi öyle teknik ve güvenlik nedeniyle aksamadığını, bu son derece tarihi kararda, örgüt içindeki Kürt yurtsever kesimlerin "Madem bu fesi ve silah bırakma olacaksa, tarihe mal olacak bir not düşmemiz gerekir. Bu işe neden girdik ve kendimizi neden dağıtıyoruz?" tartışma ve anlaşmazlığıydı. Soğuk savaş eseri totaliter örgütün beyin takımı; "Önder Apo ne yaptığını biliyor. bu ayrıntılara girmeye gerek yok" dedilerse de bu açıklamalar bu kesimi ikna etmediği açıktı. Ve giderayak çok isabetli ve doğru bir kararla tarihe not düştüler. Türk halkını yüz yıldır bu ırkçı amaçlarına alet eden tekçi ve inkarcı devletin rantçı kesimi, vaveyla koparmaya başladılar. Neymiş; "Lozan devletimizin tapusudur" "1924 anayasası da devletimizin sigortasıdır" Kimse çıkıp şu gerçekleri dillendirip lafı ağızlarına tıkmıyor. Siz hangi tapudan bahsediyorsunuz? Sizin tapu dediğiniz şey bizim mal ve mülkümüzün çalınmasıyla üzerinize geçirdiğiniz bir tapudur. Yüz yıllık süreçte bu topraklarda vuku bulan çatışma ve katliamların, dilleri ve kültürleri ile medeniyet kurmuş bir milletin yok hükmüne konulmasının adıdır bu "tapu" Bu tapu sahte bir tapu. İçinde bu topraklara ortak olanların adı geçmiyor. Türk halkı bu topraklarda huzurlu ve barış içinde bir yaşam istiyorsa, Yüz yıldır devletlerinin hakkını gasp ettiği Kürtlerle eşitlikçi temelde yeni bir başlangıca onu zorlamalı, yalan ve uyutmalardan kurtulmalı, egemenliğin iki millet arasında (Türk ve Kürt) eşitlik temelde paylaşıldığı, bu paylaşımın anayasa ve yasalarla teminat altına alındığı, her inanç ve toplumunda kendilerini içinde görebildiği bir ülke tahayyülünde bu huzur gerçekleşir. PKK bu sorunun sebebi değil sonucudur. Bu sorun çözülmediği sürece, PKK gitti onun yerine TKK gelir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.