Değerli arkadaşlarım, dostlarım ve yoldaşlarım, HDP’den aday adayı olmamı önerdiler, sosyal medyadan paylaştılar. Başvurumu yaptım ve ardından bir vicdan muhasebesi yaşadım; yıllardır alanda yaşayan, halkla iç içe olan adaylarımız varken Avrupa’dan gitmeyi uygun görmedim ve başvurumu geri çektim. Bana duyulan güven saygıdeğerdir. Beni öneren yoldaşlarıma teşekkürler ediyorum. Birey kalmayı, özgür düşünüp özgürce yazmayı, yazın, düşün, sanat ve edebiyat yoluyla halkımın özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini desteklemeyi tercih ediyorum.
Elbette yüreğim ve düşüncelerim HDP\'den aday olan arkadaşlarımdan yanadır. Barajı aşacağımızı umuyor olmazsa bile Kürdistan’da özerkliğin temellerini atma zamanı geldiğine inanıyorum. Diğer yandan düşüncelerini açık ve özgürce yazan ve söyleyen biri olmamdan ötürü ve vekil yeminini de edemeyeceğimi düşündüm. Birinci planda her şeye rağmen kırk yıldır dağlarda kendisi için hiç bir şey istemeden canını ortaya koyan, sömürgeciliğin kuşattığı algıları bertaraf eden gerilla ve ikinci planda kentlerde varını yoğunu, evlatlarını dahi mücadeleye seferber edenler ve üçüncü planda da legal siyaseti önemserim. Birincisi olmadan legal siyaset de mümkün değildir elbette; fakat aynı zamanda tüm bu mücadele alanlarının birbirini tamamladığına da inanıyorum.
Halk olarak zorlu tarihsel bir süreçten geçiyoruz. On yıllardır büyük bedellerle verilen mücadele önemli bir merhaleye gelmiş ve birçok alanda mücadele devam ediyor. Nüfus ve toprak büyüklüğü bakımından dünyada devlet olamamış tek halkız ve bu durum katliamlara maruz kalmamızın temel nedenidir. Ve hâlâ paramparça olan halkımızın hedefi kuşkusuz özgür dünya ulusları kadar özgür olmaktır. Kanımca davanın öznesi budur ve seçileceklerimizin bu espiri ile hareket etmeleri tarihsel bir sorumluluk ve zorunluluktur.
Sömürgeciliğe karşı mücadele sürerken sömürgecimiz ile benzeşmemek için kendi içimizde demokrasi ve hukuku esas almamız kaçınılmazdır. Ve hiç bir bahane kendi içimizde anti demokratik olmamıza ve hukuksuzluk yapmamıza bahane teşkil edemez. Çünkü geleceğin zeminleri şimdiden atılıyor ve çağımızda toplumsal kaoslar yaşayan halkların en büyük sorunu demokrasi ve hukuk sorunudur. Kürd legal siyaseti olarak mutlaka ama mutlaka içine düşmememiz gereken handikaplardan biri de Türk siyaset tarzıdır. Türk siyaset tarzı popülizme ve rantçılığa dayalıdır. Politikacılar seçildikten sonra sistemin sunduğu olanaklarla kendilerini Tanrı’nın bir lütfu ve vazgeçilmez unsurları olarak görmeye başlarlar ve yıllarca aynı simalar ekranlardan düşmez. Bu unsurlar otoriter ve buyurgandırlar, düşünsel olarak kendilerini geliştirmez ve gelişkin insanları ekarte etmekte ustadırlar. Bunlar demokratik kuralları önemsemez, halka dayalı tabandan tavana örgütlenmeden ve çoğulculuktan nefret ederler. Bunlar eleştiriye kapalıdır ve bildiklerinin tek doğru olduğuna nerdeyse inanarak konuşurlar. Asla soru sorma ve öğrenme çabaları olmadığından soru sormazlar, sorulan sorulara da ezber retoriklerle cevap verirken ertesi gün saçmalıklarıyla medyada görünmekten keyif alırlar. İşte temennimiz, on binlerce insanımızın canına mal olmuş Kürdistan davasının siyasetçilerinin bu hataya düşmemeleri.
Diğer yandan Kürdistan’ın parçalanmışlığı ve dört ayrı parçadaki siyasal olaylar ve olgular bizi yakinen ilgilendirmelidir; hiç bir kaygı gütmeden Kürdistan halkının birliği savunmalı, bağımsızlık ya da faklı bir siyasal sistem isteyen başka bir Kürdistan parçasını desteklemeliyiz. Bu tarz bize kaybettirmez aksine kazandırır. Örneğin Güney Kürdistan bağımsızlık mı istiyor, ilk destekleyen olmalıyız. Başkasına “Şunu yap bunu yapma” tarzındaki diktelemeler Türk kof siyaset tarzıdır, çağdaş demokratik siyaset bu zihniyeti çöpe atmıştır.
Demokratik esaslara ve çoğulculuğa dayalı düşünce sistemini esas almak zorundayız. Gasp edilen ve bizi biz eden ulusal haklarımızı her şeyin üstünde tutmalıyız ki savunulacak demokrasi, farklı kimliklerin eşit koşullarda bir arada yaşamasının imkânı hızlansın ve siyaset tarzımız da bir anlam ifade etsin. Popülizm geri kalmış ülkelerin bir tarzıdır. Gelişkin toplumlar seçtirdiklerinden süslü laflar değil hizmet beklerler. Yaşadıklarımıza devrim diyorsak uyduruk Oryantaliz’mi değil gelişkin demokratik, çoğulcu toplum modelini ve tarzını esas almalıyız.
Yıllardır yaşadığım İsviçre demokratik, çoğulcu devlet modellerinden biridir. Farklı halkların, dillerin, kültürlerin ve kantonların ülkesidir. Politikacıların opilizm yapması burada en büyük ayıptır ve halk bu tür unsurları anında kovar. Geçmiş yıllarda İsviçre’ye gelen Türk vekillerin bir kısmıyla karşılaştığımızda buranın sistemini öğrenme gereğini dahi duymayacak kadar pişkin, her şeyi biliyoruz, ya da bilinçsizliğimiz anlaşılmasın edaları acınacak hallerini gösteriyordu. Oysa Türkiye’nin böylesi çoğulcu bir sisteme her ülkeden çok daha fazla ihtiyacı vardı.
Elbette HDP’nin de dünyada demokrasisi gelişkin sistemleri esas alması gerekir ve alıyorda. Kürdistan devrim süreci devam ederken Türk siyaset tarzının kısır döngüsüne düşmeden Kürd kadının örgütlenme ve direniş örneği Ortadoğu’da bölgesel bir aydınlanmaya yol açmasından büyük umut bekliyoruz. Devrim demokrasi ve hukuk mücadelesi bilinçli toplumların eseridir. Öğrenmeyi, gelişmeyi, mütevazi olmayı, dahası demokratik olmayı çok daha fazla öğreneceğiz. Dökülen kanlar, toprağa düşen canlar halkındır bu halka salt nutuk çekmesini değil özellikle O’na hizmet etmesini öğreneceğiz. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.