En büyük savaşları, çelişkileri, vahşetleri, kumpasları kendi içimizde yaşıyoruz. Dünyada ulusal kurtuluş ve özgürlük savaşı veren ve özgürleşen halkların kurtuluş yöntemlerini uygulayamadığımız için kendi içimizde, iliklerimizde, beynimizde ve yüreğimizde yaşıyoruz en kanlı ve kör savaşları… Arzularımız, hedeflerimiz, rüyalarımız, gerçeklerimiz birbirine karışmış. Objektifsizliğimiz bumerang gibi dönüp alnımıza çarpıyor. Ne istediğimizi bile net söyleyemiyoruz hem kendi içimizde hem de sömürgecimize… Oysa Amed zindanlarında sömürgeciliğin suratına şamar gibi inerken mahkeme savunmaları, milyonları etkileyip binlercesini de dağlara çıkarmıştı yiğit genç kızları erkekleri. O direnişler öyle bir sinerji yaratmıştı ki yıllarca süren etkisi, dağlarda bile destanlar yaratmıştı.
Şimdi her yanımız puşt zulası, içimiz dâhil. Varoluşsal haklarımızda ısrarlı ve kararlı olamayışımız, işkencecilerimizi bize tecavüz etme alışkanlıklarından vazgeçirmesinden mi utanıyoruz acaba? Yalın biçimiyle, neden “Sen neye sahipsen ben de ona sahip olmak istiyorum arkadaş” diyemiyoruz. Bunu diyemediğimiz sürece “Lan bu devlet size ne yaptı!” diyen o değersiz yaratıklar postalarıyla kafamıza da vuracaklar elbette.
Sömürgeciler bizi adeta beynimizden dumura uğratmış... İdealizm ile realite arasında bir denge kuramadık ya da kurdurtmadılar; idealizm kendi başına agnostisizmdir, yani bilinemezcilik. Realite ise somuttur; bir halk varoluşsal değerleriyle somuttur; kurtuluş için katı ve keskin biçimiyle realist olmak ise elzemdir. Nüfusu bu denli kalabalık olan, üstüne üstlük bu denli kadim olup devletleşmemiş hiçbir halk yoktur tarihte. İhanetler, korkular, beyaz adam hayranlığı beynimize, kanımıza ve iliklerimize işlemiş.
“Barış” Yada “Halklarımız”
Kürdler katledilirken en dost geçinenleri Kürde “barış” dayatıyor. Bu koşullarda Kürde barış dayatmak tecavüz mağdurunun ellerini bağlamaya yardımcı olmaya benzer. Bir halkı tarihsel, toplumsal, sosyolojik ve antropolojik değerleriyle inkâr eden ve ona sadece ölümü reva gören kimdir? Bu dostlar, dostluk yapacaklarsa Kürd halkının haklarında ısrar etmeli ve kolonyalist devletlerine karşı Kürdün elini bağlamaktan vazgeçmeli; çünkü savaşın müsebbibi Türk sömürgeciliğidir, yani Kürd halkının varoluşsal haklarının gaspı ve yurdunun ilhakıdır.
”Barış” Eninde sonunda elbette barış kazanacak! Ama nasıl? Kürd halkının hakları verilmeden, O razı edilmeden, eşit koşullara kavuşmadan barış mı olur? Bunlar yaralı ve yarı ölü bir halkı, yarı kalmış insan öykülerini, insan hayatlarını, yarıda kalmış aşkları ve dinmeyen acıları anlamazlar. Tekrar sormak gerek, savaşı kim sürdürüyor? Kim kimi yok etmek istiyorsa tavır kesin ve katı biçimiyle ona dönük olmalı mı? Kokuşan başka bir kavram: “Halklarımız” Kürdü Türküyle “Halklarımız” kavramı tam bir saptırma safsatası? Kürd halkının yaşadıklarını başka halklar yaşamıyorsa “Halklar” demekteki kastınız nedir? Ya bilinçli yapıyorsunuz yada aptallığımızdan…
İttifaklar Ve Enternasyonalizm
Kobane’de tarihin en muazzam direnişine rağmen tek bir mahalle kalmıştı elimizde, köyler dâhil hepsini kaybetmiştik derken ittifak güçlerinin hava müdahalesi yetişti imdadımıza ve Kobane kurtuldu aşağılık yaratıklardan, derken dünyanın süper güçleriyle ittifak olmak ayaklarımıza gelmişken, içimizdeki ellerle düşman maalesef şimdilik başarılı oldu. Ve İsrailli Kadın savaşçı bunu şöyle özetliyordu: “YPG’yi çok sevdim ama diğerleri Amerika’ya ve İsrail’e küfür ediyorlardı, onun için YPG’den ayrıldım” derken Kürdün o muazzam direnişinin sürdüğü Kürdistan Topraklarında bir Kürdistan bayrağı göremedik, askeri filamanlarımız ve çekiç oraklı bayraklar anlaşılmaz bir manzara yaratmıştı. Oysa bayrak bir coğrafyanın hangi halka ait olduğunu simgeler. Bu açıdan Kürdistan’a ait olmayan bayrakların taşınması Kürd halkına kesinlikle dostluk değildi. Kaldı ki ilkel tarım araçlarının simgeleri değil döver biçerler zamanı. Oysa enternasyonalizm ezilen bir halka akıl verme masası değildir; ezilen halkın yanında çıkarsız, hesapsız yer almaktır Kemal Pir gibi yalın yüreğinle.
