Bütün şahadetler acıdır. Bazıları daha da acıdır. Bazıları vardır ki, sanki Munzur dağları, Munzur Suyu, Peri Suyu, Ağrı Dağı, Dicle ve Fırat Nehirleri gibi, hep o topraklarda mücadelenin kalesi ve doğanın sonsuzluğunun bir parçası olarak duruyorlar.
Onlar sürekli değişen toplumun hiç değişmeyen aynı yerde ve aynı heybette duran, gidilmesi gereken yolu çizdikleri rota ile gösteren yerleri doldurulmayacak büyük değerlerdir. Onlardan biri zamansız ayrılı verdiğinde, insanın kimyasi ve doğanın görüntüsü sarsılır, büyük bir zelzele olmuşcasına her şey yerli yerinden oynar.
Delil Doğan’da bunlardan biriydi…
Şaheditini duyduğumuzda tüm gruptakiler aynı büyük sarsıntıyı, Munzur suyu aniden kuruyup yokolmuş gibi, aynı büyük acıyı ve aynı büyük kederi hissettik, hepimiz herşeyimizi kaybetmiş gibi acı içinde kıvrandık.
Her arkadaşını canıymış gibi şefkatlı ve mizahi davranışıyla hep arkadaşlarına ruh vermiş ve ilk gençlik yıllarında neşe ve samimiyetini anlatan birlikte yaşanmış anıların şimdi acıya ve kedere dönüşen gerçeğini görüyorduk.
Bir Mücadele, Sevda, Aşk ve Sanatçı Komutanı tanıtmak imkânsızdır en azından benim için.
Delocanla ilgili söylenen, yazılan hemen her şey doğrudur ama hiçbiri tam olarak Delocan’ı anlatma becerisinde değildir. Evreni, tüm dünya devrim tarihlerini tarif etmeye çalışmak gibidir büyük komutanı anlatmaya çalışmak. Simsiyah saçları her zaman parlayan göz bebeklerinin parıltısını, sonsuzluğa doğru genişlediği sevdasını, Cane Cane diye besteleyip söylediği Türkünün söyletisiyle halaya dizilen milyonların halaya duruşunu, gökyüzü kadar büyük ve berak sevdasını tarif etmekle, Delocan’ı tek başına anlatmaya yetmez.
Delil Doğan gibi büyük bir komutanı anlatmak da çok zordur.
Çünkü çok yönlü ve çok renkli bir kişiliktir Delocan. Öyle çok yönlü ki, insan hangi yönünü anlatacağını bilemiyor doğrusu.
Onu, ben çok gençken tanıdım.
Hemen onların karşı tarafında 20 kişilik bir grup olarak öğrenci evi tutulmuştu, bende orda kalıyordum. Kebire Ana sürekli yemek taşırdı o eve.
O dönemde, UKO’cular ismi kullanılıyordu. Filistin’den tutalım, bütün Latin Amerika’daki devrimleri tartışmak bir gelenekti. Hemen her evde Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu isimli kitap üzerine eğitimler yapılırdı. Biz Kürdistan Devrimcileriydik. Okulda yapılan tartışmalar genelde bu kitap üzerinde yapılıyordu.
Bende kendi çapımda teorisyenler arasında sayılırdım. Falanca Kitabın, falanca sayfasının şu pragrafında Lenin şöyle der dediniz mi, akan sular dururdu. Vay be sesleri size müthiş bir güven verirdi. Benimde en büyük handi kapım Kürdistan’ın neresi olduğunu bilmememdi. Haritalarda da görünmüyordu Kürdistan. Delil hemen her gün bana, bu gün ben seni gördüm, sen o Partizanlı kıza gözlerini kırptın derdi, bende var gücümle öyle bir şey yapmadığımı yeminler eşliğinde Delil’e ispatlamaya çalışırdım. Diğer arkadaşlar yahu sen Delo’ya ne bakıyorsun o takılıyor, sen her seferinde niye böyle canla başla savunmaya geçiyorsun diyorlarsa da aynı durum her gün tekrarlanırdı.
