Tarih 24 Kasım 1992 gösteriyordu. Karakoçan’ın sert yüzlü, yumuşak kalpli, Mazlum’un masasına oturmuş, Delil’in ve Mehmet Güler’in komutasında görev yapmış asi çocuğu Ahmet Dizin (Adnan) 40 kişilik grubuyla Ana Karargaha gitmek için yola koyuldular. Önlerinde uzun ve zorlu bir yolculuk vardı.
Her hikayenin de bir hikayesi var bizde. Bir ben varım, bir ben var benden içeri misali… Bizde yaşamak için ölmek gerek. Hep deriz ya, neden bazıları bizi anlamıyor işte gizem bu sözcükte gizli.
Yaşamak için neden ölmemiz gerektiğini anlamıyorlar. Yaşamın yalnızca insanın fiziki olarak hareket etmek, organlarını kullanmak olarak algılayanlar bunu anlamamaları normaldir.
Biz yaşama tersten bakıyoruz çünkü. Onurun, dilin, dinin, toprağın özgür değilse, aslında sen bir ölüsün. O nedenledir ki, bunları özgürlüğe kavuşturmak için ölmek gerekiyor bizde. Ölmeden yaşayamıyoruz ne yazık ki.
Durum bu olunca da, halk olarak ne denli bir zor durumla karşı karşıya olduğumuz ve bireyler olarak ta bu değerlerimize sahip olmamız için biz gülerek, isteyerek ölüme gidiyoruz. Ölüm geldi hoş geldi misali… Anlamadıkları, anlayamadıkları da burası. Ve merak ediyorlar, bizim ölümün varlığını nasıl unuttuğumuzu.
Bu da Tanrının bize verdiği hayatın bir mucizesi. Mucize dediğinde esası ve gerçeği budur herhalde. Her gün ölümün yanında ölümü unutarak yaşayabilmek. Ve hayatı sonsuz olarak görebilmek.
Bir gün bunun biteceğini bile bile hiç bitmeyecekmiş gibi yaşayabilmek. İşte Kürtlerin ölümle dansı, inanılmaz zorluklarla mücadeleleri bu büyük inanca ve bu büyük ideallerine bağlılıkları. İşte budur her şeye rağmen hayatı dağlarda bizlere güzel ve anlamlı kılan.
Biz ölümü hep unutuluşla hatırlayış arasında gerilen bir ipte yürüyoruz.
Gerilla, ölümü hiç yokmuş, yaşadığı anı sonsuza dek hep aynı biçimde sürecekmiş gibi hisseder bütün duygularıyla.
Ölümün heran yaşamla yer değiştireceğini ve yaşamın bir gün biteceğini bile, o anın içinde yaşarken önemsemez bu mangal yürekli insanlar. Mangal yürekliler hep ölüme doğru yürür. Yaşamak denilen şeyde tam da budur.
Ölüme doğru bir seyahat. Özgürlük sevdasıyla dağlardaysan, bir eğlenceli inanç bağlılığı vardır hayata.
Sana insanlığı, mertliği, yiğitliği, kahramanlığı gösterir, hiç bitmeyen, hiç durmayan, sürekli kımıldanan, ilerleyen, varlığı eksilmeyen o sonsuz özgürlük ateşinin sonucunu gösterir sana.
Öyle büyük, öyle görkemli, öyle güçlü bir ateşki bu ve o kadar uzun zamandan beri yakılmıştır ki ve öylesine sonsuzdur ki bu ateş harlanması, ölüm çıkar gider aklından.
Büyük İnsanlığın bir parçası, sonsuzluğun bir neferi olur, bir gün öleceğini aklına bile getirmeden yürürsün.
Sonra bir gün ölüm seni hiç beklemediğin bir anda haince yakalar.
Böylesi haincesini hiç beklemesin, çaresiz ve zayıf bir anda kalırsın karanlığın içinde.
