Kürd halkının dört parçada bitmez, tükenmez acıları yaşaması, bölünmüşlük ve sömürgecilerin yoğun asimilasyon, baskı ve katliam uyguladıkları uluslaşmasını engelleyen belirleyici faktörlerdendir. Parçalarda ve partiler arasında yaşanan çekişmelerin kaynağında sömürgecilerin böl-parçala-yönet politikası belirgindir. Kürdler yaklaşık 40 milyonluk nüfusu ile ulus bilincini geliştiremeden, uluslaşamadan, ulusal birlik koşulları henüz olmazsa da şu aşamada ulusal güç birliği yapmadan Ortadoğu’da güç sahibi olamayacağı gibi kurtuluşları da mümkün görülmüyor. Bunun için tabandan partilere ulusal güç birliği dayatmasının yaşanması için kitlelerin ulus bilincine ulaşması zorunludur. Ulusal kurtuluş sürecinde dinsel, mezhepsel ve ideolojik tutumlar ulusal davanın üstünde ve önünde tutulması uluslaşmayı engelleyen diğer önemli bir faktörlerdendir. Bu faktörler feodaliteye ve çarpık siyasal anlayışa dayansa da sömürgecilerin planlı beslemeye, geliştirmeye özen gösterdikleri bir gerçek.
Dünyada Ulus’un birbirine benzeyen sosyolojik birçok tanımlamaları vardır. Sosyalist ve Kapitalist literatürde ulus kavramsal olarak yaklaşık şöyle tanımlanır. “Ulus, ortak tarihe teşekkül etmiş, istikrarlı insan topluluğu olarak şu dört karakter ve yaşam birliği esasına dayanır: Dil birliği, toprak birliği, iktisadi hayat birliği ve ulusal kültürde birlik içinde beliren ruhi şekillenme birliği.” Birleşmiş Milletlere göre de bu özellikleri taşıyan bir halk teritoryal olarak özgürse, toprakları üstünde otorite ise bağımsızlık başvurusu yapabilir. BM’ye başvuru kendi başına ciddi bir olaydır çünkü başvurudan sonra başvuruyu destekleyen devletlerin artmasıyla statünün güç kazanmasını sağlanırken sonraki yol haritası doğru bir pratik-politika ile sürdürülmesi ve konjoktürel koşulların uygun olması yolu kısaltır; aksi durumda zorluklar artar ve uzun bir izlek sürer bağımsızlığın kabulü için. Bu süreçte düşmanlarını azaltıyor, müttefiklerini çoğaltıyor ve bağımsızlık çalışmana güç kazandırıyorsun.
Bir ulusu ulus yapan dört temel karakterin hepsi mümkün olmadan da ulusun devlet olma hakkı ret edilemez. Kaldı ki Kürdlerde bu dört karakter öteden beri kısmen mevcuttur. Örneğin dil birliği Kürdler gibi parçalı bir halk için zorunludur. Kürdlerde lehçelerin mesafeli oluşu bir gerçek fakat bu vahim bir oldu değildir; ortak eğitim kurumları olmadığı halde dil birliği karakteri vardır. Lehçeler dil birliğini etkisiz kılmıyor ve yüzyıllardır var olan devletlerde bile farklı lehçeler konuşuluyor ve hatta bu durum ulusun zenginliği olarak görülmekte. Ulusun meydana gelebilmesi için dört karakter birliğinin dördünün de olması ulusu çok daha karekterli kılar. Örneğin, İspanyol ve İngiliz sömürgelerinde yalnız dil birliğiyle ulus teşekkül etmedi fakat kıtanın farklı olması söz konusu devletleri bağımsızlığa götürdü. Kürdler gibi karadan sömürgesine bağlı ulusları dil belirginliği korucu temel unsurdur. Kürdler gibi halklar özgürleşmek için uluslaşması zorunludur. Sağlam karaktere kavuşmanın ve uluslaşmanın en etkili varoluş silahı dildir. Dili yasaklamış uluslar dilini yaşatmaz ise tükenişini adeta onaylamış demektir. Dil, bir ulusun ruhu olduğu gibi onu içeren ve çevreleyen tarihi değerler, folklorik zenginlik, oral ve yazılı edebiyat ile sosyolojik ve antropolojik değerler bütünüdür de. Dilin ölümü Kürdler gibi bir ulusun ölümüdür. Çünkü Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de ki kentlere göç etmiş, köklerinden koparılmış üçüncü kuşak Kürdlerin ezici çoğunluğun asimile edildikleri ve sömürgecilerinin karakterinde yaşadıkları görülmekte.
Dünyada aynı dili konuşan ayrı uluslar vardır, İngilizlerle Kuzey Amerikalılar gibi, Almanlarla Avusturyalılar gibi. Bazen dil birliğiyle toprak birliğinin birleşmesi de yetmeyebilir. Ulusal pazarın gelişmesi ve iktisadi yaşantı birliğinin kurulması ulus karakterini güçlendirir. Dil, toprak, iktisadi yaşantı birliği ve ruhi, şekillenme birliği, gibi ulusal karakterler ulusu sağlam kılan birer temel yapısallıklardır.
