İnsanlık tarihinin en eski yerleşik alanı olan ve insanlığın kökenlerine ışık tutan Hasankeyf (Heskef) Türk devleti tarafından bilinçli ve planlı bir biçimde sular altında bırakılırken kimseden ses seda yok. Kuzey'de Kürdlerin en güçlü hareketinden ve farklı örgüt, parti ve kurumlardan da ses yok.
Birbirleriyle didişmesini iyi bilirler, birbirlerini aşağılamayı iyi becerirler ama en değerli miraslarına sahip çıkamıyorlar. Bu miras öyle bir miras ki, yeni bir New-York yaratabilirsin ama yeni bir Hasankeyf yaratamazsın. Yeni bir Dubai yaratabilirsin ama yeni bir Sur yaratamazsın. Çünkü Sur'un yedi bin yıllık tarihi vardı. Hasankeyf'in 11 bin yıllık tarihi. Yurtseverlik, insanlık, devrimcilik bu değerlere de sahip çıkmak değilse nedir anlatır mısınız? Bu değerlerimize de sahip çıkamıyorsak lanetlenelim... Cahil bir halkız, cahil parti ve kurumlarımızla mal mal bakıyoruz Hasankeyf’in gözlerimizin önünde yok oluşuna... Hasankeyf’in yok oluşunu izleyip te bir şey yapmayanlar ben dâhil kesinlikle değersiz ve insanlığa karşı suçlu atalarımıza tarihe karşı ihanet içindeyiz. 50 milyonu aşkınız, bizi biz yapan insanlığın en değerli tarihi mekânları, izleri, kökleri yok ediliyor biz sadece bakıyorsak yurtseverliğimiz batsın. “Ben yazarım, şairim, sanatçıyım” diyenlerin de insanlığı batsın. Hasankeyf yok edilecekse hepimiz yok edilmeyi hakkediyoruz. Hasankeyf yok edilecekse kimse siyaset adına lafazanlık yapmasın ve siyaset yaptığını da yutturmaya kalkmasın. Hasankeyf'i anlamayanlardan bir halkı özgürleştirecek örgüt, parti, lider çıkmaz. Defalardır feryat ediyorum kimseden ses yok.
Medeniyetin beşiği olarak bilinen Verimli Hilal veya Yukarı Mezopotamya'nın stratejik kalesi Hasankeyf'in ilk konuklarının kimler olduğu bilinmiyor. Bilinmesi de zaten mümkün değil, çünkü insanlığın ilk yerleşim alanlarındandır. Hayvanların ilk evcilleştirildiği, tohumun ilk kefş edildiği çağlara dayanır. Ve sonra Kürdlerin mirasına girdi. Kürdler yurt edindi burayı. Antik kentin çevresindeki 6 bine yakın mağara, insanın ilk yaşadığı yerlerden biri olduğunu gösteriyor. Bir sığınak olduğu tahmin edilen antik kentin bilinen tarihi M.Ö. 8. yüzyıla dayanıyor. Mezopotamya'ya hâkim konumu, içinden Dicle nehrinin geçmesi, yukarı kale bölümünün uçurumlar ile çevrilmesi, savunmaya elverişli mağaraları da, fiziki gücün hakim olduğu çağlarda, Hasankeyf'i kavimlerin paylaşamadığı bir yer haline getirdi.
Milattan sonraki ilk yüzyıllarda Hasankeyf, Bizanslılarla Sasaniler arasında zaman zaman el değiştirdi. 4. yüzyılın ortalarında Hasankeyf'e sağlam bir kale yapan Bizanslılar, 7. yüzyıl başlarına kadar buraya egemen oldu.
Hasankeyf tarihi önemini, M.S. 1101 yılında buraya hakim olan ve 130 yılı aşkın bir süre başkentlik yaptığı Artuklular döneminde kazandı. O dönem ticaretin önemli bir kısmının nehir yoluyla yapılması nedeniyle, Dicle Nehri üzerinde bulunan Hasankeyf de ticari açıdan Ortaçağ'ın Bağdat ve Şam gibi önemli şehirlerinden biri haline geldi.
