Bu Newrozda ne olacak. Herkes Öcalan’ın Mektubunu beklemekte. Bu çok ilginç bir durum degil mi?
Kürt hareketinin ne istediği, ne yaptığı, Öcalan’ın beyanları zaten ortada değil mi?
Peki neyi merak ediyoruz sahi? Kürtler kendi kendileriyle mi barış yapıyorlar sizce?
Yıllarca savaştığımız gücün ne dediği önemli değil mi yoksa ? Bu yılda onlar çıksınlar ve nasıl, hangi koşular da, neler yapacaklarını açıklasınlar.
Biz Kürtler yaşamı yatay yaşarız. Odak noktası direk kendimiz olduğunu düşünürüz. Dikeyin üstenci, diktenci reddiyesini en başta yaparız.
Bu, sahip olduğu toplumsallıkla, toplumsal mirası ile doğrudan ilintilidir. Haliyle toplumsal yaşama dair kodlarını beslendikleri ağlardan alıp yaşamın tüm alanlarına sirayet ettirirler.
Bu hayatta kalmanın da kültürünü yaşamanın da bir yöntemidir. Bizler bunu tek bir yoldan yapmayız. Dürtülerimiz, öğretilerimiz, duygularımız ve aklımız ölçüsünde, içinde bulunduğumuz durumla da harmanlar, ona göre bir yol belirler ve yine ona göre davranışlar sergileriz.
Sayın Öcalan\'ın geçen yılkı mektubundan sonra PKK \'nin ateşkes ilan etmesi ardından Kürtlerin her kesiminde tartışmalar yapılmaktaydı. Bu tartışmaların bir kısmı düşmanca, yalan yanlış olabilir. Kürtlerde tartışma kültürü yeni yeni gelişmektedir. Art niyetli eleştirileri bir yana koyarsak, iyi niyetle yapılmış veye yapılacak eleştiri ve değerlendirmelere değer vermek gerekiyor.
Bu Newrozda Diyarbakır’da Öcalan’ın değil, kürsüye çıkacak Yalçın Akdoğan açıklama yapması beklenmeli. Hükümetin kafasında nasıl bir barış programı var, veya var mı. Kürt halkının net bir şekilde duyması gerekmektedir. Meclise getirdiği iç güvenlik paketini ne amaçla getirdiklerini pürüzsüz bir şekilde anlatmalıdır. Seçim sonrası başlatacakları 90’lı yılların pratiğı için bir hazırlık mı, onu anlatması gerekiyor. Getirdikleri her yeni kanun paketini bir pazarlık konusu yapmakta ne amaçlanmaktadırlar bunu anlatmalıdır.
Akdoğan kürsüye çıktığında sağ tarafna Sırrı Süreyya’yı almasında bencede bir sakınca yok. Diyarbakır da yüzbinlerin huzurunda şunları açıklamalıdır: Kürt toprakları Kürtlerindir.
Kürtler kendi toprakları üzerinde kendilerini yönetmelerine devlet kabul etmektedir. Politikası Kürtleri yok etme üzerine olan devlet mantığı tümden terkedilmiştir.
Koruculuk sistemi fessedilecektir ve yeni korucular alınmayacaktır. Hala Bingöl’ün Kiği, Solhan, Siirt ve Urfadan neden yeni korucular aldıklarını açıklamalıdır.
Ben Türküm doğruyum çalışkanım marşı ırkçı bir içeriğe sahip olduğundan dolayı kaldırılacaktır. Kürt dili resmi dil olarak okullarda okutulacaktır. Öcalan’ın da kapsayacak genel af çıkarılacaktır.
Asker ve polis yeni statüye göre düzenlenecektir. Şeyh Sait, Seyit Rıza olmak üzere, vurularak bir yerlere atılan tüm faili meçhuller açığa çıkarılıp ailelerine verilecektir.
Avrupada olduğu gibi şehir guvenlik güçleri Belediyelere devredilecektir. Yazılan bu tarih gerçek tarihçilere bırakılarak yeniden gerçekçi bir tarih yazılımı yapılacaktır.
Erdoğan dün Balıkesir’de yaptığı konuşmalarda ısrarla tekrarladığı “Kürt sorunu diye bir sorun yok’.Iste gerçek aslında budur. Erdoğan’ın kafasındaki çözümde bu. Seçimin atmosferinde bu tür şeyler söylenilir diye bilirsiniz ama öyle değil. Kürtlerin bir eksiği yok hatta size göre fazlası varsa neyin nesiydi Dolmabahçe olayı.
Seni iktidarda tutanın Öcalan dolaysıyla Kürtler olduğunu bildiğin halde, bizden çokmu akıllı olduğunu sanıyorsun. Belki milyarları hasır altı edebilirsin ama ne kandırmaları ne Paristeki Katliamı nede bize sürü güdüsüyle davranmanı bu halk asla unutmayacaktır.
Bunu hiç unutma her halkın bir resmi bir de gayri resmi tarihi vardır. Resmi tarih gerçek tarihin devşirilmesiyle oluşturulur ve liderleri tarafından halklarına dikte ettirilir vede gerçekmiş gibi algılanılmasını istiyorsunuz.
Kendinizi yeterince akıllı, bizide akıl yoksunu gorüyorsunuz. Yaptıklarının kimsenin yutmadığı gerçeğı ise ne hikmetse aklınıza bile gelmiyor.
