Bu pazar sabahı erken uyandım, Cenevre derin bir uykuda, dün geceden yağmış karlar öğlene doğru eriyecek. Burada kuş sesleriyle yeni bir gün doğarken biz Kürdler kurşun sesleri ve ölümlerle aşinayız. O bir zamanlar güçsüz bildiğimiz acıların ve yoksullukların girdabındaki kadınların ölümleriyle de aşinayız... Dur durak bilmez saldırılardan korunmak için, sarp yamaçlarda merdivenlere benzer toprak damlı barınakların mutluluk görmeyen, yürekleri şefkat dolu konuksever kadınların ölümleri... Devletsizlik kabus gibi abanırken üstümüze tüm direnişlerde yer alan kadınlar...
Her halkın tarihine ışık tutan kahramanlar var; vurulurken savaş cephesinde halkın ortak acıları, kurtuluşlarının kilometre taşları ve aydınlığa çıkmanın umutları olurlar.
Bugün Cenevre’de Kobanê’de şehit düşen kadın Gerilla Stêrk Hakkari’yi anma törenine çağırdılar. (Şerife Baran) Daha önce kardeşi de şehit düşmüş. Sterk on sekiz yıllık bir gerilla, gitar, saz ve bir çok enstrüman çalan, söyleyen, şiir ve savaş taktiklerini yazan çok yetenekli bir komutan. 134 gün süren Kobenê kent savaşının komutanlarından ve Kobanê’nin kurtuluşundan sonra köyleri kurtarmaya yönelirken arabaları bir mayına çarpıyor.
Ne acılar yaşadık... Aileler darmadağın, kimileri sürgünlerde, kimileri kendi yurdunda mülteci, kimileri dağlarda... Ve hayat devam ediyor, her sabah yeniden doğan günü, akan suları, soluduğumuz havayı, toprağı ve özgürlüğü kutsal bilediğimiz sürece... Nereye gidersek gidelim sürgün yemiş düşlerimizde hâlâ boynu bükük masum çocukluğumuzdur her dönemeçte önümüze çıkan.
Günün birinde Paris’e Sakinelerin cenaze törenine gideceğimi de düşünemezdim. Ne çok öldürüldük Sakine. Utancımızın resmiydi bu hazin tören. Dêrsim’in kardelenleri, mayınlı sınırlar tanığımızdır, direncimizi iyi bilir o asi dağlar ve kör tarih. Dersim isyanının sembollerinden Zarife Xanım ile Bese ve Güneyin direniş abidesi Leyla Kasımlar tarihimize ışık tutanlardır.
Ey yaralı ülkemin tanrıçaları, gözlerinizde en mutsuz hayatları ve en dokunaklı ezgileri bırakıp gittiniz. Ve şimdi özgür ve aydınlık günler her zamankinden daha da yakın, fakat Kürdistan hâlâ paramparça ve perişan... Kürdistan üşüyor, bir çok cephede ölümüne direnişler sürüyor. Her gün ölüm haberleri alıyoruz ve pırıl pırıl bir tarih yazılıyor. Birlik ve güç olup bizleri geleceğe taşıyan köprülerin inşa edilmesi gerek. Hâlâ çeşitli fitneliklerle algı operasyonları geliştirenler var. İşte biz hep böyle yenildik. Argümanlar ne olursa olsun, tüm bu hinliklerin merkezinde kuvvetle muhtemel Ankara ve Tahran var.
Oysa hayat yüz yılda bir şans verir bu denli savrulmuş bir halka. Küresel güçlere kafa tutacak ne halimiz, ne mecalimiz ne de hakkımız var... İdealizim ile realite arasında denge kuramayanlar düştükleri şarampolden kalkamazlar. Asırlık acılarımızın müsebbiplerinden ikisi düştü, ikisi kaldı. Demek ki kurtuluş daha da yakınlaştı. Biri günde beş on insanımızı şenliklerle asarken sokaklarda diğeri hâlâ dilimizi bile inkar ediyor ve “Süreç” ile uzatmaları oynuyor.
Ne yaparlarsa yapsınlar, Kürdistan davasından kurtuluş yok. Bu dava tüm hışmıyla kapılarına dayanmış; Kürdlerin, Alevilerin ve diğer mağdurların davasıdır bu... Yeter ki uygar aklın yoluyla hareket edelim. Kimse o retorikleriyle okyanuslar ötesi düşman aramasın. Kadim halkımızın köleleştirilmesinin kaynağında tarihin en saçma inançları var. Oysa bin dört yüz yıl önce, uygarlık fukaraları, çöl inançlarıyla en insancıl yaşam felsefelerimizi zehirlemek için kanlı bir yol izlerlerken kalbimize doğru, kadim uygarlıklarımızı da yerle bir ettiler.
Kendini tekrarlayan hatalardan kurtulmalı ve özgürlüğe giden yolun köprülerini birlik harcıyla örmeliyiz. Birlik olursak müttefiklerimiz de bize güzen duyar. Ve Xanî rüyası gibi muhakkak devlet olmalıyız, çünkü bu tarihin bir hükmüdür; yoksa Şengal oluruz ve her seferinde Kobanê’nin harabe sulietine çevrilmekten de kurtulamayız.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.