Ankara, Rojava’da Kürd devletleşmesini engellemek için İŞİD’in Türkiye’yi bir ikmal, lojistik ve mobilizasyon alanı olarak kullanmasını sağlıyor ve bunlar ortak stratejik çıkarlar temelinde yapılıyor.
Erdoğan bir zamanlar “Arjantin’de de bir Kürdistan kurulsa müdahale ederiz” demesi devletin geleneksel şuursuz aklını ve Kürd düşmanlığını seslendiriyordu. Fakat tarihin akışının önünde bazen hiç bir güç duramaz ve bölgesel gelişmeler buna asla Türkiye’nin gücünün yetmediğini de gösteriyor. Kürtlerin teritoryal ve siyasal varoluşuna düşmanlık Türkiye açısından keskin sirkenin küpünü yakmasına dönüşmüş. Kürd düşmanlığı zenefobi biçiminde klinik bir vaka halini almış. Bu durum Kürd ulusal gücüne savaştan başka hiç bir açık zemin bırakmadığı anlamına gelebilir. Fakat bu katı durum karşısında Kürd hareketi rasyonel davranarak Kuzey’de özerkliğin örgütlenmesini gerektiriyor ve daha etkin olabilmek için bağımsızlık kartını gösterebilme yeteneğine sahip olmalıdır.
Bir halk için bu koşullardan daha kötüsü olamaz. Kaybedecek bir şeyde yok, ölüm ise her gün yaşanıyor. Anadilde eğitim hakkının bile olmayışı kitlelerin sabrını taşımız durumda. Türkiye, Kürdlerin Rojava’dan Akdeniz’e kadar inmeleri ve zamanla devlet olabilme ihtimallerine karşı Rojava sınırına askeri yığınak yoğun tartışılırken uluslararası konjonktür ve bölgesel koşullar müdahaleyi mümkün kılmıyor.
Geçenlerde Cenevre Birleşmiş Milletler’de bir ONG’nun davetlisi olarak bir toplantıya katıldım. Kulis sohbetlerinde Türkiye’nin bu blöfleriyle alay ediliyordu. Türkiye Nato üyesi. İŞİD’e karşı savaşın Koalisyon cephesini oluşturan güçlerin çoğu NATO üyesi ve bunlar PYD ile ittifak içinde. Türkiye’nin PYD’ye karşı herhangi bir atraksiyonu NATO’ya karşı olması anlamına gelecektir. Diğer yandan Suriye ve dolaysı ile Rusya ile de karşı karşıya kalacaktır. YPG’nin askeri gücünüde buna eklersek Türkiye’nin Rojava’ya girmesi mümkün görülmüyor. Kuzeyde ki 20 milyon Kürdün ulusal sorununa çözüm bulamamış bir ülkenin Rojava’yı işkal etmesi düşünülemez.
Hatırlanacaksa Türkiye aynı tehditleri Güney Kürdistan’a yönelikte yapılmıştı. Türkiye tehditler savurarak kırmızı çizgilerinden söz ediyordu. 2003 yılında Güney Kürdistan kentlerinde sivil halk arasında bombalar patlıyordu, Türk devleti ya da onun desteklediği terör guruplarının yaptığı biliniyordu ve nihayet Amerika Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesinin asıl amacı Türkiye’yi Güney Kürdistan’dan düşmanlığından vazgeçirmekti. Ve çuval sonrası Türkiye uysallaştı ve Güney Kürdistan ile ticari ilişkiler geliştirme noktasına geldi. Türkiye’nin Güney Kürdistan ile ticari ilişkiler ve iyi bir komşuluk yapması elbette her iki halkında çıkarınadır ve yapılması gerekende buydu. Türkiye şimdilik pratikte Güney Kürdistan düşmanlığından vazgeçmiş fakat Kürd düşmanlığından vazgeçmemiş. Türkiye ve İran (Osmanlı ve Farslar) Kastri-Şirin antlaşmasından beri aralarındaki ilişkiler ne olursa olsun Kürd halkına ve onun devlet olabilme olasılığına karşı birlikte hareket ettiler, ediyorlar. Amerika Türk özel birliklerinin kafasına çuval geçirildikten sonra Güney Kürdistan’ın devletleşmesini engelleme misyonunu İran üstlenirken Türkiye Kuzey Kürdistan ve Rojava’nın devletleşmesini engelleme sorumluluğunu yüklendi.
Türkiye G:kürdistan için yaşadığı aynı sıkıntıyı yıllar sonra Rojava’da da yaşıyor. NATO seküler, demokratik değerleri savunan ve İŞİD barbarizmine karşı savaşan Kürdleri destekliyor olması Türkiye’nin elini ayağını bağlıyor. Hükümet, Suriye sınırındaki Öncüpınar ve Cilvegözü sınır kapılarından İŞİD’i lijistik bakımından destekliyor. Türkiye, Kürdler muaffak olmasın diye İŞİD gibi Ortaçağ barbarizmini aratan İŞİD’i destekleyerek bir maceraya sürüklenmeyi tercih ediyor. Ankara için İŞİD’in Türkiye’ye komşu olmasında fayda vardı fakat bu coğrafyanın en kadim halkı ve onun öz toprağı olan Kürdler devlet olmamalıydı. Kürdistan’nın dört sömürgecisinden ikisi tarihin çöplüğüne giderken Türkiye ve İran kaldı derken bir de İŞİD çıktı. Fakat tüm veriler iyi değerlendirilirse İŞİD’in yarattığı bu kaos ortamı Kürdlerin devletleşmesi için muazzam tarihsel bir fırsat sunuyor. Bu fırsat devletleşme olmalıdır. Dünyada Arapların 22 devleti, On’a yakın Türki devlet varken 40 milyonluk Kürde bir devlet çok görülemez. Hatta İŞİD’in insanlık düşmanlığı ve özellikle Kürdistan düşmanlığını Kürdistan’nın özgürleşmesinde artı bir avantaj olarak kullanılmaya müsaittir. Zira kıyım ve vahşetleriyle Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar uzanan bir coğrafyada İŞİD’e karşı savaşan Kürdler devletleşmek için başta ABD, Avrupa ve ilerici insanlığın desteğini ve sempatisini kazanmış. İŞİD’in savaş açtığı tüm cephelerde ilerleme gösterirken Peşmerge ve Gerillaya karşı toprak, moral ve itibar kaybetmesini dünyan takdirle karşılıyor.
Tüm taraf açısından konjonktürel ve gerilimli bir ilişki var. Türkiye NATO’ya rağmen İŞİD’i desteklemesi altındaki dalı kesmesi anlamına gelmektedir. Batılı kuruluşlar defalarca İŞİD-Türkiye işbirliğini yazdılar, raporladılar. Nato’nun altıncı maddesine göre Türkiye gibi her üye devlet, her koşul altında askeri açıdan korunmalı fakat NATO’nun ittifak protokolüne ters düşmeden. Ters düşmesi antlaşmanın üye devlet için geçersizliğini ifade eder. Bu anlamda Türkiye İŞİD ile sıkı ilişkilerinde NATO’ya ters düştüğünden Rojava’yı tehdit edebilir ancak işkal ve ilhak edemez. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.