İnsanoğlunun kendi türüne karşı yüzbinlerce yıldır sürdürdüğü açgözlülük keyfilik, çifte standartlı yaklaşımlar ve ölümlerle sonuçlanan vahşetlerin anbean yaşatıldığı gezegenimizin bu bölgesinde, insan ve toplum manzaralarına vicdani bir farkındalık yaratmak adına örnekleriyle sunacağımız olgular, felsefi boyutlarıyla bunlar irdelendiğinde toplumlarda bir impuls, bir uyarılma yapması mümkün olabilir mi? Bizimki de bir umut. Şu an barış ve huzur isteyen milyonlarca insan PKK lideri Abdullah Öcalan'ın yapması beklenen açıklamalara odaklanmış durumda. Öcalan'ın bu konudaki vicdani ve siyasal ahlaki boyutunun pragmatik yapısını bildiğimiz için, 40 yıla yakın bir süredir kurmuş olduğu örgüt vasıtasıyla, ulusal hakları gasp edilmiş, ülkeleri parçalanmış Kürtlere "özgürlük ve bağımsızlık" vaadiyle ortaya çıkmış, on binlerce Kürt gencini dağlara çekmişti. Sonuç; yüz binin üzerinde asker, polis, gerilla ve sivil masum Kürt-Türk insanın ölümüne, milyonlarca insanın yerinden yurdundan edinerek iç ve dış mülteci konumuna düşürülmesi yaşandı. Gelinen nokta malum. Tekrarını anlatmama gerek yok.
Abdullah Öcalan, yakalandıktan sonra yaptığı şok itirafları ve halihazırdaki yeni paradigması, bu anlamsız ve kirli savaşı sonlandıracak ise şüphesiz ki hayırlı ve sevindirici bir şey olur. Bazılarının beklediklerinin aksine Öcalan, Kürtlerin gasp edilmiş ulusal haklarının iadesi ve Kürt-Türk devlet egemenliği ortaklığı konusunu gündeme getirmeyecektir. Muhtemelen kendisi ve şu an 60 yaşın üzerindeki örgütünün üst düzey yöneticilerinin geleceğiyle ilgili pazarlıklar yapıyordur. Bunu yapmadığı takdirde Kandil, Bahçeli'nin kendisine önerdiği "umut hakkı" ile sınırlı bir teklifi kabul etmeleri mümkün değildir. Gizli pazarlıklarda anlaşmanın kabulü ne şekilde olursa olsun (ister gerilla gücünü Türk ordusunun içine dahil edilmesi ile liderlerini de rütbelendirip subay yapmaları ya da askeri danışman olarak yararlanmaları onların bileceği bir iş) Bu durumun herhangi bir şekilde çözülmesi, hem Türklerin hem de Kürtlerin yararına olur. Kürtler, bu tecrübelerin ışığında gerçek anlamda Kürt ulusal birliği altında kenetlenerek şiddet içermeyen, ama ulusal ve demokratik haklarından da zerre taviz vermeyen çelikten bir birlik kurmalarının da yolu açılmış olacaktır. Kaos sürecinde Sahte keskin sloganlarla hem Türklere yönelik sürdürülen fırsatçıların "Bayrak, ezan, vatan, millet sakarya" kandırmaca ve dolduruşuna Türkler de itibar etmez, ayrıca yıllarca Kürtlerin sırtına binip rant elde etmeye çalışan, hiçbir birikim ve derinlikleri olmayan cahil ve sahte Kürt bezirganlar amaçlarına ulaşamazlar. Ayrıca bu şiddet ortamı ve ölümler, yıllardan beri Türk toplum algısında oluşturduğu korku ve vicdan soğumasını da zamanla eriterek çözülmesine neden olabilir.