Her şey karanlık ve gafil yakalanma var o anda. Uçsuz bucaksız, sonsuz bir bekleyiş. Yaşadığın her anı, her duyguyu, her düşünceyi ve bir bütün yaşamın filim şeridi gibi geçiyor gözlerinin önünde…
Kendini bir insan gibi değil, kendini insanlık gibi hissettiğin o muhteşem ideallerin, tonlarca kar yığını altında seni ısıtmaya, yaşatmaya kaynak olmaya çalışıyor.
Ölüm bütün bunları kenara itip sana bir insan olduğunu hatırlatsa da, sen halkın için, insanlık için yıllarını verdiğin, özlemini duyduğun, adam gibi adamca yaşadığını, senin ardı sıra gelen arkadaşların seni hiç unutmayacaktır. Tarih seni sayfalarına almayı ihmal etmeyecek, doğacak çocuklar özlemlerinin peşinde yürüyecek mucizeyi içinde taşıyorsun Komutan Adnan.
İnsanın, karşısında çaresiz kaldığı, silah kuşanamadığı, tek olay doğa felaketleridir. Ölümün kabullenme halıdır adeta…
Bingöl\'ün Yayladere ilçesi ve Dersim\'in Pülümür ilçesi arasında kalan Karacehennem ormanlarını, yada Yedisu ile Pülümür arasındaki arazinin ne denli zorlu ve vahşi bir yapıya sahip olduğunun hikayesidir bu. Komutan Şiyar’ın şehit düşme haberi tez ulaşmıştı Dersime. Yerine MK üyesi Ahmet Dizin (Adnan) görevlendirilmişti.
Bu nedenle de Ana Karargaha, gurubuyla gitmesi ve Eyalet Sorumluluğunu üstlenmesi gerekiyordu.
Buda zamansız yolculuğa neden olmuştu ve bu 1977 den beri aktif olarak mücadelenin içinde olan Ahmet Dizin’in 14 yoldaşıyla sonsuzluğa yürüyüşü ve tonlarca kar kütlesi altında 9 gün yaşama mucizesini tanrı Pülümür’ün derin bir vadisinde, fırtınalı bir kış gününde, çığla birlikte bir gerillaya nasip etmesinin de hikayesidir.
Akşama doğru gelen öfkeli fırtına Dersim’in sert kış rüzgarını aratır olmuştu. Gece fanus ışığı etrafında toplanıp yönlerini tayin etmek için deneyimli gerillalar görüş belirtiyor, fırtınanın ürkütücü sesi konuşmaları birbirine karıştırıyor. Bu kez doğanın çok öfkelendiğini söyleyen Komutan Adnan, sonrada tebessüm etmek istiyor, ancak dudaklarında acıya dönüşüyor. Ölüm soğuğu kışı bastırıyor gibiydi. O geceyi nasıl geçirdikleri, neler yaptıkları konusunda belleklerde kalan, fırtına ve uğultu idi. Ve o gece onlar hayatta kalmak için uğraşırken, doğa sesini alabildiğince yükseltiyordu.
Ve çığlıkların çarptığı vadinin derinliklerinden kavis çizerek dağın zirvesine ulaştığında, zirveden kopan kar yığınları büyüyerek ilerledi. Önüne çıkan kayaları, ağaçları önüne katıp büyüdü. Ve büyüdükçe arkasına beş insanın saklanabileceği koca ağaçları devirerek ilerledi. Önce kıyamet, sonra panik ve karanlık.
Tarih 24 Kasım 1992 gösteriyordu. Karakoçan’ın sert yüzlü, yumuşak kalpli, Mazlum’un masasına oturmuş, Delil’in ve Mehmet Güler’in komutasında görev yapmış asi çocuğu Ahmet Dizin (Adnan) 40 kişilik grubuyla Ana Karargaha gitmek için yola koyuldu. Önlerinde uzun ve zorlu bir yolculuk vardı. Öğle saatlerinde yola çıkan gurup operasyonlarda Ana Karargaha kayıp vermeden ulaşmak için, dere yataklarını ve vadileri kullanmak zorundaydı. Dersim’ in engin dağları doğa harikası coğrafyası kış aylarında yaşamı adeta köylere ve küçük gomlara hapseder.
