Bu iki resme iyice bakın. Sizce bu fotoğraf kareleri size neyi anlatıyor? Bu iki resim kareleri etrafında yan yana gelip toplananlar bu ülkede, gerçek demokrasi, hak hukuk ve özgürlüklerin neden kurumsallaşamadığını bizlere somut ve net şekilde gözlerimizin içine soka soka gösteriyor. Bu iki fotoğraf karesindeki insanların kendilerine biçtikleri ideolojik ve tarihsel rol, katı ve hoyrat bir faşizmin ve şeriatçı gericiliğin göstergesidir. Dikkat edin bu iki ideolojik anlayışın bayrağı altında toplananlar ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 80’ini oluşturuyor. En üstteki fotoğrafın altında toplananlar ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 50’sini, alttaki fotoğraftakiler ise yaklaşık %30'unu teşkil ediyor. Bu anlayışları sırasıyla analiz edelim. Eski Osmanlının yönetim tarzına dönülmesini arzulayanlar, Şüphesiz ki, padişahı, tanrının yeryüzündeki temsilcisi olduğuna hala inanıyorlar. 21. yy. da itaatkâr ve tebaa olmayı kabul ediyorlar. Adalet, hak ve hukuk konusundaki tüm kararların padişahın iki dudakları arasında çıkan sözlerle yürütüldüğü, kadınların birer insan ve vatandaş olduğu gerçeği yok sayılarak, şeriat mahkemelerinde tanıklık yapmaları durumunda, iki kadının sözünün bir erkekle denk sayıldığı, erkek isterse 4 kadınla evlilik yapabileceği vs.vs. yi sorgulamadan kabul etmeye hazır bir kitle bu.
Alttaki fotoğraf ise, şizofrenik hezeyanlarla ne yaptıklarını kendileri de bilmeyen, sözde eğitimli ve meslek sahibi çoğunluk kesimin içine düştükleri böylesi komik ve tuhaf manzaralara imza atmalarına şahit oluyoruz. Devletin zihinlerine aşıladığı bu anlayışın etrafında toplananlar da nüfusun yaklaşık yüzde 30’unu teşkil ediyor. Bu gurupta yer alanların sınıfsal ve ideolojik karakterleri, İmparatorluğun yıkılmasından sonra savaşın gali emperyal devletlerin zoraki teşvik ve dayatmasıyla kurulmasına müsaade ettikleri Türklük ve inkarcılık temelinde kurulan şimdiki devleti kurmuşlardı. Bu tekçi devlet, beş bin yıldan beri bu topraklarda yaşamış, güçlü medeniyetler kurmuş kadim milletlerin (Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve Lazlar) varlıklarını inkâr edip yok sayarak, coğrafik yer ve şehirlerin isimlerini yasaklayıp kendilerince uydurdukları isimlerle değiştiren, zulüm, baskı ve katliamlarla adı geçen halkları ve toplumları susturmuş, olmayan yapay bir ulusu yaratmaya çalıştılar. Haklarını yememek babında bu konuda epeyce yol aldılar. Bu kesim,1923 yılında kurulan ceberut devletin imtiyaz ve imkanlarından beslenip palazlanan "laik" ve "modern" ulusalcı beyaz Türklerin torunlarıdırlar. Devletin inkârcı ve tekçi aklı, Türk olmayan halkların ve toplulukların okula giden körpe çocuklarına her sabah zorla; "Türküm, doğruyum, çalışkanım...Varlığım Türk varlığına armağan olsun" gibi dünyanın en ırkçı ve en şoven andı bağırtılıyordu. Neo-Osmanlıcı iktidar, ayıplayıcı ve eleştirel diplomatik hatırlatmalara dayanamayarak bu ırkçı andı kaldırdı. Bu "laik", "modern", ve "demokrat" kesim kaldırılan bu ırkçı andın yeniden getirilmesi için içine girdikleri komik hezeyanlara yaptıkları protestoyu başlatmışlardı. Bu "duyarlı" "vatanseverler" e tarafsız ve objektif bir soru soralım. Osmanlı imparatorluğu yıkıldıktan sonra, Balkanlarda Osmanlı-Türk bakiyesi olarak kalmış nüfusa Balkanlardaki devletler, okullarda her günün sabahı bu Müslüman-Türk çocuklarına zorunlu olarak; "Yunanlıyım, Bulgarım, Sırp'ım...çalışkanım, varlığım Yunan, Bulgar ve Sırp'a armağan olsun" diye bağırtılırsa acaba ne hissederler? Toplumun içinde yaşadığı gerçeklik bu. Böylesi çaba ve yaklaşımlara sahip anlayışlardan demokrasi, özgürlük, empati, hoşgörü ve erdemlilik beklenir mi? Fransız düşünür ve siyaset bilimci Montesqieu'ya bazı toplumların içinde debelenip durdukları son derece kötü durumdan çıkmak için neden çaba harcamadıkları sorusuna; "Toplumlar hakkettikleri şekilde yönetilirler" demişti.