Inan ki biz senden çok daha akıllıyız. Sert kayaya çarptığınız gün, aklınız başınıza geldiğinde, o zaman söylediklerinizin çarpıklığını, gerçekleri ne denli çarpıttığınızı, olmamış olayları olduğundan daha başka türlü anlatmanızı ve onlara tarihin gerçekleriyle bağdaşmayan nedenler uydurmanız olduğunu burnunuz at pisliğine girdiğinde farkedersiniz.
Bunu farkedincede, bu yalanları kime söylüyorum diye merakla kendi kendinizi yersiniz.
Yinede beyninizin kemirilmesini durduramassınız. Bu kezde yeni bir soru çalar kapınızı.
Niye ben kendi yönettiğim kitlelere yalan söyleyip gerçekleri çarpıtıyorum diye.
Çünkü Kürt halkı gerçekleri öğrenmiştir, Sana oy veren Türk halkıda senin yöneticilik liderlik kavramını sorgulamaya başlayacaktır. Bu ipe sapa gelmez yalanların emin ol buna yol açacaktır.
Işte seninde en korktugun korku durumu budur.
Yöneticiler, güç kavramının yalanlarla örülmüş duvarların arkasındaki bir kutsallığın içinde durmasını isterler. Bu kutsallığı sağlayabilmek için efsaneler ve semboller yaratırlar, bu yalanlar içinde kendi halklarına da bir övgü payı ayırıp, o övgülerle halkın gözünü kamaştırarak onların sorgulama yeteneklerini köreltirler.
Ama bu biz Kürtler için çok geç. Biz zaten uyanmışız. Buna sadece senin yağcıların, çaycıların, ihalecilerin, rantçıların, dini kalkan olarak senin gibi kullananlar sana inanırlar ki bunlarda seni kurtarmaya yetmeyecektir.
Jenositler üzerine inşa edilen tarihinize göre Türk halkı kahramandır, bu kahramanlık övgüsü o halkların yeni savaşlarda sorgusuz sualsız ölmeye razı olmasını sağlayacak en büyük sihirdir. Dünyanın bir çok yerinde ve Türk ordusunun Kürdistandaki savaşında olduğu gibi.
Resmi tarihlere göre kahraman olmayan halk yoktur zaten .
Kürtlerle ilgili bir inkar tarihi yaratmışlar. Oysa gerçek tarih ise: Yıllarca Kürtlere eziyet ediyorlar, işkencelerden geçiriyorlar, zindanlara atıyorlar, faili meçhul cinayetlerle öldürüyorlar, köylerini yakıyorlar, ana dilini konuşmasına izin vermiyorlar, çoluğuna çocuğuna kendi dilinde isim koymasını yasaklıyorlar, her fırsatta hor görüp aşağılıyorlar, en iğrenç muameleleri yapan devlet görevlilerinin sırtını sıvazlıyorlar.
Sonunda kendi yaptıklarından kendileri öyle bir etkileniyorlarki her yerde hayaletler görmeye, her şeyden korkmaya başlıyorlar.
Türk yöneticileri çok uzun zamandan beri psikolojik hastalar. Ki Erdoğan bunların galiba en ağır olanlarındandır.
Biz Kürtlere öyle zülumler, öyle acılar çektirdiler ki sonunda kendileri kendi yaptıklarından korkup hastalandılar.
İrsi bir hastalık gibi bu hastalık kuşaktan kuşağa aktarılıyor ve onlar kendi hastalıklarına vatanseverlik, yalancılık, ulusalcılık adını koyuyorlar.
Biz de, yıllardan beri gördüğümüz bu akıl almaz zülümlere Türk yöneticilerinin abartılmış vatan sevgisi olduğunu sanıldı. Ama kimsenin aklına bu insanların yaptıkları zulümden şizofreni hastalığına yakalanmış olabileceği gelmedi.
Onlar gerçek bir barışı değil bir kez daha kürtleri nasıl oyuna getiririz hesabını yapmaktalar.
Bu insanlar bizim geleceğimizi kendi hastalıklı korkularına göre şekillendirmeye çalışıyorlar.
Kürtler böyle bir devletle yeni bir sürece giriyor. Erdoğan gibi diktatörlüğe yüzünü dönmüş birinin sözüne çok güven olmuyor.
Kürt halkı artık Kürde Kürt propogandası yapan tek yanlı çözüm mektupları yerine Newrozlarda devletin neler yapacağına dair açıklama ve bildiriler bekliyor. O nedenle Yalçın Akdogan bu yıl kürsüye çıkmalıdır. Devletin yapacaklarını Öcalan veya KCK sorumlularının ağzından değil, Akdoğan’in bizzat sesinden öğrenmek istiyoruz.
Bu nedenle Kürt halkı Öcalandan ziyade, hükümetin ne diyeceği sizcede önemli değil mi? Niye Öcalan’a endeslenmişiz. PKK’yi fessetmesini mi duymak istiyorsunuz? Savaşa devam demesini mi bekliyorsunuz?
Galiba unutuyoruz biz bir tarafız.Yapmamız gerekenden fazlasını yapmışız zaten. Şimdi karşı tarafın adımlarının seslerini duyma zamani. Siz böyle bir ses duyuyormusunuz? Ben duymuyorum. Bu psikoloji sömürge halkların tümünün psikolojik bir durumu.
Hep kendilerinin bir şeyler vermesi gerektığıni düşünürler. Devlet Peki? Evet bize oda çokca şey verdi dediğinizi duyar gibiyim, bombalama, iskence, yok etme, daha dün gözümüzün önünde olan Kobane’yi unutmayın.Tüm bu nedenlerden dolayı Kürsüde Hükümetin sözcüsü olmalıdır.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.