Günlerden bir gün şu Kürdistan’ın neresi olduğunu sesizce birisinden öğreneyim kararına vardım.
Duyulursa hem karyerim zedelenir, hemde alay konusu olurdum. Yine günlerden bir gün, ben ve Delil elektirik tellerine, ucunu büktüğümüz teller, evimizin üstünde geçen elekterik hatlarına taklmak için uğraşıyorduk. Telleri bağladıktan sonra, kapı eşiğinde sessiz bir şekilde, Delil Abi, şu Kürdistan neresidir. Başta anlamadı veya inanmadı, bana dik dik baktı, sonra ne dedin diye soruverdi. Bende tekrarladım sorumu. Ulan eşekoglueşek her gün teorisyenim diye başka örgütlerle tartışmalara giriyorsun, sen nasıl olurda kendi ülkeni bilmesin. Öyle bir demişti ki bütün arkadaşlar ne olduğuna bakmak için yanımıza gelmişlerdi. Delil hala küfrediyordu bana. Bende iki gözü iki çeşme ağlamaya başlamıştım. Sonra ki günlerde, arkadaşlar günlerce gülmüşlerdi. Delil’de iki gün sonra gelip bana sarılmıştı ve öpmüştü bende rahatlamıştım.
Sinan, Bilal, Aziz, Baki ve diğer arkadaslar soğuk bir Mayıs gecesinde, mevsimin son kar yağışı altında patika yolda Teman köyüne ulaştıklarında, omuzlarında, saçlarında kar yığınlarıyla içeri girdikleri eve, ev sahibi amca onları karşılamıştı.
Kar hala sessizce yağıyordu.
Onlar evden içeriye girdiklerinde, amca ve evin kadınlarının, dolup da boşalmak üzere olan yürekleri daha fazla dayanmamış, gözlerinden boncuk boncuk yaşlar akmaya başlamıştı.
Onlar da şaşırıp kalmışlardı. Bu kadınlar ne diye ağlıyorlardı? Amca, hepimizin başı sağolsun oglum, partinin başı, bu halkın başı sağolsun. Tüm arkadaşlar da heyacan ve meraktan kaynaklanan bir titreme başlamıştı adeta. Amca hemen ekleyerek: Delil Şehit düştü dedi ve yüzünde beliren keder, üzüntü ve ağlamaklı ifadeyi gizlemek istiyormuş gibi, başını önüne eğdi. Sinan olay nasıl olmuş diye sorunca, amca olayı olduğu gibi anlatmaya başladı. Amca ağlamamak için epey zorlanıyor, buna rağmen yanaklarından süzülen gözyaşlarına bir türlü engel olamıyordu.
‘Sabahın erken satleriydi diye söze başladı amca: Köylüler daha yeni uyanmışlardı. Bir ara köyün alt yamacında bir kadin sesi yükseldi. Önce saşırdık bu ne sestir diye. Sonra baktık bizim tam karşımızdaki evi çağırıyor ve habire ‘kız evin yanmasın, koyunlar gitti, içerdeki koyunları dışarı çıkar’ diyordu. Telaş ve heyacanla bağırıyordu. Karşımızdaki ev sahibi bir şey anlamadı. Diğer tarafta ki sinirlenmişti, Kürtçe ayazı çıktığı kadar bağırıyor ve ‘Allah belanı vermeye, kurtlar geldi, ne duruyorsun’ diyordu. Kadın bu sefer anlamıştı, telaşla içeri koştu, iki dakika bile geçmeden Delil arkadaş ile yanında ki bayan dışarı çıktılar. O anda askerler ta damın üstüne kadar gelmişlerdi. Delil dışarı çıkınca, asker ateş etmek istedi. Aynı anda Delil sol elini kaldırarak askerlere çağrı yaptı, biraz konuştu.