Gurup yola çıktıktan iki saat sonra, önce sert bir kar fırtınası başlar. Kar fırtınasına yakalanmanın ne olduğunu yaşayanlar bilir. Saatlerce aynı yeri daireler şeklinde döner durursun. Komutan Adnan’ın yalnızca talihsizliği bu ağır hava koşulları da değil, gurupta bulunan gerillaların çoğu yeni katılmış genç gerilla adaylarının deneyimsizlikleri de bu koşullara eklenince nasıl bir tablo ile karşı karşıya olduğu sanırım daha iyi anlaşılıyor.
Uzun süre kar tipisiyle boğuşurlar, ancak görürler ki boğuşmanın bir çözüm olmadığını, aksine kalan enerjilerini de alıp götürmektedir. Havanın kararmasıyla birlikte gurupta kopup kaybolmalara karşı, bulundukları vadide çadırlarını kurup tipinin dinmesini beklerler.
Ancak daha büyük bir tehlike onları beklemektedir. Onlarca gerillanın yaşamına mal olacak çığ tehlikesidir bu tehlike. Komutan Adnan herkesin dikkatli olmasını, sesli konuşmamalarını ve nöbetçilerin tepelerde gelebilecek çığ tehlikesine odaklanmalarını istesede, bir süre sonra önce büyük bir uğultu sesi duyulur, bunun üzerine tüm gerillalar hızlı davrandıklarından, kayıp vermeden atlatırlar bu ilk çığ tehlikesini. Ancak yapılacak çok şeyde yok onlar için artık. Tipi gittikçe şiddetini artırıyor, nerde oldukları, hangi yöne gideceklerini artık kestiremiyorlar. O anda tüm çabaları çığ tehlikesinden uzak bir alana ulaşmaktır. Artık elleri ve ayakları yavaş yavaş uyuşmakta, bıyıkları olanların bıyıklarında buz sarkıntıları oluşmuştur. Aralarındaki temas ancak dokunma ve kısık sesle olmaktadır. Ufak bir ses yükselmesi yukardaki tonlarca karı yerinden kaldırıp üzerlerine gelmesine kıvılcım olabilir.
Artık yönü belli olmayan bir yöne birbirlerinin parkalarını tutarak yürümektedirler. Tipi görmelerini, nefes almalarını engeller şiddette. Çare kalmamıştır girdikleri ikinci vadi riskli ve tehlikeli olmasına rağmen, konaklamak zorundalar. Çadırlarını tipinin şiddeti nedeniyle derme çatma kuruyorlar. Kar ve tipi öyle etkili ki baş etmek artık mümkün değil.
Nöbetçilerin dışındaki herkes o koşullarda kurabildikleri derme çatma çadırlara girmeye çalışırken, önce ağaçların çatırtıları, peşi sıra kayaların o homurtulu kopuşu ve dağın bir bölümünün kopup gelmesi...
Onlar bu büyük felaketi tipi ve kardan dolayı gözleriyle görmüyorlar. Ancak tonlarca karın önüne kattığı dağın, taşın çıkardığı o irkilesi sesten duyuyorlar. Üzerlerine gelen dağın gümbürtülü sesi, panik, telaş, korku ve heyecan herkesi sarıyor.
Tonlarca kar kütlesinin önüne kattığı ne varsa onlara ulaştığında ilk vurduğu çadır Komutan Adnan’ın çadırıdır. Çığın teyet geçtiği diğer çadırlardaki gerillalar ortalık sakinleştiğinde tüm çabaları çığ altında kalmış arkadaşlarını kurtarmak.
Ellerine aldıkları bir kaç kürekle, kürek bulamayanlar çıplak elleriyle kar kütlesini deşmektedirler. Tonlarca karı temizlemek çıplak ellerle mümkün değildir. Ama onlar yine takatları tükenene kadar direnç göstermeye çalışıyorlar.
