AİHM Recep \"AİHM’nin kararını tanımıyorum\" derken kendisine uygun diktatörlerin ilk özelliği hukuk tanımazlıkla tepki göstermiştir.
Fakat Selahattin Demirbaş\'ı suçsuz bulup Türkiye\'yi tazminata mahkûm etti.
Erdoğan Kürdler için sömürgeci sözcüsüdür.
Bu devletin Kürd halkına yaptıkları mezalimlikler ortada.
AİHM, Türkiye\'nin kriterlerine imza attığı için müdahil oluyor, fakat bu aynı zaman bir Batı Avrupa tavrıdır.
Peki, bu dünyada başkada bizi savunan var mı? Yok, o halde neden bazılarımız Batı düşmanı hala? Diğer yandan Türkiye\'nin pişkin tavrı tamamen devlet olma avantajından kaynaklanıyor. Devlet dünyada bir millete bu kadar avantaj sunuyorsa peki Kürdler neden devlet istemesin? Yanlış anlaşılmasın devlet istemeyi bu sıralar Bakur için savunmuyorum çünkü o koşullar yok, fakat bir genel anlayıştan söz ediyorum.
O halde tavır; ulusal ve ulusal haklarımızı savunma temelinde olmalı.
Burada önemli sorunlar kendisini tekrarlıyor.
Biz başka bir halkın-sömürgeci devletin klasik diktatörlük hezeyanlarıyla uğraşırsak Türkiye\'nin normal Türk vatandaşlarının diktatörlük karşıtı vatandaşları konumundan çıkmayız.
Bu durum ulusal davamızı Türkiye\'nin bir demokrasi ve içişleri sorunu olarak tutmaktan ve görmekten öteye götürmez.
Bu siyaset tarzı Türkiye\'nin işine gelir.
Devletin \"Kürdlerin haklarını savunma, Kürdçülük yapma ne yaparsan yap\" politikasına hizmet eder.
Türkiye\'nin içişleri sorunu olduk mu istedikleri kadar bizi ezerlerken uluslararası hukuk ve uluslararası haklarımız boşa gider, Türkiye’nin eli güçlenir.
Çünkü Türkiye\'de zaten hiç bir zaman demokrasi olmadı ve böylesi bir kültür de yok. Yumuşak ve sert dönemler, askeri ya da sivil diktatörlükler oldu ve bu durum yüz yıl bile sürebilir çünkü bu bir tercih ve toplumsal aydınlanmaya göre eğilim gösterir.
Fakat Kürd halkını bekleyen çok ciddi tehlikeler var; hızlı gelişen asimilasyon yok oluşa da götürebilir. O halde halk olarak Türk diktatörlüğüne karşı değil ulusal haklarımız etrafında kenetlenerek bir ulusal savunma geliştirmeliyiz.
Bunun mutlak silahlı bir mücadele ile olma zorunluluğu yok.
Silahlı mücadeleyi yapan yapsın fakat milyonlar ulusal taleplerle sivil itaatsizlik yöntemlerini geliştirebilir. Diğer yandan tüm parti ve kurumlar ortak ulusal ittifak kurabilir.
Bu durum \"Benim başkanım, senin başkanın, benim paradigmam senin paradigman, sen hain o hain\" biçimindeki parçalayıcı olguları ortadan kaldırır ve ulusal hareket etmeyi sağlar. Çünkü Ulusal İttifak sadece ulusal haklar etrafında birleşmek zorunda bırakır.
Kuşkusuz bir de genel bir ulusal tavrımız olmalı; Rojava ve Başur\'un çok daha güç kazanması ve mümkünse bunların çok daha yakınlaşmasını savunmak ve bu ulusal tavrı da Ulusal İttifak\'ın bir anlayışı ve prensibi haline getirmek gerek.
Unutmayalım ki ulusal hukuku olmayanlar ilkeldirler. Başur ve Rojava\'da hukuk, şu veya bu şekilde oluştu fakat biz Bakurluların ulusal hiç bir şeyi yok, değil sadece hukuku. \"Vay sen misin ilkel diyen\" Hayır efendim ben değil insanlık tarihi, uygarlıklar serüveni bize bunları fazlasıyla anlatıyor, tabii ki dogmatizmin kör edici atmosferinden çıkıp okuyor ve görüyorsak.
İşte Ulusal İttifak ile bir de bizim kendi aramızda ulusal bir hukukumuz oluşur ve ilkellikten çıkarız. İlkellik; modern giyim kuşam değil, hukukunun olup olmamasıyla ölçülür.
Ulusal tavrımız olmadan Türkiye bizimle böl parçala, korkut, terörize et yöntemleriyle ölümleri, tutuklanmaları, kayyumları, korkmayı, aşağılanmayı sürdürerek halkı düşürme ve kişiliksizleştirme yöntemlerini sürdürecektir ve nihayet HDP\'nin içine düştüğü tavrın herhalde övülecek bir yanı olamaz.
Fakat devlet HDP sahsında Kürdlerin gözünü de korkutarak kendisinden ve kimliğinden uzaklaştırmayı amaçlıyor.
HDP\'nin içine düştüğü duruma sevinen bir Kürd welatparez olamaz. Biri birimizin acılarından mutluluk çıkartmak erdemsizliktir. Bu durumdan çıkmanın yol ve yordamlarını konuşmalı ve mutlak ulusal bir yol bulmalıyız. Bana göre bu Ulusal İttifaktır.
Yaşananalar dehşet boyuttadır bir makaleye sığdırılacak durumda değil maalesef.
Son günlerde Başur\'a dönük fakat karşılıklı bir takım yıpratıcı karalamalar yapılıyor. Tüm bunları utanç içinde izliyoruz. Bu mazlum halk adına kimselerin buna hakkı yok. Tüm bu nahoş çelişkilerin yerini çok daha ulusalcı bir ortama bırakacağına inanıyorum. Elimize geçmiş Başur ve Rojava’yı ne pahasına olursa olsun korumalıyız ve oranın yerel hukukuna saygı duymalıyız. Bir takım iç sorunları varsa bunu iç dinamikleriyle çözmeliler; dışardan bir müdahaleye kimselerin hakkı olamaz. Katiyen makul ve geliştirici eleştirilere karşı olumamalı fakat Mustafa Barzani dokunulmazdır. \"Mezarım hiç bir peşmergenin mezarından yüksek olmasın\" diye vasiyet bırakan, tüm fotoğraflarında peşmergenin önünde 60 yıl boyunca mücadele etti, Saddam gibi bir sömürgeci despotu defalarca yenilgiye uğrattı.
Her halkın tarihinde minnettar kalınan önderler vardır. Bunlar daima saygı ile anılırlar. Kürdlerde Qazi Muhammed, Mustafa Barzani, Şex Sait, Seyit Rıza, Abdurahman Qasımlo tartışmasız ulusal kahramanlardırlar. Kuşkusuz daha sonraki kuşaktan, her Kürdün saygı duyması gereken, Hayri Durmuş, Mazlum Doğan, Mahsum Korkmaz gibi kahramanları da unutmamak gerek. Sembolik olarak bu isimleri verdiysem de son yüz yılda Kürdlerin verdiği şehit oranı muhtemelen yarım milyonu bulmakta. Bu rakam dünyada bir kaç devletin nüfusuna tekabül etmektedir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.