Bu durumların vardığı nokta itibariyle her iki topluma yaşatılan vicdan ve ahlaktan yoksun yürütüldüğünü bizzat kendimin yaşadığı bir anekdotla sizlerle paylaşmak istiyorum. 1990 ların başıydı. Çatışmaların yoğun bir şekilde ivme kazandığı, faili "meçhul" işlerin tıkır tıkır işlediği en karanlık dönemdi. Ben Antalya'nın bir kasabasında doktor olarak görev yapıyorum. Yıllık iznimi kullanıp Kürdistan'a gelmiştik. Bir ilçede ikamet eden eski okul arkadaşım beni aradı. "Doktor, çatışmada yaralanmış bir gerilla var bizimde akrabamız, durumu çok kötü, gelip tedavi eder misin?" Bu ara ilçe dışındayım. Onun anlattığı hastanın, Ateşli silah yaralanması bir hasta olduğu, cerrahi bir işlem gerektirdiğini söyledim. Akabinde; "Biliyorsun ben pratisyenim. Orada doktorlar var, onları çağır" dedim o; "Onları çağırdık 'bu işimiz değil' diyerek gelmediler" dedi. Bu doktor kişiler, yaklaşan seçimlerde, milletvekili ve belediye başkanlığı adaylığına hazırlık yapan kişiler. Nitekim seçim sonucunda Milletvekili ve belediye başkanı oldular. O arkadaş; "Elimizde ölecek" dediğinde vicdanen apar topar verilen adrese gittim. Kurşun genital bölgeye isabet etmiş ve yara gangrene doğru gidiyor. Şu an düşünüyorum, o yaraya yaptığım o müdahale için hala aklım almıyor. Ameliyathane şartlarında olması gereken bir müdahaleyi yaparak yarayı diktim. Pansuman önererek ilaç yazdım.
Bu ara PKK'nin eylem tarzına, masumlara yönelik şiddet saldırılarına karşı yaralı ile tartışmalar yapıyoruz. Ona "Merak etme o ayrı bu ayrı, merak etme elimden geldiği kadar sana yardım edeceğim" dediğimde gülmüştü. Olaya dönersek, duyduğum kadarıyla hasta iyileşip oradan ayrılmış. Yapılan soruşturmalarda o eve yaralı getiren traktör şoförü gözaltına alınıyor. Adam itiraflarda bulunuyor. Ev sahibi de şakır şakır öterek son halka olarak benim hastayı tedavi ettiğimi söyleyince beni de aldılar. Bu coğrafyanın karakteri midir bilinmez? İnsanlar bir olayı haddinden fazla abartarak hem pay çıkartmaya çalışıyorlar hemde kendilerine iftira edebiliyorlar. Ucuz mağduriyet sahibi olmak için; "Beni aldılar, işkencelerin alasını yaptılar ama ben gık demedim" derler. Bana modern işkenceler yapılmadı. Bir aylık sürede kaba dayaklarla epeyce zorluklar yaşattılar. İşin traji-komik yönü, operasyondan dönen özel tim elemanları gardiyanlara; "Terörist tedavi eden doktoru özledik onu biraz sevelim" diyerek tekme tokat girişmeleri oluyordu.