Gelen kar kütlesi Ahmet Dizin (Adnan) gerilla Piling ve 10 bayan gerillanın kaldığı çadırı metrelerce derinlere gömmüş ve sürüklemişti. Gurubun tüm erzak ve arşiv bilgileri de arkadaşlarıyla birlikte gömülmüştü. Uzun süre çıplak ellerle arkadaşlarını arayan hayatta kalan gerillalar, donma ile karşı karşıya kalınca, arkadaşlarına ulaşmalarının mümkün olmadığını görüp kendilerine güvenli bir yer bulmayı kararlaştırırlar.
Kar ve tipi şiddetini daha da artırmıştı. Üstelik çığ gelirken kurtulmak için can havliyle kaçan bazı gerillaların ayakkabıları karda yitip gitmiş ve ayakkabısız kalmışlardı. Ve artık el ve ayak parmakları uyuşmaya başlamıştı.
Gurubun kıdemlilerinden Jihat gurubun sorumluğunu üstenerek, donma tehlikesiyle karşı karşıya olan arkadaşlarını alıp yola çıkar. Kaybolmamaları için elele tutuşurlar. Ayakkabıları kaybolan gerillaların ayaklarına puşular sarılır, ancak vaziyet oldukça kötü.
Kar hiç durmadan yağmaya, tipide durmadan şiddetlenmekte. Sanki kaderleri onları o bilinmez vadide kaybetmek istiyor. Ancak her zaman kader galip gelmiyor, çoğu zamanda alt etmek mümkün oluyor. Kaybolmamak için elele tutuşları birbirinden kopmalarını önlüyor, ancak yeni sorunlar çıkarıyor, arkadaki veya ortadaki biri tökezledi mi bütün gurup düşüp kara gömülüyor.
Bir süre sonra arkadan 4cü sırada yürüyen Ayten boğuk bir sesle ‘siz beni bırakıp gidin, size ayakbağı olmayayım, ben artık yürüyemiyorum’ diyerek olduğu yerde yığılıp kalır. Ayten’i uyandırmak için müdahale eden Jihat, Ayten’in kafasını kollarına aldığında, Ayten yaşamdan kopmuştur, kafası yana düşer, nefesi çıkmaz, kan damarlarında donmuştur. Tüm gurup Ayten’in yüzüne derin bir acı ile bakarken, uzun süredir sakalllarını kesmeye vakit bulamamış Cizreli Ramazan’ da da belli belirsiz sesler geliyor. Sırt üstü kara hafif gömülmüş, sakallarında buz külçeleri, kaşları donduğu için birer ok gibi kalkık bir vaziyette.
Bir şeyler anlatmaya çalışıyor ancak söylemeye güç getiremiyor. Ramazan’da bu lanetli gecenin 14’cü şehidi oluyor. Hayatta kalanlar, arkadaşlarının, Komutanları Adnan’ın acısıyla en yakın köye ulaşıyor. Ulaşmasına ulaşıyorlar ama, kimsede derman kalmamış. Kurtulduklarına sevinemiyorlardı. Ölüm ve yaşam çizgisi arasında ki o ince çizgide gelip gitme psikolojisini yaşamadan durumu kavramak hayli zordur aslında.
Köye ulaştıklarında, yaşamlarının belkide en uzun gecesi olmuştu o yaşadıkları gece. Köylüler onlara yardım etmek için ellerinden geleni yapıyorlar, ancak arkalarında bıraktıkları arkadaşlarının acıları yüreklerini yakıyor. 14 arkadaşlarını yitirmişlerdi ve ellerinde bir şeylerin gelmemesinin çaresizliğinin hüznünü, öfkesini yaşıyorlar.
Köye gelişlerinden iki gün sonra bir keşif gurubu ve köylülerden oluşturulan bir gurupla çığın düştüğü yere gidiyorlar. Çığ yalnızca ardında düm düz olmuş bir alanı bırakmış. Sağı solu yoklarlar ancak tonlarca kar akmış yukardan, ne bir iz ne bir ses. Bir süre kulaklarını zemine dayayıp bağırıyorlar, sessizce bekliyorlar bir ses bir seda duymuyorlar.