Artukluların buradaki hükümranlığına 1231 yılında son vererek Hasankeyf'i ele geçiren Eyyübi Kürtleri, 1260'ta Moğol istilası ile karşılaştı. Moğallar, şehri harabeye çevirdi. Eyyubiler, 14. yüzyılın başlarından itibaren Hasankeyf'i yeniden imar etmeye başladı. Birçok eserde imzası bulunan Eyyubiler döneminde tarihinin en parlak dönemlerinden birini yaşadı. Kenti onlarca kavmin ya da insanlığın ortak mirası haline getiren ise, doğal yollardan oluşmuş mekanlar ve insan elinden çıkmış eserlerin birlikteliği. Eserlerin her şeye rağmen bir arada ve ahenk içerisinde bugüne kadar kalmalarının en önemli nedeni ise, burayı ele geçirenlerin, kendilerinden önceki yapıları yıkmadan, yanına kendilerine ait eserler yapmaları, yine bu eserleri yenileyip kendi medeniyetlerine ait motifler ile süslemeleri.
Hasankeyf, kalenin bulunduğu alanda yer alan Yukarı Şehir, Dicle'nin güney sahillerindeki teraslara yayılan Aşağı Şehir ve Dicle'nin kuzeyindeki teraslarda bulunan kent alanları ve mahalleler olmak üzere 3 ana bölüme ayrılıyor.
Antik kentte bulunan 6 bine yakın mağaranın dışında insan eliyle yapılmış eserlerin her biri bir dönemin kültürü, yaşamı ve mimarisine ışık tutuyor. Dev bir kaya kütlesi üzerinde bulunan Kale, Kale üzerinde bulunan Eyyübilere ait Cami, Kesra Mezin, Kesra Buçuk ve yapım tarihi Asurlular dönemine dayandırılan Taş Köprü, Eyyubi Sultanı tarafından yaptırılan El-Rızk Camii, Sultan Süleyman Camii, Eyyübilere ait Koç Camii, Hasankeyf'in sembollerindendir. Hasankeyf'te ayrıca kime ait olduğu bilinmeyen tarihi kaya mezarlar, kaya evler, Ortaçağ'a ait 3 üniversitenin kalıntıları, kiliseler, gizli geçitler, kale ve kentin genelinin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan su yolları, yörede yakın zamana kadar tüm bölge buğdayının öğütüldüğü 30'u aşkın kayaya oyulmuş değirmen, eyvanlar ve kaleden Dicle'ye inmek için kullanılan ve kayaların yontulması ile oluşturulmuş 200 basamaklı merdiven bulunuyor.
Hasankeyf, Hristiyanlık ve İslamiyet açısından da önemli bir merkezdi. Tarihte başpiskoposluk olarak rol oynayan antik kentte yapılan camiler de İslami dönemde Yukarı Mezopotamya'da inşa edilen ilk İslami eserler. 2 bin yıllık geçmişi olan eserlerin dünyada benzer örnekleri bulunmuyor.
Hasankeyf'te toprak altında da önemli eserlerin bulunduğu tahmin ediliyor. Katman katman üzerine kurulu olan antik kente ait birçok eserin de, şu anki yerleşim yerinin altında 3 veya 4 katman şeklinde bulunduğu biliniyor. Burada da kazı çalışması yapılabilmesi ve evlerin kaldırılması için kamulaştırma çalışmasının yapılması gerekiyor.
Ilısu Barajı'nın Hasankeyf dışında sulara gömeceği tarihi yerler ise kamuoyunca çok fazla bilinmiyor. Oysa çevreciler ve arkeologların üzerinde en fazla durduğu konulardan biri de bu. Barajın etkileyeceği alanda 37 bin 750 hektarlık bir alanda arkeolojik araştırma yapılması gerekirken, 1988-1991 yılları arasında yapılan araştırmalarda bu alanın sadece 7 bin hektarlık bölümü incelendi. İncelenen alan içerisinde ise 300'ü aşkın arkeolojik alan tespit edildi. Bunlardan 83'ü projeden doğrudan etkilenirken, diğer alanlar ise baraj gölünün aşındırma ve erozyon etkilerine açık olacak.
Bilimsel kaynaklara göre ilk aletli tarımın yapıldığı yer olan Dicle kenarında bulunan ve aynı zamanda baraj suları ile kaplanacak olan alanda gizli olan 100'e yakın höyük, Kalkolitik Çağ'a, Tunç Çağı'na ve en önemlisi Neolitik Çağ'a ait birçok bulguya ulaşılabilmesi açısından çok önemli. İlk çağlardan itibaren yerleşim alanı olarak kullanılan bölgede aynı zamanda İran, Arap Yarım Adası, Kafkaslar ve Anadolu arasındaki geçişi sağlayan çok sayıda geçit bulunuyor. Barajın yapılması durumunda insan türünün kökenleri, tarımın başlangıcı ve çok sayıda medeniyetin ayak izleri ve maddi varlıklarına dair olağanüstü kanıtlar da sular altında kalacak.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.