Şimdi bu iki resmin ilgili toplumun insan davranışlarına yön veren siyasi ve ideolojik anlayış üzerinde biraz kafa yoralım. Birinci resimde, Neo- Osmanlıcı siyasal akımın başını AKP ve lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın çektiği, MHP, Yeniden Refah, Hüda-par ve diğer küçük muhafazakâr-dinci partilerin müttefiklik temelinde destek verdiği cenah, Osmanlı yönetim tarzına olan özlemi topluma dayatmaya çalışıyorlar. Amaç ve idealleri, dünya Müslümanlarının liderliği için hilafeti (halifeliği) yeniden canlandırmak için epeyce mesafe kat etiler. Yüz yıllık ezeli düşman belledikleri İttihatçı-Ergenekoncu kesimlerle de ittifak halindeler. İçlerine sindirmedikleri konu, bu koca imparatorluğu yıkan batıya karşı (İngiltere, Fransa ve ABD'nin başını çektiği blok) dünyanın doğusunda totaliter, şeriatçı demokrasi ve özgürlük düşmanı olan Avrasya devletleri (Rusya, İran, Azerbaycan, Kuzey Kore, Çin) blokuna entegre etmenin yoğun çabalarını yürütüyorlar. Topluma yansıtılanın aksine 15 Temmuz bu saymış olduğum rövanşist hesaplaşmanın bir sonucuydu. İçinde Fetullah tarikat mensuplarının da yer aldığı NATO ve batı yanlısı üst düzey ordu komutanı ve üst düzey bürokrasideki taraftarlar tasfiye edildiler. 2. fotodaki komik aklı evveller ve partileri İstanbul'daki Yeni kapı galibiyetlerinin kutlamalarına katılmışlardı. Karanlıklar prensi Doğu Perinçek'in başını çektiği azılı Neo-İttihatçı Vatan Partisi ve derin devleti yöneten Ergenekoncu akıl, eski ve yeni İttihatçıların hayalini kurdukları Turan devleti rüyasına yatmış durumdalar (Adriyatikten Çin seddine kadar olan topraklarda Türk-İslam temelli bir imparatorluk hayali) Günümüzdeki karşılığı "Türk-İslam sentezi" olarak formüle ediliyor. Neo-Osmanlıcıları ve Neo-İttihatçıları müttefik yapan bu hayaldir.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte anayasa ve yasalarla çerçevesi çizilmiş inkârcı ve tekçi paradigmaya göre; "Vatandaşlık bağıyla devlete bağlı herkes Türktür" anlayışını anayasanın 66. maddesi yaptılar. Devletin bu tekçilik ve inkarcılığını benimsemiş, hayat tarzları modern, komşu oldukları farklı inanç ve kesime mesafeli onlardan hiçbir şekilde haz etmeyen, yabancılara düşman gözüyle bakan, kendini beğenmiş, cumhuriyet seçkinciliğin torunlarının oluşturduğu Atatürkçü-Ulusalcı kesimler bu kategoridedir. Bu kategorideki kesimin yüzde 80’i CHP'ye oy veriyor. Bunların toplamı toplumun yüzde 30’luk kitlesini oluşturuyor. Resimde, tam bir komediye dönüşen koca koca kadınlar ve erkeklerin Cumhuriyetin kurulmasıyla tekçi ve otoriter rejimin topluma zorla biçtiği tek tip giyimin, ilkokul çağındaki çocuklara giydirilen sevimsiz ve zevksiz siyah önlük ve beyaz yakaları giyerek bir süre önce Neo-Osmanlıcı otokrat rejim tarafından kaldırılan ırkçı "andımız" ı geri getirmek için komediye varan protestolar başlattılar. Görüntü itibariyle "laik ve çağdaş" öz itibariyle ırkçı ve faşist olan bu kesimden demokrasi, özgürlük, hoşgörü ve empati beklenir mi? Vicdanını ve insani duruşunu yitirmemiş sağduyu ve demokrasiye inanmış hiçbir Türk böylesine ırkçı bir andın 21. yy. da okullarda hala körpe dimağlara bağırtılmasını isteyebilir mi?