Olayda kurtulan Jiyan ‘Biz kar altında olanlar hala yasamaktaydık. Yukardaki arkadaşlarımızın ayak seslerini duyuyorduk. İlk iki günde Adnan arkadaş sürekli bize moral ve cesaret veriyordu, ’ben demedim mi arkadaşlar bizi kurtarır’ diye.
Üçüncü gün gelen arkadaşların ayak seslerini duyuyordum, ancak sanırım bizden çoğu arkadaş şehit olmuştu 3’cü günde. Ben de bağırmak istiyordum ama bir türlü sesim çıkmıyordu. Eminin yukardakilerde bağırıyorlardı ama ben duymuyordum. Bir süre sonra ayak seslerinide duymaz oldum’.
Gelen ikinci gurubunda umudu kalmamış, üç gün çığ altında yaşamak mucize, yaşamalarına imkan yok, deyip köye geri dönerler. Bizim coğrafya hep mucizelerle dolu. Ahmet (Adnan) ve arkadaşları üçüncü günden sonra şehit düşerler. Ana birlikte sorumlu olan İsa durumu yerinde görmek için 9 gün sonra köye gelir, olay yerine köylülerle tekrar giderler. Kürek ve kazmalarla kar yığınını kazmaya başlarlar.
Saatlerce süren bu kar temizleme esnasında bir köylünün küreği bir gerillanın parkesine takılır. Kazma ve temizleme işi canla başla hızlandırılır nihayetinde tüm gerillaların cesetlerine ulaşırlar. Kimi iki büklüm olmuş, kiminin bacak kısmına büyük kayalar yığılmış, vücudun her yanı buzlanmış bem beyaz cansız bedenlerine ulaşırlar. Ortaya çıkan tablo yürek burkucu.
Aralarında tartışarak cesetleri tekrar karla kapatalım, karlar eriyince gelip defnederiz kararına varırlar.
Şehit düşen gerillalar üzerlerine kar atan gerillalardan biri bir inilti duyar ancak bunu dışardaki arkadaşlarından birinin çıkardığını sanır. İkinci kez iniltiyi duyunca, arkadaşlarına dönerek sorar, içinizde inleyen oldumu, herkes hayır der, İsa bunun üzerine kuşkulanır ve kuşkusunu gidermek için cesetleri tekrar kontrol eder ve mucize diye bağırır. Bir bayan arkadaşlarının yaşadığını fark eder. Hayatta kalan Jiyan isimli gerilladır. İsa arkadaşlarına bağırarak, arkadaş yaşıyor gözlerini bağlayın hemen köye götürün, diğer arkadaşların üstünü karla örtün der ve köye dönerler. Jiyan gözleri bağlı tedavi edilir ve bir hafta sonra ayağa kalkar. Gözlerin bağlanması uzun süre ışık görmediği için gözlerin zarar görmemesi için yapılan bir uygulamadır.
Jiyan ‘Ben çadır direği ve yaktığımız sobanın arasına sıkışmıştım öyle nefes alıp verdim’ diyerek nasıl hayatta kaldığını anlatıyor.
Bu olayda Karakoçan’ın yiğit ve mert evladı Komutan Ahmet Dizin (Adnan), Kokel Ramazan ve 11bayan arkadaşları şehit olmuştur.
Coğrafyamızın mucizelerinden birine mazhar olan olayın tek canlı tanığı Jiyan ise olaydan 9 gün sonra kurtulmuştur. Jiyan mucizelerin insanı kar altında da bulacağını yaşadığı bu olayla kanıtlamış oluyor. Karla kaplanan cenazeler karların erimeye başladığı Nisan 1993’te alınarak Dersim Şehitliğine defnedilmiştir. Özgürlüğe adanan yaşamların anılarına…
(Foto: Komutan Mehmet Güler ve Ahmet Dizin Dersim -Mazgirt)
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.