Bir yandan konuşuyor, bir yandan da sağ eliyle silahını kavramış bir şekilde ilerlemeye çalışıyordu. Delil tam aşağı dereye inmek üzereydi ki, Komutan askerlerin yanına ulaştı, bağırıp çağırdı ve ilk ateşi o başlattı. Delil hemen yere yattı ve ateşe ateşle karşılık verdi. O esnada bayan arkadaş ateşin etkisinde kalarak yerinde durdu? O gitmeyince Delil döndü onun elinden tuttu hızla ileri firlattı, yeniden çatıştı, tekrar bayanın elinden tutup kendisiyle birlikte sürüklemeye çalıştı, böylece dereye kadar indiler. Önde olan askerler onlara bir sey yapamadılar, fakat her taraf asker ve polisle dolmuştu. O esnada, Delil’in arkası bize dönüktü, bir polis ağacın tam arkasında durmuştu ve Delil’in onu farketmesi mümkün değildi.
Polisin ateş etmesiyle birlikte, Delil yere düştü, düştüğü yerin altı kayalıktı, kayalardan aşağı düştüğünde, silahı düştüğü kayanın üstünde kaldı. Düştüğü yerden kalkti silahını almak için yeniden kayalara tırmandı, güç getiremeyince tekrar aşağı düştü. Askerler silahın bulunduğu yeri adeta kurşun yağmuruna tuttular. Uzun süre aynı noktayı taradılar. Aradan uzun süre geçmesine rağmen, korkup Delil’in üzerine gidemediler. Askerler ne yaptılarsa köylülerde Delil arkadaşın yanına gitmediler, en sonunda zorla bir köylüyü gönderdiler. Köylü gidip baktı, askerler ondan sonra Delil’in yanına gittiler. Delil tek kurşun almıştı, kan kaybından şehit olmuştu.
Onu getirdiklerinde bir yüzbaşı cenazenin üstüne eğilip baktı ve dediki “Delil bumudur ?” Köylüler ‘evet’ deyince, başını önüne eğdi ve yiğit biriymiş dedi’. Delocan burda düşmanını ağlattı.
Sevda adamı Delocan’nın yazdığı Cane Cane adlı parça, Şivan Perver tarafından seslendirildi ve çalındığın da Kürtlerin halaya durduğu parça oldu. Zaten çalındığında yerinde durmak mümkün degil. Parçada kendi yazarı gibi canlı ve hareketli.
Parça daha sonra İbrahim Tatlıses tarafindan, Türkçeye çevrildi ve Turkiye’ninde en popülar türküsü oldu. Delocan’ın bu parçası (DHA, Radikal)’in haberine gore :’7’inci Kolordu Komutanlığı ile 2’inci Hava Kuvvet Komutanlığı Bölge Bandosu, 30 Ağustos Zafer Bayramı etkinlikleri kapsamında dün akşam kent merkezindeki Anıt Park’ta halk konseri verdi. Konserin en ilgi gören parçası, Ozan Şıvan Perwer’in meşhur ettiği ‘Cane cane’ adlı parça oldu.
Askeri bandonunun büyük bir keyifle çaldığı ‘parça PKK’li Delil Dogana aittir’.
Bir daha Delil’in sesini duymayacağım. İki kardeş Mazlum ile Delil, iki gönül fehtiçisi. Biri yarattığı çağdas KAWA destanı ile Kürtleri sarsmış, düşmanını ürkütmüş, diğeri unutulmaz efsane bir komutan olurken, düşmanını bile aglatmış, yazdığı parça ile milyonları halaya çekmiş ve düşmanına da göbek attırmış…. İyiki varsın, yüreğimizin derinliklerinde hep yaşıyacaksın, sevdanın, aşkın ve mücalenin yiğit adamı, iyiki varsın hem yüreklerimizde ve de hem yaşamımız da….
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.