Ulusal kimlikleri, dilleri, kültürleri devlet tarafından yok sayılmış Kürtlerin, en doğal haklarını elde etmek için talepte bulunması, bunun için mücadele edenleri işkence ve toplu katliamlardan geçirilmesi bir insanlık suçudur. İrrasyonel devletin, dağlara taşlara, şehir girişlerine devasa yazılarla insanların gözlerinin içine sokarcasına "Ne mutlu Türküm diyene!" yazıları öyle masum bir ifade falan değildir. 14 Mayıs'ta Kürtler, cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu'na yüzde 65-75’lere varan oranda oy verdiler. Kürtlerin tamama yakını inançsal olarak İslam'ın Sünni- Şafii mezhebine inandıkları biliniyor. Bu topraklarda yüzlerce yıldır muktedirler, Sünni ve Alevi düşmanlığını körükleyip durdular. Kürtler bu saçma düşmanlığın bir oyun olduğunun farkına vardı. Alevi bir cumhurbaşkanı adayına tulum denilebilecek bir oranda oy verip onu onurlandırdılar. Seçimi 1. turda kazanacağına hayli inanmış olan Kılıçdaroğlu, Büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Bu şoklu hayal kırıklığında bu tablonun nedenini iyi okuyamadı. İç Anadolu da yaşadığı hezimet ve "laikliğin ve cumhuriyetin kalesi" diye bilinen İzmir'de ve diğer büyük şehirlerde, Kürt illerinden daha az oy almasını, kazanmasını istemeyen yoldaşları tarafından yanıltılarak, bunun milliyetçilik dozunun (siz ırkçılık ve faşizm olarak okuyun) düşüklüğüne bağladı. Oysa kendi partisi dahil, Türkiye de isim yapmış laik-ulusalcı kesimler, akın akın AKP'ye yönelip milletvekili seçildiler. "Söz konusu devletse, gerisi teferruattır" diyerek Kürtlerin ulusal hakları ve Türkiye'nin diğer mağdurlarının güçlü bir talep ile ortaya çıkmamaları için hepsi otokrat rejimin yanında mevzilendiler.
Oysa ona oy vermeyen üstenci ve aynı tornadan çıkmış ulusalcı yoldaşlarıydı. Cumhurbaşkanlığı adaylığı için yola çıktığında, Kürtlere ve Türkiye'nin diğer mağdurlarına vermiş olduğu taahhütlerinin üzerini bir kalemde çizerek, ultra faşist ve ırkçı Ümit Özdağ'ın ayağına gitti. Yeminli Kürt ve yabancı düşmanı bu ırkçı politikacıyı destekleyen seçmenlerin ona asla oy yağdırmayacaklarını bilmiyor mu? Birkaç oy uğruna demokratik açılımlar yapmış bir politikacı dere geçilirken at değiştirmeye kalkışarak daha önceki samimiyetini de sorgular hale getirmiştir. Sonuç; pişman olarak tekçi ve inkârcı devletin fabrika ayarlarına geri döndü. Birbirlerine hayırlı olsunlar.
Kılıçdaroğlu'nun samimiyetine inanarak 1. turda ona oy vermiştim. Ama o dik durmayıp yalpalayarak tükürdüklerini yaladı. Ultra ırkçı partilerle demokrasi, özgürlük, adalet ve Kürt sorunun demokratik yollardan çözümü mümkün olabilir mi? Üstelik bu anlaşmayı bir protokol ile kayıt altına aldılar. 2. turda sandığa gitmeme özgürlüğümü kullanacağım.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.