Ama orada hiç unutamayacağım ve beni derinden etkileyen bir olayı asla unutmuyorum. Sorgum da sanırım 3 üst düzey emniyet teşkilatından gelen kişiler vardı. Bu sorunun her kesime bir doktora, avukata mühendise kadar indiğine göre bunun altındaki sosyolojik ve felsefi yönünü merak ediyorlardı. Gözlerim kapalı. Bu kişiler benimle bu meselenin (Kürt meselesi) sosyolojik, felsefi ve entelektüel boyutunu tartıştılar. Açık oturum gibi konu hakkındaki fikirlerimi sansürsüz bir şekilde onlara söyledim. En son kalktıklarında amir konumunda olan kulaklarıma eğilerek ; "Doktor bence artık aktif olarak bu olaya katılmalısın, insanlar bu uğurda hayatlarını veriyor. Sen de dağa çık ne işin var burada" Şok olmuştum. O zaman anladım ki bu büyük bir oyun. Birey ve toplumların temel haklarının şeffaf, açık ve demokratik bir ortamda savunulmasını istemek, bu hakkı gasp etmiş devletlerin en çok korktukları şeymiş. Devletin derini olayları kriminalize etmeye teşvik ederek şiddete davetiye çıkartarak devletin eline meşru kozlar sunuyorlar. Devlet yetkilileri çıkıp "Ülkesini ve vatandaşlarını korumak" bahanesiyle "meşru" savunmada bulunuyorlar. Devletin derini tarafından hendek olayları teşvik edilip on binlerce insan öldürülünce, dünya kamuoyunda gelişen tepkiler üzerine Türk devleti "Londra'da, Paris'te, Berlin'de hendekler kazılık polisiniz, askeriniz öldürülürse, siz bu teröristlere çiçekle mi yaklaşacaksınız?" Onunun ne kadar büyük olduğunu şimdi anlayabildiniz mi?
Eğer bir hak davasına samimi bir şekilde inanıyor ve bağlıysanız, bu türden davranışlar yaşanır mı? Samimi inanmış biri böyle çelişkileri yaşamaz. Mesela benim olayım da adı geçen sözde arkadaşım hem arkadaşlık hukukuna hem de inanmış olduğu davaya ihanet etmişti. Ben bu örgütü eleştiren biriydim. Etmiş olduğum Hipokrat yemini gereği ihtiyacı olan bir insana bilgi ve becerilerim ölçüsünde yardım etmeye çalıştım. Normal gariban bir şoför, işkence altında dayanamamış yaralıyı bıraktığı evi göstermişti. Davasına inanmış profesyonel birinin yapması gereken şuydu: "Evet doğru, biz yaralıyı tedavi etmek için bir kaç doktora durumu izah ettik fakat hiç kimse buna yanaşmadı. Arkadaşları yaralıyı dağa götürdüler" Bu kadar. Bu örgüt içinde öne çıkmaya çalışanların büyük çoğunluğu dürüstlük ve samimiyetin değil, siyasi ve ekonomik rant peşinde koşan kişilerdir. Yalan söylüyorlar ve takiye yapıyorlar. Kendi çocuğuna "dağa çık" demeyen bir baba veya anne, başkaların çocuğunun dağa çıkmasını teşvik etmeleri neyin nesi? sizce bu iğrençliğe ne ad verilir? terbiyem müsait olmadığı için cevabını vermeyeceğim. Hendek döneminde eline tutuşturulmuş yazılı metni okuyarak "Demokratik özerklik" ilan edildiğini söyleyen belediye başkanları tutuklandıktan sonra sorguda; "Elime bu kağıdı verdiler okumamı istediler, bu benim fikrim değil" diyenlere peki ne ad verilir? Ya seçimlerde duyarlı Kürtlerin oylarıyla seçilen belediye başkanları, hemen akabinde baskının ve zulmün timsali iktidar partisine geçmelerine ne ad verilir? Onun için rahmetli Çetin Altan'ın dediği gibi "Enseyi Karartmayın". Böylesi örgütsel yapıların (İllegal totaliter tek adam örgütleri) tasfiyeleri kaçınılmazdır. Öcalan'da şu an yangında kurtarabilecek malları kaçırmaya çalışıyor.
Kürtler, yeni bir sürece kendilerini adapte etmeleri gerekir. Batı Kürdistan Kürtlerinin canları ve kanları pahasına yapmış oldukları onurlu mücadelelerini desteklemeleri, bu ulusal statüyü korumak için var güçleriyle Rojava ile kenetlenmeleri ve her yönüyle destekte bulunmalıdırlar. Zaman hakları gasp edilmiş Mazlum Kürt ulusunun özgürlüğü yönünde gelişiyor. Kürt kalın, onurlu kalın.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.