Ernest Renan’a göre “Ulus bir hissiyat, ruhani bir ilkedir. Bu hissiyatı, bu ruhani ilkeyi aslında bir olan iki şey oluşturur. Biri geçmişte, diğeri şimdidedir. Biri ortak zengin bir hatıralar mirasına sahip olmaktır; diğeri şimdiki zamanda ortak karara varma, birlikte yaşama arzusu, bölünmemiş halde aldıkları mirası geliştirmeye devam etme iradesidir.” der. Geçmişe ve tarihe sadakat, bin yıllar içinde oluşan kültürel değerlerin kadrini bilmek ve şimdiyi kurma arasında değerli ve dingin bir uluslaşma ulusun bireylerini de karakterli kılar. Ulus kaçınılmaz olarak halkın güvenini almadan, hukukunu kurmadan ve uluslararası bir statüye kavuşmadan özgürleşemez. Tüm bu aşamaları yaşaması için bireylerin ulusal bilincinin olgunlaşması esastır. Renan’ın görüşlerinin değeri de bunu bize hatırlatmasındadır, çünkü kökleri tarihe ve ulusal kültür mirasına dayanmayan ulusal varoluş güçlü olamaz. Bu anlamda halk ve bireylerin kendi kaderlerini tayin etme haklarına dayanmayan hiçbir şey de meşru değildir. Çünkü dünyamızı oluşturan yaklaşık 20 devlet bu esaslara dayanıyor.
Kuşkusuz ulus, sonsuzluktan gelip, ebediyete uzanacak bir sosyolojik gerçeklik değildir. İnsanlık tarihinde her toplum, tarihi ve sosyolojik kategori gibi, ulus da tarihin gelişim kanunlarına tabidir; bu evrenin ne zaman kapanacağını bilmek zor, fakat yüzyıllara, belki de bin yıllara uzanacağı bir ihtimaldir. Fakat ulusu ulus yapan özellikler tarihin derinliklerine dayanıyor. Kuşkusuz bu değerler silsilesi birdenbire oluşmadı. Ulus karakteristikleri birçok bilim alanını kapsamakta: bu bilim alanları insanlığın geçmişini ve bugününü anlamak için muazzam bir alan sunarken insanlığın ufkunu açtığı gibi geleceği daha iyi görmesini sağlıyor. Bu açıdan ulusların bu farklılıkları çelişkilerin kaynağı değil insanlığın birer değerleri ve zenginliği olarak kabul görmekte.
Örneğin Fars, Arap ve Türk dilleri bin yıl önce de konuşulan birer dildi. Büyük devletler ve imparatorlukların kurmaları uluslaşmalarına çok büyük bir kolaylık sağlamıştır. Öncelikle devlet tecrübesi, kurumsallığın gelenekleşmesi, dilin öteden beri eğitim dili olması ulus karakterini güçlendirirken uluslaşma süreçlerini kolaylaştırmıştır. Türklerin uluslaşma sürecine girmeleri Fars ve Araplara göre daha yakın bir geçmişe dayanır. On dokuzuncu yüzyılda kapitalist pazarın, Osmanlı İmparatorluğunda Türklerin çoğunlukta yaşadığı topraklarda yayılmaya başlaması ile belirginleşti. Dil birliği ve ruhi şekillenmenin yanı sıra iktisadi yaşantı birliği devşirme ağırlıklı Türk uluslaşmasını kuvvetlendirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun egemen olduğu Balkanlar, Ortadoğu ve Afrika’nın bir kısmındaki halkların hiçbiri ne Osmanlılaşabildi ne de Türkleşti. Çünkü ilhak gerekçeleri ve uygulamaları Cihat ve talan gibi Panislamizm’e dayandığından ötürü dil ve kültürlerini empoze edemediler. Egemen bir askeri güce sahiplerken egemen bir kültüre sahip değillerdi. İspanyol, Fransız ve İngilizler, sömürgelerinde dil ve kültürlerini egemen kılmasının birçok sosyolojik nedensellikleri vardır; eğitime dayalı gelişmiş dilleri, gelişkin sanat ve mimari kültürleri ile gelişkin ekonomik ilişkileri kültürlerini kalıcı kılmasının başlıca nedenlerdendir. Osmanlıların işgalinde asırlarca kalan halklar ulusal dilleri ile uluslaştılar ve ayrı ayrı devletleştiler. Türklerde uluslaşma Batı Avrupa’dan etkilenme sonucu Cumhuriyet ile birlikte Türkiye’de ümmet bilincinin, millet bilincine dönüşmesi ile başladı.
[email protected]
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.