Kürd Medyası
Şimdi bu çok bilmiş beyaz “abilerimize” TV’lerimizde ve gazetelerimizde bize akıl vermelerini bir bağımlılık haline getirdiğimiz için kitlelere de bir heyecan vermiyoruz artık. Kanlar pahasına kurulan kanalımızda yöresinde muhtar bile olamayacak hanımın Bursa’dan getirip Amed’te vekil yapılması yetmiyormuş gibi “Devlet Rojava’ya saldıracağına G. Kürdistan’a saldırsın” demesi Kürdün trajedisinin, ezik ruh halinin aynasıdır. Kalitede, kasaba TV’lerinin de gerisine düştük. Siz hiç farklı görüşlerin, tezlerin savunulduğunu izlediniz mi bizim TV’lerden? Farklı görüşlerin olmadığı bir yerde aslında hiçbir şey yok demektir. Kritik-eleştiri geliştiricidir, özgürlüğün yani liberalizmin motor gücüdür; eleştirinin olmadığı yerde doğrular kesinlikle bulunamaz. Gazetelerimiz, benim gibi bir garibanın onda biri kadar bile okunmuyorsa nedenleri sorgulanmalıdır. Tiraj dört binmiş. Davamız sadece insan haklarını savunma davası ya da ikide bir “Her şeyin sorumlusu emperyalizm” deyip ustalıkla Türk sömürgeciliğini hedeften çıkarma davası hiç değildir. Dağlardan aldığım o değerli destek mesajları ise beni gönendiriyor.
Demokratikleşme Sorunsallıkları
Açık söylüyorum; elbette Türkiye’nin çok ciddi anlamda demokrasi sorunu var; hatta uygarlaşma sorunu, hatta önemli bir kısmının mutasyonunun henüz gerçekleşmemiş olmasının sorunsallıkları var. Ve kanıt: Hâlâ tarikatlar ülkesi değil midir Türkiye? En çok izlenen a TV’de şarlatan vaiz Kürdistan’da kıyımlar sürerken o usta bir tiyatrocunun ağlayışlarıyla salya-sümük vaiz verirken zavallılaştırılmış ahali de ağlayarak dinliyor “Oklava ağlıyordu, açma hamuru insafsız diyordu. Ama Ayşe dinlemiyordu hunharca çeviriyordu ağlayan oklavayı yuvasını kurtarmak için” Bu düşük zeka ve dehşet verici gericilik komşusu Alewi’yi de Kürdü de her zaman yakmaya müsaittir. Fakat Türklerin demokratikleşmesi gibi sorunların çözümünün gerçekleşmesi bazen onlarca yıl, hatta yüz yılları alabilir. Hatta “Ben demokratikleşmek istemiyorum lan sana ne?” de diyebilirler ve zaten diyorlar da.
Demokratikleşmek istemeyişlerinin altında kesinlikle Kürdün haklarına kavuşma korkusu var. Peki bu kadim Kürd halkı kurtuluşu için Türklerin demokratikleşmesini beklemek zorunda mı? Bu düpedüz bir halka yok oluşu dayatmaktır. (HDP’ ayrı bir örgütlenmedir, sözüm HDP’ye değil, Kürdistan eksenli Kurtuluş projeden söz ediyorum. Bana göre HDP mücadelenin saç ayaklarından biridir) Bu anlamda net olmadığımız için ezici çoğunluk Türklerin demokratikleşmesinin, hatta insanlaşmasının önünde ciddi bir engel durumundayız. Platon, demokrasinin nesilleri alan ciddi bir eğitim işi olduğunu söyler. Bakunin, anarşizmin duayenlerinden olmasına rağmen “Bir anayurt her insanın, her insan gurubunun, birliğin, topluluğun, bölgenin ve ulusun tartışılmaz ve kutsal olan kendi bildiği şekilde yaşama, hissetme ve davranma hakkını ifade eder.” diyor; bunu yaşıyor muyuz?
Gazeteci olarak dünyayı turlamış olmak ve dünya halklarının sorunlarının merkezi Birleşmiş Milletler ’de yıllarca bulunmuş olmak bana naçizane düşündüklerimi halkıma yazma sorumluluğunu veriyor. Ne halkın kanından oluşan değerlerden mal, ne de itibar sahibi olma gibi bir derdim yok. Ayıptır söylemesi ikisine de emeğimle sahibim zaten. İsviçre vatandaşıyım… Hangi ülkeye gittiysem gördüğüm özgürlükler ortamı beni derinden sarsmıştır, “Neden ülkem Kürdistan özgür değil?” diye. İşte egemen ulus solcusu, dincisi ya da sağcısının benimle aynı duyguları yaşaması bu yüzden olanak dışıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.