Bir kadın Gerilla şehit düşen Peşmergenin başını dizine koymuş ağlıyor. Yüzyıllar sonra bu hazin tablo paramparça olmuş bir halkın birleşeceğini ve özgürleşeceğini müjdeliyor ve ağıt şöyle başlıyor:
Kayaların şifrelerinde, eski zaman bilginlerinin, Gutilerin, Medlerin dilinde aradım seni. İlk çığlıklarım, ilk gülüşlerim ve düşlerim, hatta ilk kavgam senin içindi ey yaralı yurdum. Kan ter içinde yol aldım akıp giden çağlarda...
Nemrut’tum, İbrahim’imdim, Ateş, toprak, rüzgar ve yağmurdu ilk harcım.
Yurt yaptım. Hiç bir hükümran tanımadım. Amed, Hewler, Süleymaniye gibi kentler kurdum., Dersim’im, Kobanê’yim ölümüne direndim. Harabe kentlerimin hüznüne vuruldum ve humun dalgalarıyla sınandım. Soğuk gecelerinde saçlarına sarındım; çocukluğumsun, beni ben edensin.
Dehşet yüklü inanç sapkınlıklarıyla saldırdılar; korku labirentlerinden geçtim.
Gözlerinin buğusunda sesimin ılıklığında acılarını ruhuma işledim.
Anılarımın başladığı yerdeki paramparça ve yaşayamadığım çocukluğumsun ey yurdum.
Zehirli suları, dumura uğrayan duyguları ve kirlenmiş aşkları arındıransın.
Lanetler dolaşırken üstümüzde sonsuzluğa açılan düşlerimize yürüdük; kan kırmızı ufuklara doğru.
Sırtımızda eski zaman emanetleriyle, duraksız yollara düştük.
Taş kitabeleri çözerken büyülü sözcükler, çözümsüz şifreler çoğalıyor bilincimizde. Vahşeti hüner sanalar anlayamazlar yüz yıllar süren uzun çığlığın tutkulu bir aşka nasıl dönüştüğünü...
Paramparça bir yurtsun, aşk ve ölüm arasında öncesiz ve sonrasız kırılmış ışıklar içinde. Her anı bir dehşet uzun süren bir hüsrandı yüzyıllar süren. Ve sonuna geldik, ne din bezirganları ne de ruhlarını satanların oyunları etkilemeyecek bu kadim halkın yeniden doğuşunu; bu halk meşe cinsindendir, bu doğanın kesin bir hükmüdür çünkü toprağa derin salmış köklerini.
Şimdi yaralı kadim yurdumdayım ey zaman perisi. Peşmergeyim, Gerillayım, halkım, savaştayım, halaydayım, sonra oturup ağlarım, çünkü duygularımız acılarla bezenir. Yazgımıza boyun eğmeyeceğiz, hâlâ asiysem anla beni ey zaman perileri.
Hem barıştan, hem de savaştan korkanların, savaş esirlerini en alçakça biçimde boğazlayan haramilerin çemberindeyiz. Düşlerimizden kan sızan nehirler geçer.... Haritalardan sildiler, ama topraktan sökemediler. Yedi renkli nehirleri olan, nice uygarlıklara beşiklik edensin, seni yarı ölüler mezarlığına çevirdiler. Gelgitler içindeyiz, korkuyla yırtılan sabahlardayız. Dicle boylarını, yılan ıslığı çalan geceler günahımızdır. Fekiye Teyra’yı ve Xaniyi öldüren aşk ise yaşam kaynağımızdır.
Rüyalarımsın, varoluş nedenimsin. Yetim bir çocuğum, bitmeyen labirentlerinde kadınların dudaklarında ses, gözlerinde hüzünsün yurdum. Mezar taşlarına hasret ölüler yatar bağrında. Ağıtlaşan bir tarih, destansı bir hayat akar üstünden. Vuruldukça kılıç artıkları diye geçtiysek kayıtlara, bitmeyecek bu kavga ey yurdum bu hayat özgürleşinceye kadar.
Kaç intikam borçlular bize ve naif bir tebessümüz kutsal ateş dansında.
Bazen acıların şenliğinde semah döneriz, bazen de destanlara gömülen birer Kıbela’yız. Yurdumsun, yazgımsın, varsın virane olsun kentlerim, zalimlere karşı küllerinden yeniden doğanlarız...
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.